Blog | TÜRKİYELİLER BİRLİĞİ
top of page


 


Bir kahramanın kısacık yaşam öyküsü ile sizlerleyim bu hafta.

 

17 Eylül 1922'de doğan Marianne Cohn, 1929'dan itibaren ebeveynleri Alfred ve Grete Cohn ve küçük kız kardeşi Lisa ile birlikte Berlin-Tempelhof'taki Wulfila Ufer 52'de yaşadı. Dört yıllık ilköğretimin ardından, Berlin'deki kız ilkokuluna gitti. Ring Strasse 103-106, Tempelhof (şimdi Dag Hammerskjöld Üst Okulu).

 

Borsig-Hall GmbH'de kısa bir süre çalıştıktan sonra Marianne'in babası Alfred, mühendislik işleri ve demir dökümhanesi C. Henry Hall, Nachfolger Carl Eichler'de yönetici oldu ve kısa süre sonra ortak sahibi oldu. Alfred Cohn, Berlin'in yerlisiydi. Kendisini önce Berlinli olarak tanımlıyordu.

 

Nazi Partisi’nin iktidara gelmesi tüm ailenin yaşamını sonsuza dek değiştirdi. Aile Paris üzerinden Barselona'ya göç etti. Marianne Cohn'a 28 Mart 1933'te, "ailenin yurt dışına taşınması nedeniyle" okuldan ayrıldığını kısaca belirten bir okul bitirme sertifikası verildi.

 

Önce Marianne ve kız kardeşi Lisa Barselona'da bir İsviçre okuluna gittiler. Baba Alfred Cohn da bu sefer takı satarak aileyi geçindirmeye çalıştı. Ayrıca aile, dört odalı dairelerinin iki odasını da kiraya verdi.

 

 

1936'da İspanya İç Savaşı patlak verdiğinde Marianne Cohn'un hayatı yeniden değişti. Ailesi onu ve kız kardeşini, onların da okula gittikleri Paris'teki akrabalarının bakımına verdi. Paris'te bir yılın ardından bu sefer Marianne ve kız kardeşi İsviçre'nin Bern şehrine taşındı. Burada koruyucu ailelerin yanında yaşıyorlardı. Marianne Cohn artık 15 yaşındaydı. Kızların İsviçre'deki oturma izinleri Nisan 1938'de sona erdi ve maalesef uzatılmadı.  İspanya İç Savaşı'ndan kaçan ebeveynlerinin yanına gitmek için Paris'e geri döndüler.

 

Haziran 1940'ta Almanya'nın Fransa'yı işgalinden hemen sonra, Marianne Cohn'un babası güney Fransa'daki Vilmalar'da gözaltına alındı, sonuçta Berlinli değil Yahudi idi. Yaklaşık bir yıl sonra, 16 Mayıs 1941'de Alfred Cohn, sağlık nedenleriyle serbest bırakıldı. 22 Şubat 1942'de Gestapo tarafından tekrar tutuklandı ve Septfond'un kampına götürüldü. 8 Nisan 1942'de ağır hasta olarak serbest bırakıldı. Cohn ailesi, Ağustos 1944'te Fransa'nın kurtuluşuna kadar sahte bir isimle yaşadı.

 

Mart 1943'te Marianne Cohn, Siyonist gençlik örgütü "Mouvement de las Jeunesse Sioniste"de çocuk bakıcısı oldu. Bu işten elde ettiği kazançla tüm ailesini geçindiriyordu. Ayrıca Yahudi çocukları sınırdan tarafsız İsviçre'ye yollayan Yahudi direniş hareketi için "Organizasyon Juife de Combat" çatısı altında çalışıyor, hayat kurtarıyordu.

 

21 yaşındaki Marianne Cohn, bu yardım eylemlerinden biri sırasında ihbar edildi ve 30 Mayıs 1944'te yaklaşık 30 çocukla birlikte Gestapo tarafından tutuklandı. 8 Temmuz 1944 sabahı saat 5.30'da Ville-la-Grande'de (Haute Savoie) Gestapo tarafından vurularak öldürüldü ve cesedi yol kenarına fırlatıldı. Fransa'nın kurtuluşundan on gün sonra şekli bozulmuş ve parçalanmış cesedi bulundu.

