
Bazı geleneklere göre Pesah'tan sonraki ilk Şabat’ta hala ekmeklerimizi anahtar şeklinde yapılır. Bunun ilk sebebi yaklaşan Iyar ayında İsraelogullarını çölde 40 sene boyunca besleyecek olan Man yiyeceğinin göklerden yağmaya başlaması olarak düşünülebilir.
Tanrı’nın bizim için şimdi de geçim, bolluk bereket ve kapılarını açmalarını dilerken elimizle hamur yoğurur, bir parça ayırarak Afraşat Hala mitsvasının gerçekleştirir niyetlerimiz ve dualarımızla Şabat sofralarımızı kutsal bir mekan haline getiririz.
Yahudilik perspektifinden bakıldığında kişisel gelişim, sadece bireysel başarı ya da iyi hissetmek değil, manevi büyüme, ahlaki sorumluluk, toplumla ve Tanrı’yla ilişkide derinleşme anlamına gelir. Hayatımızın Anahtarları nelerdir bazı fikirlere birlikte bakalım:
🗝️1. Bechira – Seçim Özgürlüğü: Her An Bir Seçimdir Yahudiliğe göre insanın en güçlü aracı özgür iradesidir. İçimizde iyi eğilim (Yetser Tov) ve olumsuz eğilim (Yetser Hara) vardır. Her an hangisini dinleyeceğimize biz karar veririz.Erken kalkıp dua etmeyi ya da uyumayı seçme anı. Küçük gibi görünen seçimler kimliğimizi şekillendirir. Her seçimde kendi benliğimizi inşa ederiz.Her insanın elinde iki yol vardır; biri hayat, biri yok oluş.” – Devarim 30:19 Hayatı seçin ki yaşayasınız…
🗝️2. Teşuva – Geri Dönüş: Değişim Her Zaman Mümkündür Teşuva, “pişmanlık” değil, ruhun aslına dönüşüdür. Yahudilikte değişim için asla geç değildir. Her sabah yeni bir başlangıçtır.Biriyle ilişkimiz bozulduğunda, gururu bir kenara bırakıp adım atmak. Yahudilikte gerçek teshuva, davranış değişikliğiyle olur. “Dünya teshuva sayesinde yaratıldı.” – Midraş Bereşit Raba Değişim, varoluşun temelidir.
🗝️3. Emuna – Güven ve İnanç Her şey açık olmayabilir ama bir üst akıl, bir anlam ve yön olduğuna güvenmek, zorluklarla başa çıkarken ruhsal gücümüzü besler. Zor bir süreçte her şeyin anlamlı bir şekilde şekillendiğine inanmak. Sabır göstermek, kontrolü bırakmak ama sorumluluk almak gerekir. “Tanrı seninle birlikte yürüyor.” – Devarim 31:6 Yalnız yürümüyorsun.
🗝️ 4. Seder – Düzen ve Yapı Yahudi yaşamı zamanın kutsallığına dayanır: Şabat, bayramlar, dualar… Bu yapı insanı kaostan korur. Günlük hayatımıza da bu düzeni taşımak denge getirir.Sabahları 5 dakikalık bir dua, şükran ya da nefes çalışması yapmak. Günlük yaşamı yapılandırmak ruhsal denge getirir. “Zamanı kutsal kıl.” – Şemot 20:8 “Zamanın içini doldurmak, onu değerli kılar. “
🗝️ 5. Akarat Atov –Minnettarlık Hayatın içinde olanı fark etmek, şükretmek, zihinsel ve ruhsal sağlığın temelidir. Yahudi geleneğinde her sabah uyanınca bile teşekkür edilir. Her sabah birkaç şey için teşekkür etmek; sağlık, aile, bir fincan çay… Küçük şeyleri fark etmek ruhu hafifletir. Şükreden biri, bereketi kendine çeker. – Talmud, Berahot 7a
🗝️ 6. Kavanah – Niyet Bir eylemi otomatik yapmakla, bilinçli niyetle yapmak arasında fark vardır. Yahudi ritüelleri dahi niyetle anlam kazanır. Kişisel gelişim de bu niyetle başlar.Birine yardım ederken bunu gerçekten iyilik için mi, yoksa görülmek için mi yaptığımızı sorgulamak. Niyetler eylemi şekillendirir. Eylem önemlidir, ama niyet ona can verir. – Baal Shem Tov
🗝️7. Tikun Olam – Dünyayı Onarmak Kişisel gelişim sadece "ben" değil, "biz" demektir. Yahudilikte bireysel büyüme, başkalarına katkıyla tamamlanır. Gönüllü olmak, topluluk için bir katkıda bulunmak, birini dinlemek bile bu onarımın parçasıdır.
