Çelişkiler Denizinde Mucizeler Ülkesi İsrael Kopyası
- Ezra BEHAR
- 3 saat önce
- 2 dakikada okunur

Bana sık sık soruyorlar:“İsrael’de siyaset neden bu kadar karmaşık? Kim ne istiyor? Ülke nasıl oluyor da bu kadar farklı toplulukla hâlâ ayakta kalıyor?”
Bu soruların basit bir cevabı yok. Çünkü İsrael, dünyada eşi benzeri olmayan bir toplumsal mozaiğin üzerinde yükselen bir ülke. Tel Aviv’in sokaklarında, Yeruşalayim’in katmanlı mahallelerinde ve Hayfa’nın karışık yapısında aynı manzarayı görüyorsunuz: Ultra-ortodokslar, sekülerler, Mizrahiler, Aşkenazlar, Rusça konuşan göçmenler, Etiyopya kökenliler, Arap vatandaşlar, Dürziler, milliyetçiler, liberaller, eski kibutzlular ve yüksek teknoloji elitleri aynı yaşam alanını paylaşıyor.
Birçok ülke için bu çeşitlilik çatışma ve istikrarsızlık demek olurdu. İsrael’de ise farklılıkların birbirine sürtünmesinden doğan bir denge ortaya çıkıyor. Ülkenin bugün yaşadığı siyasi çıkmazın kaynağı da aslında bu çeşitlilik: Herkesin birbirine mecbur olması.
Koalisyonlar sürekli değişiyor, onlarca küçük parti Meclis’te temsil ediliyor, protestolar zaman zaman ülkenin ritmini belirliyor. Bu görüntü dışarıdan bakıldığında bir karmaşa gibi durabilir; içeriden bakıldığında ise çelişkilerin içinden çıkan dinamik bir düzen görülüyor. Siyaset bilimci Arend Lijphart’ın konsensus demokrasi teorisi tam da bunu tarif eder: Derin bölünmelere rağmen ayakta kalan sistemler, zorunlu iş birliğiyle var olur. İsrael bu teorinin belki de en güçlü örneği.
Son yıllarda yaşanan yargı reformu tartışmaları, güvenlik tehditleri ve ekonomik baskılar, toplumsal gerginliği belirginleştirdi. Buna rağmen yasama, yargı ve yürütme arasındaki denge mekanizmaları hâlâ çalışıyor. Yüksek Mahkeme’nin bağımsızlığı, Knesset komisyonlarının gücü, hükümetlerin kendini sürekli yenilemesi, medya ve sivil toplumun sesini yükseltebilmesi- tüm bunlar sistemin derinlerde nasıl ayakta kaldığını gösteriyor. İsrael, tartışarak ilerleyen bir ülke ve her düşüşte yeniden kalkmayı bilen bir yapı.
Rakamlar da bu dayanıklılığı doğruluyor. Birleşmiş Milletler İnsani Gelişmişlik Endeksi’nde üst sıralarda; OECD’nin inovasyon ölçümlerinde dünya liderleri arasında, yaşam beklentisi yüksek; üniversiteleri ve start-up ekosistemi küresel ölçekte etkili. Bu veriler, politik sarsıntılara rağmen ülkenin kendisini yeniden dengeleyebildiğini gösteriyor.
Belki de İsrael’in asıl sırrı burada yatıyor: Birbirine hiç benzemeyen, hatta zaman zaman birbirini anlamayan toplulukların, istemeseler bile, ülkeyi birlikte taşımak zorunda olmaları. Bu zorunluluk, görünmez ama güçlü bir bağ oluşturuyor. Farklılıkların sürtünmesi, ülkeyi ayakta tutan bir yapıştırıcıya dönüşüyor.
Evet, bugün ciddi bir siyasi tıkanıklık var. Güvenlik tehditleri artıyor, ekonomik baskılar hissediliyor, toplum keskin çizgilerle ayrılmış durumda. Ancak tarihe bakınca unutulmaması gereken bir gerçek var: Bu ülke, kuruluşundan bu yana imkânsızı mümkün kılmış bir ülke.
1948’de hayatta kalmayı başardı. Çölleri yeşertti. Dünyanın dört bir yanından gelen göçmenleri tek bir toplumda eriterek benzersiz bir kimlik oluşturdu. Su ve doğal kaynak kıtlığına rağmen teknoloji devine dönüştü. “Olmayanı oldurma” becerisi bu ülkenin DNA’sına işlenmiş durumda.
Bu nedenle asıl sorulması gereken soru şu değil:“İsrael bu çelişkiler denizinde nasıl ayakta kalıyor?”
Asıl soru şu:“Bu çelişkilerden yeni bir dengeyi nasıl doğuracağız?”
Cevabı kolay değil. Ama tarihe bakıldığında açık olan bir şey var:Eğer dünyada çelişkilerin içinden yeniden bir mucize çıkarabilecek bir ülke varsa, o da İsrael’in ta kendisidir.
Ezra BEHAR
Bir önceki sosyalağlardan yazısını okudunuz mu?