 

Marianne Cohn'un kız kardeşi Lisa ve savaştan sağ kurtuldu.









  

 

 

Bu haftaki Paraşa'da Tzarat (cüzzam) ile Bedensel Akıntı (emisyon) arasındaki derin bağlantı konu ediliyor?


Kamptan atılmayı gerektiren üç tür “KİRLİLİK” (manevi olarak) vardır. Bunların ortak paydası bedenle ilgili olmasıdır.


CESET (Gövde – Tiferet) – CÜZZAM (Ağız – Malhut) ve BEDENSEL AKINTI (Cinsel Organ – Yesod)

Ceset ölüdür. Kötü Dilli biri ise yürüyen ölü olarak kabul edilir ve halk tarafından görünür olduğundan toplum içinde aşağılanmaya maruz kalır.


Oysa bedensel akıntı (Erkeğin seminal emisyonu ve Dişinin menstrüasyonu) halk tarafından görülmez. Bu nedenle kamusal bir aşağılama söz konusu değildir.


Kadim Bilgeliğe göre insanın kendini ifade etmesini sağlayan iki ana organı vardır ve her ikisinin de önü "Açıktır". Ağız ve Cinsel Organ her ikisi de sünneti gerektirir. Dilin sünneti ağız (Malhut) içindir ve Organ derisinin sünneti erkeklik organı (Yesod) içindir.


İlki olan AĞIZ (konuşma) kontrol edilmediğinde sonuç “CİLTTE” (Deri) kendini gösterir ve hasar Malhut'ta olur.


Birçoğumuz bumerangı fırlattığınızda her zaman size geri döndüğünü biliyoruz! Hiç fırlatma ayrıcalığına sahip olmadım ama arkasındaki teoriyi anlıyorum.


Hayat oyununda, her sabah güne başlarken evrene yüzlerce bumerang (söz) gönderiyoruz. Daha sonra cildimiz, giysilerimiz (ruhun elbiseleri), evimizdeki hadiseler yolu ile geri dönüyorlar. İyi, iyiyi doğuruyor ve bunun tersi de geçerlidir.


Neden bazı insanlar bumerang ilkesiyle sorun yaşıyor? Çünkü karşılığın bir şeyler verdikleri kişiden gelmesini beklerler.


Diğeri de CİNSEL ORGAN, kontrol edilmediğinde sonucun hasarı Yesod'a olur ve “IŞIK” lekelinir.

Bu nedenle haftanın peraşasında Tzaarat (DERİ) ile Bedensel Emisyonlar (IŞIK) birlikte tartışılmaktadır. “DERİ” ( עוֹר ) ve “IŞIK” ( אוֹר) çifttir Biri Ayin diğeri Alef harfi ile yazılır. Yani Işığa giden kaptır.


Sünnet eylemi, organı örten “DERİYİ” çıkarmaktır; deri çıkarıldıktan sonra “IŞIK” אוֹר ortaya çıkar.

“Sözlerinin Başlangıcı Işık Veriyor.” (Mezmur 119:130) Yazıldığı gibi basit düzeyde konuşma eylemi BİLGİ ile derin düzeyde parlayan IŞIK ile bağlantıdır.


İnsan Cinsel Organ (Yesod) aracılığıyla FİZİKSEL ALEMDE, ağız (Malhut) aracılığıyla MANEVİ ALEMDE “kuvvetler” yaratır.


Adem ile Havva'nın günahından dolayı ölümlü olduk. Yani ölüm yaşamın bir parçası haline geldiğinde, ölümü yenebilmek için yaşamın yeniden yaratılması (üretilmesi) gerekir.

Kan ölümü simgeler. Bir kadın hamile kaldığında kan akışı durur, bu da ölümden ziyade yaşamı simgelemektedir. Aksine eğer kan akışı devam ederse, yaşam potansiyeli kaybolur, bu da yaşamın ötesinde ölümü simgeler. Bu şekilde kirlilik (saf olmayan) doğar.


