
Vayeishev (27 Kasım)Bu tarih, haftalık Tevrat bölümü Vayeishev’e denk geliyor. Vayeishev, Yusuf’un hikayesi üzerinden kıskançlık, sabır ve içsel uzlaşma, kendini ifade etme temalarını işler. Yusuf’un kardeşleriyle ilişkileri ve başına gelen zorluklar, kendi korkularımız ve geçmişimizle yüzleşme yollarını simgeler.
Merhabalar sevgili dostlar,Bu yıl da hayatın mumlarından birini daha söndürdüm ve ilerlemeye devam ediyorum… Üstelik bu kez, yıllardır yapmadığım bir şeyi yapıp fotoğraflı, duygularımı paylaştığım bir doğum günü paylaşımı bile yaptım sosyal medyada.
Eskiden doğum günleriyle aram hiç iyi değildi. Ama babam için önemliydi. Mutlaka kocaman çilekli bir pasta ile taçlandırırdı doğum günümü ve o güne ait anıları aktarırdı her sene yeniden bana. Bana gelince, ben kutlamaları saçma bulur, doğum günümü adeta kıyı köşe saklardım. İş yerindeki geleneksel kutlamalara dahil edilmemek için bile not bırakırdım: “Lütfen benim doğum günümü ilan etmeyin.”
Ama sonra bir dönüm noktası yaşadım.Birkaç yıl önce, elli yıllık komşu kızı arkadaşım ile WhatsApp’ta sohbet ederken — konu neydi hatırlamıyorum; felsefi, kadınlara dair derin sohbetler yaptığımız bir gündü — bir anda şöyle dedi:“Biliyor musun, bu senin yaptığın aslında self abuse’a girer.” (Duygusal öz-zarar)Bir an duraksadım.“Self abuse mi? O da ne?” diye sordum.“İşte senin kendine yaptıkların” dedi arkadaşım sakince.
O konuşma gelip geçti ama ben o gün farkında olmadığım bir durumu fark ettim. Konumuz doğum günü bile değildi; ama ben eleştiriyi her zaman ciddiye alırım. Çünkü doğru eleştiri insanı ileri taşır.
Araştırmaya başladım. “Self abuse” kavramı çok geniş; fakat kadınlar ve özellikle ben kendi hayatıma indirdiğimde arkadaşımın kastettiği şuydu:Kendini görünmez kılmak, küçültmek, ihtiyaçlarını hep geri plana atmak, sevdiklerinin ihtiyaçlarını kendi öz varlığının önüne koymak ve yıllarca kendisi için bir kutlamayı bile çok görmek… Ben de aynen öyle yapmıştım.
“Bir yaş daha geçti, zaman azalıyor; bu kutlamanın anlamı ne?” deyip doğum günlerini anlamsızlaştırmıştım. Ama arkadaşım bana bir ayna tutmuştu. Farklı davranışlarımdan yola çıkarak aslında kendime çoğu zaman haksızlık ettiğimi yüzüme söylemişti.
Ve anladım ki doğum günü bile kutlamak istememenin, hatta kendim için küçücük bir kutlamayı hak görmemenin adı, duygusal bir öz zarardı. Ani bir fiziksel şey değil… Yıllarca süren, insanın kendini değersiz hissetmesine yol açan derin bir kalıp.
İşte bu yıl, o kalıbı kırmanın küçük ama anlamlı bir adımını attım. Facebook’ta hissettiklerimi paylaştığım fotoğraflı bir post yayınladım. İnanılmaz güzeldi; neredeyse yıllardır görüşemediğim eş, dost ve arkadaşlar aradı, yazdı, konuştu. Doğum günüm bir anda telefonlar ve mesajlarla adeta bir şenliğe dönüştü.
Elbette ikinci alternatifim de sessiz kalıp kabuğuma çekilmek olabilirdi. Ama hangisi daha iyi diye sorarsanız… Evrene ve insanlara açık olmak, kalbimizi açmak gerçekten çok keyifli.
Vancouver’da yaşarken katıldığım Yenilikçi Sinagog Or Shalom’da da bu mantıkla tanışmıştım. Açık olmak, duygu ve düşüncelerimizi paylaşmak önemliydi. Hatta sinagogda hepimizin söylediği bir şarkı vardı: “I am opening.”Ve işte ben de bu yıl, kalbimi biraz daha açtım. Küçük bir adımdı, ama büyük bir fark yarattı…
Benim yaşadığım bu doğum günü deneyimi de bana kendi içimde bir uzlaşma fırsatı sundu: geçmişte kendimi küçümsemiş, ihtiyaçlarımı geri plana atmış olduğum yıllara karşı bir barış… Kendimi açmak, duygularımı paylaşmak ve küçük kutlamaları hak görmek, tıpkı Vayeishev’deki sabır ve içsel olgunlaşma gibi bir yeniden doğuş anı oldu.
Sevgiyle kalın.
RahelÇela Behar
IYT dip not :
İfade edilen görüşler İYT web portalının editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Yazarların düşünceleri sadece kendilerini bağlar.
Bir önceki yazımı okudunuz mu?



Türkiye Hahambaşısı David Sevi Papa 14. Leo ile
İlk resmi dış seyahatini Türkiye’ye yapan Papa 14. Leo 28 Kasım Cuma günü Türkiye Hahambaşısı David Sevi ile özel olarak 15 dakikalık bir görüşme yaptı.

Hahambaşı David Sevi’nin 3 Aralık Çarşamba günü Neve Şalom Sinagogu’nda Göreve Kutsama Töreni düzenlenecek. Hahambaşının hazanlar eşliğinde sinagoga girişlerine müteakip Arvit Duasından sonra Estreyikas d’Estambol topluluğunun dinletisi gerçekleşecek.

