top of page

Search Results

"robert-shild" için 310 öge bulundu

  • Bali’nin Schild’e Yanıtı

    Robert Schild’in İYT web sitesinde yayınlanan 6.Nisan.2021 tarihli Yom haŞoa ve “Holokost Tüketimi” başlıklı Merhaba Robert, Bu haftaki yazını okudum. Sağlıcakla, robert

  • Eurovision “Meydan Muharebesi”

    Geçtiğimiz cumartesi gecesi Malmö’de finali yapılan Eurovision Song Contest, müzik yarışmaları tarihinin belki de en gerilimlisiydi! Salondaki kimi seyirciler İsrailli katılımcı Eden Golan’ı prova ve elemelerde olduğu gibi, final akşamı da yuhalarken, ekran karşısındaki izleyiciler bunu fazlasıyla telafi edecekti: Şaşırtıcı olan, “uzmanlar” (?!) jürisinden aldığı puanlarla sıralamanın orta/sonlarında yer alan Golan’ın beşinci olmasından öte, halk jürisinin seyirci sıralamasında ikinci en yüksek oyları alması ve çok sayıda 12 puanlara layık görülmesiydi. Sadece Alman halkının değil, İspanya, Hollanda, Belçika gibi güçlü Filistin yanlısı protesto ve söylemlerinin kamuoyuna hâkim olduğu diğer ülkelerin çok önünde yer aldı İsrael… Alman Die Welt gazetesinin bu konudaki yorumu ise şöyle olacaktı: “Bu sonuç, sokaklardaki İsrail karşıtlarının sesleri yüksek çıksa da, en çok ses çıkaran olmadıkları konusunda umut veriyor”. Kendisinin “bineer cinsiyet ayrımı”nın dışında olduğunu ilan eden Nemo, 1956'da Lys Assia ve 1988'de Céline Dion'un ardından üçüncü kez İsviçre’ye ESC'yi kazandırdı ve 1998'de İsrail adına Dana International (“Diva”) ile 2014'te Avusturya adına Conchita Wurst'un (“Rise Like A Phoenix”) ardından kazanan üçüncü cinsiyetler arası kişi oldu. The Code isimli şarkısı, özellikle “uzmanlar” tarafından çok beğenildi. 36 ülkeden 25 finalistin katıldığı yarışmada Nemo, göz bölgeleri yapay elmas yıldız motifleriyle çevrili, kabarık kayısı krem rengi bir giysi içinde “Cirque de Soleil” türü bir performans sergiledi. Şarkı sözlerinin iletisi ise şunları özetliyordu: “Cehenneme gittim ve geri döndüm / Kendimi yolda bulmak için / Kodu kırdım, vhoa-oh-oh”. Kimi yorumculara göre The Code, çağdaş “Eurovision Müziği” anlayışı ve beğenisi bağlamında, o ortama “cuk gibi oturuyor”! İsviçre’nin saygın Neue Züricher Zeitung Gazetesi bu şarkıyı “…sanki Queen grubu, Eminem ve Mozart'tan esinlenilmişçesine coşkulu ve akılda kalıcı bir melodi” olarak tanımlıyor . Bana kalırsa müzikten çok daha önemlisi, bu cesur haykırışın, İsviçre dahil Batı Avrupa ülkelerinde günden güne daha çok hortlamaya başlayan sağ popülizme yönelik olağan üstü bir karşı çıkış olmasıdır! 1968 kuşağından “kalma” biri olarak, gençliğimizin Eurovision ve San Remo gibi şarkı yarışmalarında, önünde salt bir mikrofon ile sahne alan bir(kaç) vokalistin, bazen küçük bir koro eşliğinde “What’s Another Year”, “Halleluja” veya “Waterloo” gibi son derece melodik, kimi zaman anlamlı sözlerden oluşan bestelerin “hastasıyım”. Bugün ise, çoğu kez anlaşılmayan sözlerle haykırılan ve ezgilerden daha çok, sahnedeki ışık oyunları ile sanatçıların devinimleriyle öne çıkan şarkılı gösteriler izliyoruz! Bütün bunlar bir yana, Malmö'deki Eurovision aynı