Eğer durum böyleyse, yeni bir bebeğin doğumu neden anneyi menstrüasyon dönemi gibi (Vayikra 12:2) saf olmayan hale getiriyor?


Basit düzeyde bunun nedeni, doğum sırasında annenin önemli bir parçasının kaybolmasıdır. Yeni hayatın ondan ayrılmasıdır. Kaynağından ayrılan herşey manevi kirlilik yaratır.


Cennet – Baba’yı (BİLGELİĞİ) ve Bahçe – Anne’yi (ANLAYIŞI) sembolize ederse “Cennetten bahçeyi sulamak üzere çıkan Nehir” (Bereşit 2:10) neyi simgeler?


Bilgelikten (Babadan) Anlayışa (Anneye) akan nehir BİLGİYİ (Daat’ı) sembolize etmesi gerekir. İbranicede NEHİR (Naar) aynı zamanda IŞIK (Ner) (Şemot 27:20) anlamına da gelir.

Her şabat akşamı eşim ile birlikte bir IŞIK (Ner/Mum) yakmaya özen gösteririm. Çünkü her birimize yeryüzünde hiçbir gücün söndüremeyeceği “RUHUN SONSUZ IŞIĞINI” yaratma gücü verildi.

Tüm Bene-Yisrael’in IŞIK ile kutsanması dileğiyle,


ŞABAT ŞALOM ve HAG PESAH SAMEAH

Rabi. Yishak BİLMAN (z”l) & Moşe PASENSYA













İsrael 7 Ekim’de uğradığı gaddar Hamas katliamının ardından 14 Nisanda da tarihinde ilk  defa İran’ın ürkütücü hava saldırısına uğradı.

Bu iki olay ve etrafındaki gelişmeler en yetkilisinden en sıradanına kadar her İsraelliyi etkileyip düşünmeye sevk etmiştir eminim.

Ben de sıradan bir İsrael  yurttaşı olarak düşüncelerimi sizinle paylaşmak istiyorum bu hafta.

 

7 Ekim katliamında İsraelin ilgili tüm yetkilileri, -başbakanından ordu ve istihbarat üst kademelerindeki herkes dahil, (ve son yıllardakiler de dahil)- sınıfta kaldı. (Sınıfı pekiyi ile geçenler kahraman askerler ve polis mensupları ile gönüllü İsraelli bireyler oldu)

Neden?

 

Para karşılığı cihadcı Hamastan  sükûnet  satın alma konsepti baştan yanlıştı, iflas etti. (Konsept yanlış olabilir, herkes yanılabilir, ona bir diyeceğim yok ama ya konsept yanlışsa B planımız ne olur diye düşünen hiç mi kimse olmadı? Bu beni kahrediyor!)

‘’Elektronik savunma bizi korur, gerisini boşver’’ düşüncesi – ve en hafif bir B planı savunmasına gerek duyulmaması-‘’gaddar bir terörist Hamas rüzgarıyla’’ uçup gittti.

 

Ve en önemlisi ezeli zayıflığımız, AŞIRI ÖZGÜVEN, bize 7 Ekim’de çok  ağır bir bedel ödetti. Hasmımızı küçümsemek bize yasaklanmalı, hele hele bu hasım ana tüzüğünde açık açık Yahudi İsrael Devletini yok edeceğiz diyorsa)

 

Buna karşılık 14 Nisan’da İran’ın 330 cıvarında muhtelif karma silahlı hava saldırısında Israel Hava Kuvvetleri  yüzde 99 gibi  inanılmaz bir başarı yüzdesiyle yurttaşlarını korumasını bildi.

Yurttaşlarını koruyabilmesi muhakkak ki İsrael’in en büyük başarısı bu olayda.

Ama tek başarısı  bu değil.

 

Öncelikle terör destekçisi İran’a ama sonra da onun proksilerine/uydularına ve tüm dünyaya İsrael Hava Kuvvetleri’nin ve ordusunun caydırıcı gücünü ispatladı.

