Bir Dili Korumak mı, Bir Kimliği Dondurmak mı?
- TÜRKİYELİLER BİRLİĞİ התאחדות יוצאי תורכיה
- 1 saat önce
- 2 dakikada okunur

Bir dili “korumak” fikri kulağa her zaman olumlu gelir. Kim kültürel mirasın yaşatılmasına karşı çıkabilir ki? Ancak mesele, bu kavramın hangi bağlamda, kimler için ve ne pahasına ele alındığıdır. Özellikle göçmen topluluklarda dilin korunması, masum bir kültür meselesi olmaktan çıkıp kimlik, aidiyet ve toplumsal yönelim tartışmasına dönüşür. Türkçe ve Ladino’nun İsrael’de korunması gerektiğini savunan yaklaşım da bu nedenle sorgulanmayı hak ediyor.
Öncelikle şu gerçeği teslim etmek gerekir: Birinci kuşak göçmenlerin ana dillerini kullanmaya devam etmeleri çoğu zaman bilinçli bir kültürel tercih değildir. Türkiye’den İsrael’e göç eden pek çok Yahudi, ülkenin dilini ileri düzeyde öğrenemediği için Türkçe’ye tutunmuştur. Bu durum bir “direnç” değil, doğal bir adaptasyon sınırıdır. Türkçe’nin ilk kuşakta yaşaması, ideolojik değil, pratiktir.
İkinci ve üçüncü kuşakta ise tablo kökten değişir. İsrael’de doğan, eğitimini burada alan, askerlik yapan ve iş hayatına atılan gençler için İbranice yalnızca kamusal alanın dili değil; düşüncenin, duygunun ve gündelik hayatın da merkezidir. Üstelik farklı kökenlerden İsraillilerle yapılan evlilikler arttıkça, Türkçe’nin aile içinde sürdürülmesi fiilen imkânsız hâle gelmektedir. Bu bir başarısızlık değil; toplumsal entegrasyonun doğal sonucudur.
Tam da bu noktada, kamusal alanda karşılığı olmayan bir dili kurumsal olarak “yaşatma” hedefi tartışmalı hâle gelir. Dil, yalnızca geçmişin hatırası değil; bugünün işlevsel aracıdır. Gündelik hayatta, eğitimde, meslekte ve kamusal ilişkilerde kullanılmayan bir dili merkeze almak, genç kuşaklar açısından ilerletici değil, çoğu zaman yükleyici bir anlam taşır. Kültürü koruma niyetiyle atılan adımlar, farkında olmadan içe kapanmayı teşvik edebilir.
Ladino örneği bu durumu daha da netleştirir. Ladino bugün büyük ölçüde yaşayan bir iletişim dili olmaktan çıkmış, akademik, müzikal ve nostaljik alanlara sıkışmıştır. Elbette bu miras değerlidir; ancak Ladino’yu yaşatmak adına yürütülen faaliyetler, çoğu zaman bugünün ihtiyaçlarına değil, geçmişin sembollerine hitap etmektedir. Bu da dili yaşatmaktan çok, onu bir vitrin unsuruna dönüştürme riskini beraberinde getirir.
Türkçe için de benzer bir romantizasyon söz konusudur. Türkçe’yi yaşatmanın ne İsrael toplumuna aidiyetle çeliştiği ne de siyasi bir anlam taşıdığı söylenir. Ancak pratikte, bu dilin yeni kuşaklar için ne kamusal ne de işlevsel bir karşılığı vardır. Kurumsal düzeyde Türkçe’nin korunmasını savunmak, gençlerin doğal yönelimlerini görmezden gelmek anlamına gelebilir.
Bir diğer sorun da “ortak miras” söylemidir. İsrael’deki Türkiyeli Yahudi topluluğu homojen değildir. Bu topluluk içinde Türkçe’ye ya da Ladino’ya mesafeli duran, hatta bu dillerle özdeşleştirilmek istemeyen bireyler de vardır. Bir sivil toplum kuruluşunun görevi, yalnızca geçmişi muhafaza etmek değil; bugünün çeşitliliğini de dikkate almaktır.
Sonuçta asıl soru şudur: Bir dili korumak, gerçekten geleceğe kök salmak mıdır, yoksa geçmişi bugüne taşımakta ısrar etmek mi? Entegrasyonu kolaylaştırmayan, kamusal karşılığı olmayan bir dili sürdürme hedefi, köprü kurmak yerine yeni kuşaklar için gereksiz bir eşik yaratıyor olabilir. Kültürel miras elbette değerlidir; ancak her miras, aynı biçimde ve aynı yoğunlukta geleceğe taşınmak zorunda değildir.
Belki de asıl cesaret, bazı bağları kutsallaştırmadan, doğal dönüşümüne izin verebilmektedir.
NOT: Yazı Ovi Roditi GÜLERŞEN’in yazısına cevaben ChatGPT tarafından Av. Yakup Barokas’ın yönlendirmesi ile hazırlanmıştır.
Av.Yakup BAROKAS
IYT dip not :
İfade edilen görüşler İYT web portalının editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Yazarların düşünceleri sadece kendilerini bağlar.
Bir önceki yazımı okudunuz mu?