zamanda, gelmiş-geçmiş olanlar arasında siyasi açıdan en saldırganıydı! Cumartesi öğleden sonra, aralarında küresel ısınmaya karşı olan aktivist Greta Thunberg’in de bulunduğu yaklaşık 10.000 kişi kent merkezinde, daha önceki günlerde de olduğu gibi, İsrail’in yarışmanın dışında bırakılmasını talep eden bir yürüyüş gerçekleştirdi. Malmö'den gelen görüntüleri oluşturan binlerce İsrail karşıtı kışkırtıcı, bir müzik şenliği atmosferini bozmayı sürdürüyordu... Dahası, kapalı kapılar ardında diğer katılımcıların Eden Golan’a yönelik düşmanlığı da basın toplantılarında açıkça görülüyordu. Bunların başında ne yazık ki yarışmayı kazanacak olan Nemo’nun yanı sıra Fransız Slimane, Hollandalı Joost Klein, İrlandalı Bambi Thug ve Yunanlı Matti Satti yer alıyordu… Karşı çıkışların arasında, Avrupa Yayın Birliği’nin Rusya ve Belarus’u yarışma dışı tutmasına karşın, İsrael’e yeşil ışık yakması da yer alıyordu – ne var ki bunu öne süren “akıllı” karşıtlar, şu gerçeği ya bilmiyor veya algılamaktan yoksundu: Rus TV yayıncıları, tümden Putin propagandası yapan kanallardı – oysaki İsrailli yayıncı KAN, Netanyahu'yu da eleştiren bir medya kuruluşudur! Özetle – kültür, müzik endüstrisi ve eğlencenin her alanından seçilen değişik ülkelerin jürileri yüzde 50 oy gücüne sahip olmasaydı, İsrael ikinci, Nemo ise ancak beşinci olabilecekti… Bu bağlamda, onyıllardır siyasetin de etkin olduğu öne sürülen ESC’e yön veren müzik endüstrisinin “elit” kesiminin, sıradan halktan çok daha aşırı bir İsrael karşıtı olduğu savlanabilir mi acaba? Yılmadan sabır ve dayanışma, ardından da büyük bir sahne başarısı gösteren Eden Golan ve dans ekibi ise, sokaktan gelen tüm baskılara, dayanılması zor gerilime, keza nefret dolu kimi meslektaşına rağmen beşinci oldu – ve bunu da ekran karşısındaki izleyicilerin empatisi ile sosyo-kültürel bilinçlerine borçlu olsa gerek… Ne kadar sevindiricidir ki, otuz beş finalist ülkenin halk topluluklarının arasında İsrael’e on beşi 12’şer ve yedisi 10’ar puan vermişken, sadece ikisi (Hırvatistan ve Ukrayna) Eden’i “es” geçecekti! Son söz olarak, yazar Amoz Oz’un kızı, sol ve liberal düşünceli aydın, Yeruşalayim Üniversitesi emekli profesörlerinden aktivist Fanny Oz-Salzberger’in (@faniaoz) ESC hakkındaki şu X(tweet) mesajına yer verelim: “İsrael’den Eden Golan ikinci en yüksek halk oyunu kazandı. Hırvatistan bu bölümü sadece iki puan farkla önde götürüyor… Sessiz akımlar olarak adlandırdığım şu oluşuma dikkat edin: Dünya çapında milyonlarca seçmen, İsrail'in derin üzüntüsünü yanı sıra performansındaki yetenek, cesaret ve güzelliğini onurlandırırken, Eden ile ekibine yönelik sayısız nefret olayından uzak durdu. Ve hayır, antisemitler, bu oylar Yahudi parasıyla satın alınmadı. İğrenç eski önyargılarınızı tazeleyin. Teşekkürler Eden. Şimdi rehineler ile Gazzeli masumlara geri dönelim…”

  • Oedipus ve Bibi

    Geçenlerde Cameri Tiyatrosu’nda ikinci sezon boyunca büyük beğeni ile sergilenen, İngiliz oyun yazarı Robert Yüzyılda kaleme aldığı “Kral Oedipus”unu ise Robert Icke’den Cameri’de, seçim zaferinin arifesinde olan