*Dünyayı tek bir eylemle değiştiremeyebilirsin ama birini değiştirirsen, bir dünyayı değiştirmiş olursun. * – Pirke Avot
Anahtarlarımızın maddi ve ruhani, bireysel ve toplumsal tüm mucize kapılarını açması dileğiyle.
Hodeş Iyar Tov Umevorah
Riva N. ESSEMİNİ

Netflix’te gösterilmesine başlanan sekiz bölümlük mini dizi “İstanbul Ansiklopedisi” nin senaryo yazarı ve yönetmeni Selman Nacar. Bölümler ortalama 40 dakikayı geçmiyor.
“İstanbul Ansiklopedisi” 1933 yılında Reşat Ekrem Koçu tarafından hazırlanmış tek ciltlik bir eser olup tamamlanamadan yarım kalmıştır. “İstanbul Ansiklopedisi”nin 20 bin ögeden oluşan arşivi 2017 yılında Kadir Has Üniversitesi tarafından devralındı ve 2023 yılında e-yayını olarak istanbulansiklopedisi.org, olarak erişime açıldı.
Dizi bu ansiklopediden esinlenerek, her bölüm alfabenin ayrı bir harfine denk gelecek şekilde, örneğin Galata Kulesi, Çarşanba Sokağı, Deniz Hastanesi, Emek Sineması gibi mekanların şiirsel bir anlatımı ile sonlandırılıyor. Dizi, Zehra ve Nesrin adlı iki kadının kesişen hikâyeleri etrafında şekilleniyor ve her bölümde İstanbul’un farklı bir semti veya yapısı ön plana çıkarılıyor. Bu mekânlar, sadece fiziksel olarak değil, aynı zamanda karakterlerin duygusal ve psikolojik durumlarını yansıtan sembolik anlamlar taşıyor. Dizi, İstanbul’un çok katmanlı yapısını ve karakterlerin bu şehirle olan ilişkilerini derinlemesine işliyor.
Örneğin, Emek Sineması: Nesrin’in geçmişte tutunduğu sanat aşkını zamanla yıkılan umutlarını simgeliyor. Deniz Feneri: Zehra’nın kaybolmuş yön duygusunu ve aydınlanma arayışını temsil ediyor. Galata Rıhtımı: Eski hayatların, geçmişten kalan sahipsiz hatıraların mekânı.
Karakterlerin kişisel yolculukları, İstanbul’un kaybolan mekânlarıyla paralel: Her ikisi de hem içsel hem fiziksel anlamda “kaybolmuş yerlerin insanı” gibi. İstanbul'a yeni taşınan ve Helin Kandemir’in canlandırdığı Zehra bu kentte gerçek kimliğinin ve ait hissedeceği bir yuvanın arayışındadır. Canan Ergüder’in canlandırdığı Nesrin'in ise şehirle tüm bağlarını koparmasına ramak kalmıştır. Farklı kuşakları ve kültürel geçmişlerine rağmen kesişen hayatlarıyla bu iki kadının hikâyesi, ortak paydaları olan İstanbul'da gözler önüne seriliyor.
Dizide üniversiteyi kazanıp İstanbul'a gelen Zehra annesinin bir zamanlar çok yakın, ancak yirmi yıldır dargın olduğu arkadaşı Nesrin'in evinde kalacaktır. Nesrin, Zehra’ya annesinin kendisinde kalacağını bilip bilmediğini sorar ve bundan annesini haberdar etmesini ister. Ancak Zehra’nın bu istemi bir kaç kez hatırlatılmasına karşın yerine getirmemesi üzerine evden kovulur. Dördüncü bölüme kadar eski iki arkadaşın dargınlık nedenleri izleyecinin merakını uyandırmayı ve belli bir gerilim oluşturmayı başarıyor.
