Hepinizin bildiği gibi, geçtiğimiz haftalarda Kula’930 oyunu Raanana’da muhteşem performanslara imza attı. Hepinizin bildiği gibi diyorum, çünkü sosyal medya paylaşımlarından gördüğüm kadarıyla, yine her zamanki gibi kapalı gişe oynamış, olağanüstü bir seyirciye ulaşmış ve büyük beğeni toplamış. Ben bu kez, bu şanslı izleyici güruhunun arasında yer alamadım, ancak ne mutlu bana ki, bundan bir önceki Kula’930 gösteriminde ufak da olsa bir rol kapabilmeyi başardım…
Kula’930 bundan tam 41 yıl önce sahneye konulmuş – ben tabii o zamanlar, ne oyunun farkındayım, ne de konusunun. Tabii o dönem 8 yaşında olmam ve Ladino bilmemem de işin tuzu biberi, daha doğrusu izlememiş olmam için son derece geçerli nedenler. İlk prodüksiyonunda oyun resmen patlamış, Dostluk Yurdu Derneğinin o minicik salonunda defalarca oynamış, salon dolmuş taşmış insanlar merdivenlere bile sığışamamışlar, seyirci istedikçe tam 75 kez sahnelenmiş, rekorlara imza atmış.
Aşağı yukarı 25 sene kadar sonra, daha kesin konuşmak gerekirse 2001 senesinde, tiyatro sahnelerinin tozunu yutmaya alışkın bir dostum beni aradı, “Gel, seni de tiyatrocu yapacağım,” dedi. Gülmeye başladım, çünkü o güne dek okul müsameresi dışında hiçbir sahne çalışmasında yer almamıştım. Oyunun Kula’930 olduğunu öğrenince bu kez resmen kahkaha attım, çünkü ben hâlâ tek kelime Ladino konuşamıyordum. “Sorun değil, replikleri ezberlersin,” dedi. Nasıl kanıma girdi, ne şekilde kandırıldım inanın bilmiyorum, ama bir akşam kendimi tiyatro provasında buluverdim. Ve işte benim Kula’930 maceram da böylece başlamış oldu.
Provalar tüm hızıyla sürerken, inanılmaz yoğun günler yaşıyorduk. Provalardan bir tanesinde, dönüp arkadaşıma, “Allah aşkına benim repliğimde sevoya diye bir kelime geçiyor, sevoya ne demek?” dediğimi ve arkasından da gözlerimizden yaşlar gelinceye kadar güldüğümüzü hatırlıyorum. Konuya o denli “Fransız’dım”. Yanlış anımsamıyorsan, 600 kişilik bir tiyatro sahnesini tam 12 kez hıncahınç doldurmayı başardık ve her gösterimde biz amatör oyuncular da en az izleyiciler kadar keyif aldık. Ardından İzmir ve İsrael turneleri başladı, Yahudi Kültürü Avrupa Günü etkinliklerinde bir okul bahçesinde sahne aldık… Hepsi birbirinden başarılı geçti ve alnımızın akıyla, bol bol da sahne tozu yutarak Kula’930 maceramızı sonlandırdık.
Geçen sene, bir de baktım ki bu kez oyun 40. yılını kutlama kapsamında tekrar sahnede. Mutlaka izlemem gerek, diye düşündüm ve ekip o kadar başarılıydı ki, finalde onları ayakta alkışlarken gözlerim doldu. Aradan onca yıl geçmiş olmasına rağmen heyecanlarından, o amatör tutkularından, neşelerinden hiçbir şey kaybetmemişlerdi ve izleyiciler bir kez daha onları avuçları patlayıncaya dek alkışlıyordu. Ne mutlu onlara ve ne mutlu bana ki, ucundan da olsa bu mükemmel projenin bir parçası olabilmişim.
Demem o ki, bazı oyunlar vardır izler unutursun, bazı oyunlarsa müthiş ses getirir, insanın hayatında yer eder ve geride güzel bir hatıra bırakır. Kula’930 da sevgili Karen Gerson Şarhon’un deyimiyle cemaat belgesi olarak arşivlenmesi gereken oyun. Daha nice 40 senelere…