  • Avusturya Parlamentosu’nda "Kasım Pogromu" Anma Töreni

    Erez Israel’in güneyiyle kuzeyinde endişe ve üzüntüyle izlediğimiz savaşın gelişmelerini yorumlamayı bu hafta kalem arkadaşlarıma bırakarak, bir kitap lansmanı için Avusturya Parlamentosu’na davetli olduğumuzu ender bir fırsat görüp, aynı mekânda eşimle birlikte yaşadığımız çok özel bir töreni paylaşmak istiyorum sizlerle… 9 Kasım 1938 akşamını 10 Kasım'a bağlayan gece ile ertesi gün boyunca, Avusturya genelindeki Yahudi sinagogları, Almanya’nın her kentinde olduğu gibi saldırıya uğrayıp ateşe verildi, dindaşlarımızın neredeyse tüm dükkânları yağmalandı ve çok sayıda Yahudi vatandaş taciz edildi, yüzlercesi öldürüldü. O yıllarda salt Viyana’da 102 sinagog bulunuyordu ve ülkedeki toplam Yahudi nüfusu, 167 bini Viyana’da olmak üzere, 201.000 kişiye ulaşmıştı. Bilindiği gibi bu vahşi saldırılar, Nazi rejimi tarafından düzenlenmiş bir kampanyanın parçasıydı. Daha yüzeysel biçimde "Kristallnacht" (yüzlerce Yahudi dükkânlarının kırılan vitrin camlarından esinlenerek "kristal gecesi") olarak tanımlanan, tarihçiler tarafınca Nazi Kasım Pogromları adıyla anılan bu olay, Avusturya'daki Yahudi karşıtı zulmün ilk zirvesini oluşturup, Şoa ile doruğa ulaşan insanlığa karşı işlenen gaddar suçların önünü açacaktı… Daha 1981 yılına kadar kendisini "Nazi rejimin bir kurbanı" olarak nitelendiren Avusturya Devletiyle halkının büyük bir kısmı, o dönemin Başkakanı Franz Vranitzky’nin tarihi konuşmasıyla bu yanıltıcı tutumundan geri dönüp, Naziler ile işbirliği yapan Avusturya‘da kıyıma uğrayıp varlıkları ellerinden alınan, toplama kamplarına sürülen ve öldürülen Yahudilerin ailelerine tazminat ödetmeye başlar. Günümüzde ise ülkede yaşamakta olan 15.000 dindaşımız, devletin en çok ilgi gören azınlığı olmanın yanı sıra, Avusturya’nın İsrail ile bağı çok kuvvetlidir. Holokost tanığı Benno Kern, Parlamento Başkanı Wolfgang Sobotka ve Başbakan Vekili Werner Kogel İşte bu bağlamda, Kasım Pogromu’ndan 85 yıl sonra Avusturya Parlamentosu, kurbanların anısını yaşatmak ve antisemitizm, dışlama ile nefretin her türlüsüne karşı durma yükümlülüğünü vurgulamak amacıyla bu vahşeti, büyük toplantı salonunda özel bir etkinlik ile andı. Parlamento Başkanı Wolfgang Sobotka ve Viyana Yahudi Cemaati Başkanı Oskar Deutsch da Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail'de gerçekleştirdiği katliama atıfta bulunarak "Bir daha asla!" sözlerini yinelediler; dahası, Başkan Deutsch "Never again was now!