Dizi çok katmanlı bir senaryoya sahip, çok fazla konuyu bir arada anlatmaya çalışırken bazen bu yoğunluk içinde tökezlediği ve yorduğu anlar oluyor. Zehra ile Nesrin arasındaki bağın daha farklı olduğunu ve kültürel sınırlamalar nedeniyle yeterince derinlemesine işlenemediğini düşünüyorum. Yine de dizi oldukça cüretkar hatta argoya kaçan diyaloglar içeriyor. Kimi zaman da son derece şiirsel...
Dizinin adını İstanbul’dan almasına rağmen dolu dolu Istanbul manzaraları görmeyi uman izleyici sadece her bölümün sonuna kırpıştırılmış kısa sahnelerle yetinmek zorunda kalacaktır. İsmi "İstanbul Ansiklopedisi" olan dizide son iki bölüm dışında çok fazla "İstanbul" yok.
Son iki bölümde dizi Zehra’nın "dini inanç" odaklı kişilik bunalımı etrafında gelişen bir hikayeye dönüşüyor.
Dizide bazı bölümler oldukça durağan, sakin ve az diyaloglu sahneler içermesine karşın sinemasal açıdan son derece başarılı. Uzun uzun gösterilen mekanlar izleyiciye o boşluk duygusunu hissettiriyor. İstanbul bir kartpostal güzelliğiyle değil; eskimiş, yorulmuş, ama hâlâ bir ruh taşıyan haliyle gösteriliyor. Melankoli ve aidiyetsizlik hissi çok baskın. İzleyiciye nostalji değil, “geçmişin yükü” duygusu hissettiriyor.
Kanımca, “İstanbul Ansiklopedisi” her şeye rağmen, izlemeye değer bir yapım .. Hele genç Helin Kandemir’in muhteşem oyununu izlemek için bu dizi görülmeye değer.
Av. Yakup BAROKAS

Bu haftaki bölüm, kişinin DERİSİNİ – GİYSİLERİNİ - sahibi olduğu EVİNİ etkileyen tuhaf bir hastalıktan söz eder. TSARA’AT………..
Metzora (Tsara’at Hastalığına yakalanmış kişi) - genellikle yetersiz ve hatalı bir şekilde "cüzzam" olarak çevrilir. Oysa o dönemde henüz bulaşıcı hastalıklar kavramı bilinmiyordu.
"Size mülk olarak vermekte olduğum Kenan Toprağına geldiğinizde, ülkenize ait eve tsara’at lekesi yerleştireceğim…" (Vayikra 14:34)
Tanrı'nın kullandığı kelimelerin tuhaf seçimine dikkat edin. İsrail Toprakları'nın mirası bir "HEDİYE"dir ve evin duvarlarındaki tsara'at sıkıntısı da öyledir! Tanrı Tsara’atı belirli bir koşula bağlamamakta “ne olursa olsun yerleştireceğim” demektidir. Bir anlamda “müjdelemektedir”.
Metzora yasaları oldukça katıdır. Ciltteki beyaz - kırmızı lekeler -- bedensel iltihaplar ve çarpıklıklar. Bir Kohen tarafından yapılan muayeneler ve bir "Metzora’lının" İsrail kampından atılması ve eğer saflık sağlanamazsa tüm evin yıkılması. Ne "hediye!"
“DERİ” (עור) için kullanılan İbranice kelime “IŞIK” (אור) sözcüğü ile bağlantılıdır. Cennet Bahçesinden kovulmadan önceki ve sonraki halimizi ifade eder. Tora, “Fiziksel Cilt” (deri) hastalığından değil de “İÇSEL IŞIĞIMIZI” engelleyen manevi bir hastalığa gönderme yapmaktadır.
Hepimizin bir “İç Işığı” vardır. Bu, bizim eşsiz kutsal kıvılcımımızdır. Bizi özel ve benzersiz kılan şeydir. Ancak bu ışık engellendiğinde, kendimizi kaybolmuş, yalnız ve dünyadan kopuk hissederiz.
