Judeo- Espanyol ve “ben”???
top of page

Judeo- Espanyol ve “ben”???


(Yazarın yazısını sesli dinlemek için tıklayınız)

Sevgili okurlar… Bu yazımın başlığını atarken gerçekten tereddüt ettim. “Ben” sözcüğünü yazarken, birkaç kez sildim/ yeniden yazdım… Çünkü köşe yazılarında yorum getirmenin yeterli olduğuna inanıyor, kendimizden, özel yaşamlarımızdan (tabii bazı otobiyografik çalışmalar hariç) bahsetmeye pek de sıcak bakmıyorum. Ama konu Judeo- Espanyol olunca ve bu lisan ile ilişkimden söz etmeye karar verince “ben”i kullanmak şart oldu…

Geçtiğimiz hafta ZOOM üzerinden Türkiyeliler Birliğinin Facebook sayfasında, “Savor de Boka” başlığı altında Judeo-Espanyol bir program yaptık. Beş hanımdık… Aramızda bu lisanın aşinaları, hatta uzmanları vardı… Her birimiz farklı şeylere değindik, ama her birimizin anlattıkları kültür ve geleneklerimizin birer yansımasıydı. Programı izleyenlerin sayıları binlere ulaştı, hala da yükselmeye devam ediyor.

Judeo-Espanyol ile tanışmam tabii ki her Sefarad ailesinde olduğu gibi evde oldu. İlkokula başladığım altı yaşıma dek bana sadece Fransızca konuşulsa da, evimizin lisanı Judeo-Espanyol ve ebeveynlerimizin kırık Türkçesiydi… O dönemlerde azınlıklar kendi lisanlarını konuşurlar, Türkçeye fazla vakıf olmazlardı.

Benim neslim artık Türkçeyi düzgün konuşan ilk nesildi… 1928’de ilk kez başlayan “Vatandaş Türkçe konuş” akımı ve politikaları uzun yıllar etkisini sürdürdü güzel Türkiye’mizde... Benim çocukluğumda da devam etti. Annemizin, teyzemizin sokakta, vapurda, dolmuşta Judeo konuşması benim utançtan “yer açılsa da içine batsam” dediğim anlardı… Çünkü zaman zaman geniş toplumdan insanların kötü bakışlarının ve uyarılarının hedefi olurduk. Bunlar her azınlık ailesinin yaşadığı durumlardı…

Oysa ben çocuk aklımla, neden farklı olduğumu anlamakta güçlük çekiyor, herkes gibi, geniş toplumdan arkadaşlarım gibi olmaya can atıyordum. Bu durumda da düşmanım kimdi? Tabii ki en başta evimde esen Judeo- Espanyol rüzgârı…

Hafif isyanların oynandığı ergenlik çağında bana bu lisanda konuşulsa, verdiğim cevap her zaman Türkçeydi… Hatta biraz da kızarak… Ama büyüdüğümde, aile geçmişimi, kökenimi, dini aidiyetimi idrak edecek yaşa geldiğimde durum değişmeye başladı. Zaman değişimlere gebedir derler ya, bu lisanın tınıları yavaş yavaş kulağıma hoş geliyordu artık. Hele hele otuzlu yaşlarımda bir İspanya seyahatimde hafızamdaki üç, beş sözcüğü kullanıp anlaşıldığımı gördüğümde dünyalar benim oldu.

Ebeveynlerim yaşlanmaya başladıklarında onlarla Judeo konuşmaya çalıştım… Baktım ki bu diyalogdan mutlu oluyorlar. İletişim daha candan oluyor. Devam ettim… Her ne kadar rahmetli annem; “İspanyolcayı Ermeni şivesi ile konuşuyorsun” dese de… Babam da bana Çanakkale’deki çocukluk yıllarını, geçmişini bu lisanda anlatıyordu sohbetlerimizde… En önemlisi de fıkralarını bize bu lisanda anlatıyordu… Çoğunlukla “Tiyo Avramachi” fıkralarıydı bunlar…

Şalom’da geçen uzun yıllarımda gazetenin Judeo-Espanyol sayfasını yöneten sevgili Klara Perahya, aramızda zaman zaman eğlenmek için bu lisanda konuştuğumuzu duyduğunda Tilda Levi, Ester Yannier ve bana; “Siz bu lisanın son temsilcisi nesilsiniz, yazmayı biliyorsunuz, Judeo yazsanıza” diye yakarırdı. Rahmetli Klara’nın arzusunu biz yerine getiremedik ama çok şükür ki sorumlu kişiler Klara’nın yolunu sürdürmekteler.

Yazımın başında geçen hafta yaptığımız “Savor de Boka” yani “Damak Tadı”ndan bahsetmiştim. Bu projeye katılmam istendiğinde ilk yanıtım, “Yok canım, daha neler, ben yapamam” oldu. Sonra, “bir düşüneyim” dedim. Amacım bir zamanlar babamın bize anlattığı ve çok sevdiğim, “Tiyo Avramachi” fıkralarını birilerine anlatabilmekti. İşte fırsat ayağıma gelmişti. O fıkraları Türkçe anlatmanın hiç tadı yoktu. Babamın bize anlattığı lisanda aktarıldıklarında anlam kazanıyor, özgünlüğünü yitirmiyorlardı.

Oturdum yazmaya başladım… Babamın sözcüklerini hatırladım. Sanki o karşımda anlatıyor, ben yazıyordum. Benden mutlusu yoktu. Fıkraların ikisi yıllar sonra yeniden hayat kazanmıştı. Peki, canlı yayında dilim dönecek miydi? “Tiyo Avramachi” fıkralarının etnik havasını yansıtabilecek miydim? Artık şans yaver gitti mi desem, yoksa bunca yılın kulak dolgunluğu işe yaradı mı desem? Bu işin altından kalkabildim.

Beş hanım birlikte yaptığımız program başarılı oldu. Çok kişi izledi, halen de izlenmeye devam ediyor… Belgesel değeri olduğu söylendi. Bu yönde devam etmemiz dileklerinde bulunuldu. En güzeli de yetişkin oğullarımdan aldığım, “Bravo Anne” övgüsü oldu… Her ne kadar anlattıklarımı yarı buçuk anladılarsa da, büyükbabalarının anlatılarını, bu lisanın tınısını annelerinden duymak onları hem şaşırttı, hem mutlu etti… Havaya girmişken devam edeyim bari…

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page