“ tümcesini kullandı… Hamas teröristleri –tıpkı zamanında Nasyonal Sosyalistler gibi– tüm Yahudileri yok etmek istiyor. Buna karşı kararlılıkla durmak gerekiyor. İsrail Parlamentosu Knesset Başkanı Amir Ohana da bir video mesajında Hamas'ın tüm Batı toplumu için oluşturduğu tehdidi vurguladı. Avusturya Yahudi Cemaati Başkanı Oskar Deutsch Törenin devamında Viyana Teknik Üniversitesi'nden Prof. Bob Martens ve Güzel Sanatlar Akademisi'nden Prof. Herbert Peter tarafından Avusturya'da yıkılan en önemli sinagogların eski resimleri ekranlara yansıtılarak, onların sanal olarak yeniden inşasına odaklanan bir sunumda tarihsel arka planlar tartışıldı. Ardından, Avusturya’nın Devlet Televizyonu ORF’in törenden iki gün önce yayımlamış olduğu, antisemitizmin tarihine ilişkin "Eski Nefret - Yeni Yanılsama" adlı belgeselinden bölümler sunuldu. Viyana Büyük Sinagogu Başhazanı ("Oberkantor") Shmuel Barzilai Tören akşamı boyunca, 2015 yılında İstanbul Aşkenaz ve Neve Şalom Sinagoglarında konuk etmiş olduğumuz Viyana Büyük Sinagogu Başhazanı Shmuel Barzilai tarafından söylenen "Eli, Eli" ve "Ani Maamin" ezgileriyle son olarak seslendirdiği "El male rahamim" duasının ardından, sıra akşamın en anlamlı konuğuna geldi: Etkinliğin moderatörü ORF sunucusu Lisa Gadenstätter, Kasım 1938'deki olaylara on bir yaşında tanıklık eden ve tüm ailesiyle Auschwitz’e sürülmüş olup, aralarından tek canlı olarak geri dönen Benno Kern ile bir "Şoa kurtulanı tanığı" söyleşisi gerçekleştirdi. Viyana'nın Leopoldstadt semtindeki bir Yahudi okuluna devam eden Kern, 10 Kasım'da ders gördüğü binayı harap olmuş bir halde bulmuştu. "Okul müdürü ve 28 öğretmen öldüresiye dövülmüş halde yerde yatıyordu. Okul malzemeleri her kattan pencerelerden aşağı atılmış ve yakılmıştı," diye anlattı, 96 yaşındaki Kern! Söyleşinin sonunda, etkiniği izleyenlere o dönemler hakkında "yaşadıklarının sadece küçücük bir kesitini" anlattığını belirten bu holokost tanığı, dakikalar boyunca ayakta alkışlanacaktı… İstanbul’daki bazı benzer etkinliklerde şaşkınlıkla gözlemlediğimiz ikramlı bir "resepsiyon" ile sona ermemiş olan bu hüzünlü anma törenine bir gün sonra Avusturya’nın tüm gazeteleri manşetten yer verdiler – eşimle ben ise, oraya davetli olmanın özel gururunu yaşamış olduk. Parlamento Başkanı W.Sobotka, Holokost tanığı B.Kern’e teşekkür ederken… Tüm fotoğraflar için copyright: Parlamentsdirektion/Johannes Zinner

