BİR  DOSTU  OLMALI  İNSANIN…
top of page

BİR  DOSTU  OLMALI  İNSANIN…


Merhaba sevgili okuyucularım. Bol yağmurlu, epeyi serince, bereketli günlerden birinde yeniden bir aradayız. Sizleri bilemem ama, benim şu son on beş günüm deliler gibi yazı yazmakla geçiyor. Gazeteye durmaksızın gönderdiğim yazılar, vermem gereken konferanslar, araştırmalar, okumalar ve yazmalar…

Bu arada ev, bark, çocuklar, torunlar, dertleri, sevinçleri, üzüntüleri ve başarıları…

Biri üzülür, ben ağlarım. Bir sınavdan 97 alır, ben övünürüm. Birinin ateşi çıkar dövünürüm. Biri bir ödül kazanır, yükselir, uçarım. Bir de umulmadık sevinçler yaşarım arada bir. Mesela yıllar ötesinden mavi gözlü bir melek, dudaklarında en güzel gülüşüyle kapımda beliriverir. Ta İstanbul, Bahariye, İleri Sokak’tan, Rishon Letsiyon, Galili Sokağı’na. Artık İsrael’de yaşıyoruz. Elinde bir paket, içinde kendi özel koleksiyonundan güzelim bir parça.

Kendisi aynı. Pembe beyaz, maviş gözlü, cıvıl cıvıl… Ben de galiba biraz aynıyım, kumral düz, perçemli saçlar, ciddi bakan koyu renk gözler. Benim 3-4 yaşımdan itibaren, birlikte büyüdüğümüz sevgili, komşu kız arkadaşım. Evlerimiz karşılıklıydı, soğuk havalarda, kapalı camların ardından birbirimize oyuncaklarımızı gösterir ve çok eğlenirdik. Annesi onu bize getirirdi, salonda evcilik oynardık. O, benim pembe oyuncak çay takımıma bayılırdı. Yaz günleri annem beni onlara götürürdü. Onların müstakil evlerinin kocaman arka bahçelerinde saatlerce oyunlar kurar ve oynardık. Bahçede çeşitli meyve ağaçları vardı. Annesi ağaçtan şeftali koparır bize ayıklayıp verirdi. Bahçede bir de üzeri ağır bir taşla kapatılmış kuyu vardı. Ona yaklaşmak yasaktı. Oradan geçerken geniş açı çizerdik. Anne, babalarımız gencecikti, ama bunun ayırdına şimdi vardık. Bazen onların arabasına biner, birlikte gezmeye giderdik. Kız kardeşi daha doğmamıştı bile…

Canım eski dostum ile, ilerdeki yıllarda epeyi ayrı düştük. Okullar bitince, evlilik, annelik, koşuşturma derken ayrı düştük. İstanbul’un uzakça yerlerinde yaşadık. İkişer oğlumuz oldu. İkisi adaş. Babaanne olduk. İkimizin de iki kız, bir erkek torunumuz var. Bunlar iki yaşamın özetinin özeti. Diğer yandan yaşamda farklı yollar tuttuk. Yol boyunca o önce iş kadını, ardından cemaat yönetiminin yetkin kişilerinden biri oldu. Yakışıyordu benim arkadaşıma.

Ben kendimi yazıya verdim. Gazeteci yazar oldum. Kitaplarım yayınlandı. Şarkı söyledim, konserler verdik. Yani her ikimiz de yaşamın keşmekeşi içinde, kendi tuttuğumuz yollarda bayağı popüler olduk. Arada bazı ortamlarda karşılaşır, sarılır, hal hatır sorar, öpüşürdük. Birbirimizden hep haberimiz vardı. Büyüklerimizin veda törenlerinde ağlaştık, hep “buluşacağız” dedik ama olduramadık.

Ve cumartesi günü kapımı çaldı, içeri girdi ve kaldığımız yerden yeniden başladık. Eskiler, yeniler, çocuklar, eşler, kahkahalar, iç çekişler… O yaşadığı fırtınalarda dökülen çiçekleri, yeni umutlara tomurcuk vermeye başladı. O güçlü bir kadın. Tıpkı “Rodos Heykeli” gibi dimdik duruyor.

Ben ise Rodin’in “Düşünen Adam” heykeli gibiyim. Yazıyorum, yazıyorum yetmiyor, okuyorum okuyorum beni doyurmuyor.

Biliyorum, bir şey var yapmak istediğim,

Epeyce yaklaşıyorum,

Yakalayamıyorum…

Canım, eski minik, şimdiki bilge arkadaşım seni yeniden bulmuşum, yağma yok, bir daha bırakmam. Bu karşılıksız, koşulsuz, masum bir sevgi… Çıkarlar uğruna asla kirlenmeyen… Hep öyle kalacak. Yakında bir gün, bu sefer senin kapının zilini ben çalacağım.

Bir dostu olmalı insanın,

Düştüğünde “ver elini” diyen değil,

“Al elimi” diyebilen.

Dedim ya biraz önce,

Seni çıkarsız sevebilen…

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page