Başta ABD olmak üzere açıklanan, (İngiltere, Fransa  ve Ürdün) ve açıklanmayan bölge ülkeleriyle İran’a karşı bir birlik oluşturdu.

 Gazze’de Hamas’ın yurttaşlarını  canlı kalkan olarak kullanması ve dolayısıyla ciddi sayıda sivil ölümlerin olmasıyla İsrael’e karşı tutum alan ülke ve kamuoylarının yaklaşımlarını tekrar gözden geçirmelerini sağladı. (Tabii ki bu kategoriye yeminli İsrael düşmanları, antisemitler ve  batılı aptal sol aydınlar dahil değil. Onları birazdan onların  da canına okuyacak cihadcılara havale ediyoruz).

 

Şimdi tüm gözler İsrael’e çevrili.

İranın bu saldırısına karşılık verecek mi?

Verecekse nasıl ve ne zaman?

İsrael -şimdilik- haklı mı olmayı yeğleyecek yoksa akıllı  olmayı mı?

Haklılığını ileri sürüp hemen bir misillemeye girmesi herhalde kimseyi şaşırtmaz.

Ancak caydırıcılığını başarıyla ispatladığına göre bu İran saldırısını bir ‘’kaldıraç’’ olarak kullanıp,

ABD’yi de saflarına çekip, (ve şu anki pozitiv atmosfer nedeniyle Batılı ülkeleri -ve hatta Çin’i de-  fazla karşısına almadan),  

Gazze’de -İsrael’in tüm tavizlerine rağmen rehine /terörist takasına yanaşmayan- Hamasın köklerini   kazıması ve rehinelerini vatan topraklarına kavuşturması, (arkasından da Gazze’ye Hamas ve İsrael dışında bir sivil yönetim bulmasını),

ABD ‘nin  İsrael’in kuzeydeki operasyonuna karşı çıkmasına son vererek Hizbullahı hizaya çekmesini, (mümkünse anlaşarak yoksa ordu gücüyle), ve yedi aydır evlerine dönemeyen kuzeydeki 70-80 bin vatandaşın nihayet evlerine dönmelerini sağlayacak güvenlik ortamını yaratmasını sağlaması,

Ve şimdilik haklılığı bir yana bırakıp akıllı olmayı seçmesi bence kötü bir karar/ seçenek olmaz.

 

Tüm bunları yaptıktan sonra da  İsrael halkının çoğunluğunun seçeceği ayrıştırıcı değil birleştirici yeni bir hükümetle yola çıkması, aylardır her hafta görmekten usandığımız gösterilerin son bulması sanırım milletin büyük çoğunluğunun tercihi.

Biz tekrar birlik olabilirsek ve aşırı güvenin zararlı olduğunu aklımızın bir köşesine milletçe kazırsak İran dahil her düşmana karşı gücümüz artar.

 

Bölgemizde Müslüman müttefiklerimizi arttırabilirsek, (İbrahim Antlaşmaları partnerleri güçlenirse, sırada Suudi Arabistan, Endonezya ve diğerleri var), tüm dünyaya karşı tek başımıza duramayacağımızı anlarsak, bakarsınız İran’da da ezilen halk Ayatullah yönetimine son vermeyi başarır ve daha aydınlık günlere doğru yelken açarız.

(Ne dersiniz, çok mu iyimser oldum bu sefer??)

 

Not: Bu arada geçtiğimiz günlerde İran devlet korsanlığı yaparak Hürmüz boğazında konteyner dolu bir şilebe el koydu. Birleşmiş Milletlerde bir  üye devletin, İran, diğer bir üye  devleti, İsrael, imha edeceğini açık açık söylemesi bir suç değil; onu çoktan öğrendik. Şimdi de bir devletin açık sularda korsanlık yapıp gemilere  el koyabileceğini öğreniyoruz.

Sayın B.M. genel sekreteri Guterres:

Anybody home?








Featured Posts
Recent Posts
Archive
Search By Tags
Follow Us
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page