  • Keşke Hay Eytan’ı dikkatle dinleselerdi!..

    Toprağa dikilmiş bir direk düşünün. Bir metre uzunluğunda. Sabah güneş doğduğunda, bu direğin gölgesi acaba kaç metreye kadar uzar? Ya öğlen saatinde boyu nedir? Kuzey yarıküresinde kış aylarında güneş, yaz aylarındakinden oldukça farklı bir yerden doğup batıyor. O halde bu gölgenin, mevsimler arasındaki farklı konumları nasıldır acaba? Bu örneği vererek göstermek istediğim, söylenen aynı sözlerin değişik kulaklar tarafından duyulurken farklı ideolojiler ve beklentiler taşıyan kişilerde apayrı biçimde yansımalarıdır… Diğer bir deyiş ile: Bu sözler bir kere ağızdan çıktığında, onların algılanışı, yorumlanışı ve (özellikle bu baş döndürücü iletişim teknolojisi ile sosyal medya kirliliği ışığında) geniş kitlelere iletişimi farklı olacaktır – hele bu sözleri duyanlar, konuşan tarafın öncesiz karşıtlarıysa… Bir adım daha ileriye gidecek olursak, bir kişinin ağzından çıkmış olan sözler beklentimizin dışındaysa, bazılarını acaba yanlış mı anladık/algıladık diye kuşku duyuyorsak, onları yeniden sorgulamamız gerekmez mi? Ve –en önemlisi– bu sözleri dile getirmiş insana bir kez daha kulak vermemiz iyi olmaz mıydı? Üniversitedeki bir hocamız, bize “dinleme sanatı”nın ne denli önemli olduğunu uzun uzun anlatmıştı, çeşitli örnekler vererek… Demişti ki, “Bir kişiyi iyi ve dikkatle dinlemek, ona çabucak yanıt vermekten çok daha önemlidir!” Amatörce parmak bastığım bu iki sosyo-psikolojik öğeden sonra, gelelim 12 Ekim akşamına: “Sözcü TV”nin bir açık oturumunda, emekli Kurmay Albay Ünal Atabay’ın yanı sıra, aynı isimli gazetenin köşe yazarları Deniz Zeyrek ve İsmail Saymaz, edinebildikleri bilgileri ve deneyimleri elverdiği kadarıyla Gazze’deki İsrail-Hamas çatışmalarını yorumlamaya çalışıyor, uzmanlıkları dış siyaset olmamakla birlikte, çeşitli saptamalarda bulunuyor, İsrail’in Gazze’yi havadan bombalamasını ağır biçimde eleştiriyorlar... Bir süre sonra programa konuk konuşmacı olarak davet edilen Tel Aviv Üniversitesi’nde dış politika araştırmacısı ve öğretim görevlisi olarak çalışan Dr. Hay Eytan Kohen Yanarocak’ın sözlerini defalarca kesen Zeyrek, kendisi örneğin İsrail’deki evinde bulunan sığınak odası zorunluluğuna değinirken, “Gazze’de bu imkân da yok!” gibi bir önesürümde bulunur – sanki, uluslararası kuruluşların o bölgeye yaptıkları cömert yardım paraların neredeyse tümünün salt silah ve yeraltı tünellerinin kazılması için kullanıldığını bilmiyormuş gibi!.. Hemen ardından yine Yanarocak’ın sözüne giren Saymaz, 1948’den bu yana İsrail’de yaşamakta olan Arap vatandaşlarını kastederek “Beraber yaşadığınız halkın kendi vatanını ona zindan etmek, acaba barbarlık sayılmaz mı?” diye çıkışır. – İzninizle, bu maksatlı ve yanlış saptamaya ben yanıt vereyim: İsrail’de üyesi olduğum Maccabi sağlık sigortasındaki birçok uzman doktorum, o halk