Göreve Kutsama Töreni Davetiyesi
Hahambaşı David Sevi’ye “On Emir Kolyesinin takılmasından sonra Hahambaşı ve Türk Yahudi Toplumu Eş Başkanı’nın konuşmalarının yer alacağı törene bütün toplum üyeleri davet edilmektedir.
Hahambaşı David Sevi’ye uzun ömürler ve başarılar dileriz.
Güncelleme tarihi: 6 gün önce

Bana sık sık soruyorlar:“İsrael’de siyaset neden bu kadar karmaşık? Kim ne istiyor? Ülke nasıl oluyor da bu kadar farklı toplulukla hâlâ ayakta kalıyor?”
Bu soruların basit bir cevabı yok. Çünkü İsrael, dünyada eşi benzeri olmayan bir toplumsal mozaiğin üzerinde yükselen bir ülke. Tel Aviv’in sokaklarında, Yeruşalayim’in katmanlı mahallelerinde ve Hayfa’nın karışık yapısında aynı manzarayı görüyorsunuz: Ultra-ortodokslar, sekülerler, Mizrahiler, Aşkenazlar, Rusça konuşan göçmenler, Etiyopya kökenliler, Arap vatandaşlar, Dürziler, milliyetçiler, liberaller, eski kibutzlular ve yüksek teknoloji elitleri aynı yaşam alanını paylaşıyor.
Birçok ülke için bu çeşitlilik çatışma ve istikrarsızlık demek olurdu. İsrael’de ise farklılıkların birbirine sürtünmesinden doğan bir denge ortaya çıkıyor. Ülkenin bugün yaşadığı siyasi çıkmazın kaynağı da aslında bu çeşitlilik: Herkesin birbirine mecbur olması.
Koalisyonlar sürekli değişiyor, onlarca küçük parti Meclis’te temsil ediliyor, protestolar zaman zaman ülkenin ritmini belirliyor. Bu görüntü dışarıdan bakıldığında bir karmaşa gibi durabilir; içeriden bakıldığında ise çelişkilerin içinden çıkan dinamik bir düzen görülüyor. Siyaset bilimci Arend Lijphart’ın konsensus demokrasi teorisi tam da bunu tarif eder: Derin bölünmelere rağmen ayakta kalan sistemler, zorunlu iş birliğiyle var olur. İsrael bu teorinin belki de en güçlü örneği.
Son yıllarda yaşanan yargı reformu tartışmaları, güvenlik tehditleri ve ekonomik baskılar, toplumsal gerginliği belirginleştirdi. Buna rağmen yasama, yargı ve yürütme arasındaki denge mekanizmaları hâlâ çalışıyor. Yüksek Mahkeme’nin bağımsızlığı, Knesset komisyonlarının gücü, hükümetlerin kendini sürekli yenilemesi, medya ve sivil toplumun sesini yükseltebilmesi- tüm bunlar sistemin derinlerde nasıl ayakta kaldığını gösteriyor. İsrael, tartışarak ilerleyen bir ülke ve her düşüşte yeniden kalkmayı bilen bir yapı.
Rakamlar da bu dayanıklılığı doğruluyor. Birleşmiş Milletler İnsani Gelişmişlik Endeksi’nde üst sıralarda; OECD’nin inovasyon ölçümlerinde dünya liderleri arasında, yaşam beklentisi yüksek; üniversiteleri ve start-up ekosistemi küresel ölçekte etkili. Bu veriler, politik sarsıntılara rağmen ülkenin kendisini yeniden dengeleyebildiğini gösteriyor.
Belki de İsrael’in asıl sırrı burada yatıyor: Birbirine hiç benzemeyen, hatta zaman zaman birbirini anlamayan toplulukların, istemeseler bile, ülkeyi birlikte taşımak zorunda olmaları. Bu zorunluluk, görünmez ama güçlü bir bağ oluşturuyor. Farklılıkların sürtünmesi, ülkeyi ayakta tutan bir yapıştırıcıya dönüşüyor.
Evet, bugün ciddi bir siyasi tıkanıklık var. Güvenlik tehditleri artıyor, ekonomik baskılar hissediliyor, toplum keskin çizgilerle ayrılmış durumda. Ancak tarihe bakınca unutulmaması gereken bir gerçek var: Bu ülke, kuruluşundan bu yana imkânsızı mümkün kılmış bir ülke.
1948’de hayatta kalmayı başardı. Çölleri yeşertti. Dünyanın dört bir yanından gelen göçmenleri tek bir toplumda eriterek benzersiz bir kimlik oluşturdu. Su ve doğal kaynak kıtlığına rağmen teknoloji devine dönüştü. “Olmayanı oldurma” becerisi bu ülkenin DNA’sına işlenmiş durumda.
Bu nedenle asıl sorulması gereken soru şu değil:“İsrael bu çelişkiler denizinde nasıl ayakta kalıyor?”
Asıl soru şu:“Bu çelişkilerden yeni bir dengeyi nasıl doğuracağız?”
Cevabı kolay değil. Ama tarihe bakıldığında açık olan bir şey var:Eğer dünyada çelişkilerin içinden yeniden bir mucize çıkarabilecek bir ülke varsa, o da İsrael’in ta kendisidir.
Ezra BEHAR
IYT dip not :
İfade edilen görüşler İYT web portalının editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Yazarların düşünceleri sadece kendilerini bağlar.
Bir önceki yazımı okudunuz mu?



