Hastalıkla lekelenen “GİYSİ” için kullanılan ibranice kelime “BEGED”dir. (Vayikra 14:47) Beged’in kökü Boged’le yani “İhanet” – “İnancını bozmuş” kişi ile bağlantılıdır. (İşaya 24:16)
Adem ve Havva, Cennet Bahçesi’nin pastoral günlerinde hiçbir giysi giyimezlerdi. Çünkü bedenleri ışık saçardı. Ancak Tanrı’ya olan “inançlarını bozup” yasak meyveyi yedikten sonra giysi (fiziksel cilt) kavramı zorunlu olarak ortaya çıkmış oldu.
Tanrı bizleri “Peru U’Revu” – “Verimli olun ve Çoğalın” diyerek mübarek kıldı. (Bereşit 1:22) Bu bir hediyedir. Ancak leke (hastalık) EV’de – BAYİT’te (בית) görülürse……..(Vayikra14:34)
EV (bayit), Babanın (אב) otorite alanını belirtir. Ev olarak ifade edilen “Yaratılışın Boş Alanı” (Bina), Baba denilen “Tohum” (Hohma) tarafından yönetilir.
Bu evi kullanan “Ogullar” (Bene-YisraEL) Bayit’i (rasyonel olmayan içgüdüsel) “Arzu” larla kirletemez. Arzu - “Ta’avah” (תּאוה) - Bayit (בית) sözcüğü ile aynı sayısal değeri paylaşırlar. (412)
Bir kadın doğumdan hemen sonra bir ayrılık zamanıyla kutsanır. Bu bir “Kampı terk etme” zamanıdır. Ardından geri dönmesi için kendisine bir yol sunulur. Bu durumu sadece doğum bağlamında değil, aynı zamanda bir yaratılış süreciyle ilgili olarak da anlamalıyız.
Doğum gibi yoğun bir “Yaratılış” anında, kişi zaman ve mekan sınırlarının dışına çıkar. Yani Ayin'den ("Hiçlik"ten) - Yeş’e ("Varoluş"a) doğru ilerleyen alemler (olam) arasındaki alana dokunur. Bu alemler, tamamen doğum süreci tarafından ele geçirilir.
Sanatçı şiirin, resmin veya şarkının içinde yaşar ve dünyanın geri kalanı bir süreliğine yok olur. Tazria'nın kutsaması, normal hayata (topluma) geri dönmenin bir yolunun tekrar olacağını bilmektir. Yaratıcı sürecin ortaya çıkması için gerekli olan yabancılaşma zamanı da sonludur.
Sanatçı eserini tamamladıktan sonra geri dönebilir ve yarattığı zenginlikleri beraberinde getirebilir. Topluluğu ile yeniden bütünleşir ve kabul edilir.
Bu topluluğa geri dönüş Kohen kavramı ile sembolize edilen “Yeniden Bütünleşme” (Şalom) gücü olarak bize gelmesidir. Bu süreçte anne veya sanatçı iki sunu getirir: Bir HATAT ve bir OLA kurbanı.
HATAT, kasıtsız günahlardan arınmayı kutlayan bir sunu. Bu yaratıcılık anında “saflığı” ve hayatın geri kalanını zorunlu olarak ihmal ettiysek, arınabilir ve toplum hayatıyla yeniden bağlantı kurabiliriz.
OLA, tamamen ateş tarafından tüketilir. Bu süreçte harika bir şey yaratırken “egomuzu” (dürtüsel arzularımızı) yaratımımızla özdeşleştirme tehlikesi vardır. Ola sunusu, yarattığımızı tamamen Tanrı'ya, kozmosun bütünlüğüne adama yoludur.
Evi – Bayiti (Yaratılışın Boş Alanını/Bina) saflaştırmak için iki kuş getirilir. Biri öldürülür, bu eski benliğinizdir. Diğeri ise yeni bir hayata özgürce uçan - yeni doğmuş olanın benliğini ifade etmek üzere açık arazide serbest bırakılır.
Dilerim ki, bir Yaratım yolculuğuna çıkacağınız zaman o “iç ışığınızı” parlatmayı unutmazsınız.
Sevgilerimle - Shabat Shalom
MOŞE PASENSYA