kesimindendir – bundan öte, geçenlerde tahlil için kanımı alan baş örtülü Arap hemşire, Türkiyeli olduğumu öğrenince, bugüne dek “bu güzel memlekete” üç kez gittiğini anlatmıştı: İstanbul’a, Karadeniz’e ve Antalya’ya! Konu ile ilgili bölümleri aşağıdaki videoda... kelime kelime olarak izlenebilen bu karşılıklı söz düellolarında İsmail Saymaz’ın, Dr. Yanarocak’a yönelirken İsrael’in eylemlerini sıraladığında, kendisine sürekli olarak “siz” veya “işgalcisiniz” şeklinde hitap etmesi, bu açık oturumun gittikçe kişiselleşmesine yol açıyor, keza sürekli olarak sözünün kesilmesi üzerine genç akademisyen, oturum yöneticisine “beni konuşturmayacaksanız, programınıza gelmeyeyim” siteminde bulunuyor… …ve bir gün sonra kimi Türk gazetelerin “İsrailli akademisyen Sözcü TV'de katliamı savundu” gibi abartılı manşetler atmasına yol açacak olan Yanarocak’ın konuşması şu şekilde tamamlanıyor: “Bu Hamas terör örgütü, Oslo anlaşmasını tanımıyor… İsrail’in varlık hakkını tanımıyor… Biz(im), bizi tanımayan bir entite[1] ile nasıl bir ilişki içerisinde olmamızı bekliyorsunuz, yani bize roket atanlara biz gül mü atalım? Bizim çocuğumuzu kesip biçeni biz kesip biçmeyelim mi? Ben anlamaya çalışıyorum…” Bu tümcesi üzerine Dr. Yanarocak’ın programdan alınmasıyla sonuçlanan tatsız tartışmanın ve kendisinin Türk medyasında lanetlenmesinin ardından, şu toparlayıcı saptamalarda bulunmak isterim: 1) Kuşku yoktur ki özellikle Zeyrek ve Saymaz, tek taraflı haberciliğin ve buradan doğan bilgisizliğin yol açtığı önyargılarla girdikleri programda, “dinleme sanatının” da en uzak noktasındaydılar. 2) Bu bağlamda, İsrael’in öncesiz karşıtları olarak, Yanarocak’ın Hamas terör örgütünü kastederek söylediklerini “Kurulabilecek en insanlık dışı cümlelerden biridir. Bu bir savaş propagandasıdır” (İ.Saymaz) şeklinde saptırdılar. 3) Ayrıca kendisine çoğu kez “siz” olarak yönelmekle, onu katıksız bir İsrael taraftarı olarak damgaladılar. 4) Yanarocak konuşmaya başlar başlamaz sözünü sürekli olarak keserken, onu sanki gittikçe ısıttıkları bir su kazanında haşlayarak, dile getirmek istediklerinin biçemini denetlemesini engellediler. 5) Bu toplantıya “tarafsız” bir akademisyen olarak çağrılmış bulunan Dr. Yanarocak –sanırım aşırı derecede heyecanlanıp soğukkanlılığını yitirerek– bu niteminin dışına çıkma aymazlığında bulunmuş ve bir tuzağa düşmüş gibi, son söylediklerinin olumsuz biçimde değerlendirilmesine ve kamuoyuna o yorumlarla duyurulmasına ne yazık ki engel olamamıştır… Hiç kuşku yoktur ki bu tatsız gelişmeden her birimiz için dersler çıkıyor! *** Not: Sevgili Yanarocak Ailesini uzun yıllardır tanır, Hay Eytan kardeşimi ilk gençlik günlerinden bilir ve bir akademisyen olarak çok takdir ederim. Bu yazıyı kendisinin bilgisi dışında kaleme alıp, en üst düzeyde objektif kalmaya çalıştım… [1] entite / entity (İngilizce) : varlık

  • Israel Bayrağı ve Bağnazlık…

    Son günlerde değişik sosyal medya ortamlarında, haredi kılıklı bazı kişilerin İsrael bayraklarını asıldıkları yerlerden söktüklerini, yerlerde sürüklediklerini, dahası yaktıklarını dehşetle izliyoruz. Bundan öte, kimi sağ görüşlü ve/veya kökten dinci siyasetçiler de Şoa’yı anmanın gerekli olmadığını dile getiriyor, Eretz İsrael’i tanımadıklarını açıktan açığa yineliyor! Özellikle ikinci iddia, hiçbirimiz için yeni değil ve aslında bugüne dek pek de ciddiye alınmıyor, daha ziyade aşırı Neturei Karta cemaati ile özdeşleştirilerek, “marjinal” olarak sınıflandırılıyordu… Ne var ki daha çok 29 Aralık 2022’de bölük-pörçük bir sağ koalisyon olarak kurulan 37. İsrael Hükümeti döneminde ve özellikle Yom haŞoa’nın arife günlerinde başlayarak artış göstermiş olan bu türdeki açıklama ve eylemlerin “bu hükümetten cesaret alarak” yapıldığını savlayanlar varken, bu düşünceye katılanların gittikçe çoğaldığını görüyoruz. Bu bağlamda bazı internet portallarında çıkmış olan ateşli tartışmalara, İsrael dışında yaşamakta olan kimi bilge dostlarımız bile –“platonik” olsa da– katılmadan edemiyor ve örneğin “Tzioni Datiler”in varlığını ileri sürerek, bu yüz kızartıcı eylemleri “tüm haredilere” mal edilmemesi gerektiğinin altını çiziyorlar. Bu da hiç kuşkusuz sakıncalı bir genelleştirmeyi önlemeye yönelik, yerinde bir yorum olup, araştırılmaya değer… Bu yılın başında 94 yaşında yitirdiğimiz Avusturyalı Şoa kurtulanı, aktivist ve gazeteci dostumuz Karl Pfeifer’in, bir arkadaşıyla birlikte 1999 yılında yayımladıkları Bruderzwist im Hause İsrael (“Beit İsrael’de Kardeş Kavgası”) kitabında öne sürdükleri bazı gerçekler, ne yazık ki günümüzde kat kat çoğalmıştır. Bu kısa köşemizin çerçevesine o ilginç kitabın özetini dahi sığdıramayız – burada sadece Theodor Herzl’in 1896’da kaleme aldığı Der Judenstaat (“Yahudi Devleti”) adını verdiği başyapıtının 75. sayfasında yer alan “Dil” ve “Teokrasi” bölümlerindeki şu kısa alıntılarla yetinelim: “Kendimizi artık sadece baba inancımıza göre bir birlik olarak görebiliyoruz… O halde, eninde sonunda bir teokrasimiz (din devleti) mi olacak? Hayır! İnanç bizi bir arada tutuyor – bilim ise bizi özgür kılar… Bu nedenle din adamlarımızın teokratik iradelerinin ortaya çıkmasına asla izin vermeyeceğiz. (…) Onları mabetlerimizde tutmayı bileceğiz. (…) Din adamları, güzel işlevlerinin gerektirdiği ve hak ettirdikleri kadar onurlandırılacaktır. Onlara değer veren ve maaşlarını ödeyen devlette söz sahibi olmaları doğru değildir, çünkü bize dış dünyada olduğu gibi, içeride de sorun çıkarabilirler.” Hiç kuşkusuz Herzl’in öngörü ve (örn. sf. 76’daki “beyaz zemin üstünde yedi altın yıldızlı bayrak” – dahası, “sadece profesyonel bir ordu” gibi) önerilerinin bir bölümünün günümüzde gerçekleşip yer al(a)madığını biliyor ve bunu elbette ki onaylıyoruz… Öte yandan, din erki için dile getirdiği “…devlette söz sahibi olmaları doğru değil…” şeklindeki saptamasının günümüzdeki gibi ayaklar altına alınacağını, keza aydın İsrael halkının bu gelişmeyi gözyaşlarıyla izleyecek durumda bırakılacağını hiç ama hiç düşünemezdi, laik düşünür Theodor Herzl! Şu gerçeği artık herkes kabullenmelidir: İsrael’in bugün karşı karşıya kaldığı en büyük sorun, yargı erki konusundaki siyasi ikilem, hatta aşırı milliyetçilikten de öte, dini bağnazlık içine sığınmış olan ve gittikçe artan nüfustur – o kadar ki değerli bir dostumuz, hiç şaka yapmadan, “yarın, iki yeni haredi aileyi geçindirmek için daha fazla çalışmam gerekecek” demeden edemiyor… Bu üzüntümüzü, Karl Pfeifer dostumuzun kitabının girişine Fransız düşünür Denis Diderot’nun 1865’te yayımladığı Encyclopédie’sinin şu alıntısıyla noktalayalım: “Bağnazlık, batıl inançlardan kaynaklanan, sadece utanç ve pişmanlık duymadan değil, hatta bir tür sevinç ve tatminle saçma, haksız, acımasız eylemlerde bulunmaya yol açan kör ve tutkulu bir gayrettir.” İsrael bayrağının daha nice 75 yıllar boyunca dalgalanması dilekleriyle…

  • Netflix’te değişik bir “Ripley”

    senarist (1994: “Schindler's List”) Stephen Zaillian ile görüntü yönetmeni (2008: “There Will Be Blood”) Robert

  • İstanbul Adaları’ndan artılar ve eksiler…

    .- soldan sağa Halim Bulutoğlu, Adil Ballı, Robert Schild, Ahmet Tanrısever, Viktor Albukrek (foto: Yakup

  • Okullarda antisemitizm – ve önleme tedbirleri

    Robert Schild Tesadüftür ya – neredeyse elli yıldır Israel’de yaşayan, ilk gençliğimizde Caddebostan’

  • “Jewish Pop” ile nostalji…

    Robert Schild Amerikalı pop müziği bestecisi Burt Bacharach hakkında iki hafta önce burada yayımlanan

  • Bir “pop müzik çınarı” devrildi…

    Diğer evliliklerinden iki oğlu ve bir kızı daha var. 2013 yılında müzik yazarı Robert Greenfield ile

bottom of page