Aaron, Korbanlar, Pesah ve Biz
top of page

Aaron, Korbanlar, Pesah ve Biz


Geçtiğimiz hafta başladığımız Vayikra kitabının merkezi konusu, Mişkan’da ve daha sonraları Bet-Amikdaş’ta gerçekleştirilen ibadetin çeşitli yönleridir. Tabii ki bu ibadetin merkezinde korbanlar yer alır. Vayikra ve bu hafta okuyacağımız Tsav peraşaları korbanlarla ilgili genel kuralların üzerine eğilmektedir.



Korban sözcüğü genellikle yanlış anlaşılır. Farklı yerlerde bu terim genel olarak iki sözcükten biriyle karşılanmaya çalışılır. Kurban veya sunu. Kurban sözcüğü, en azından Türkçede kabul gördüğü şekliyle, kişinin bir karşılık uğruna bir şeyleri feda etmesi anlamı üzerine kuruludur. Sunu sözcüğü ise yaranma ve pohpohlama belirtir. Yani ya öfkeli bir ilahı yatıştırma ya da ona bir tür rüşvet verme izlenimi söz konusudur.



Oysa korban terimi, hepimizin bildiği gibi “karov”, yani “yakın” sözcüğüyle bağlantılıdır ve temelinde insanın Tanrı’ya yaklaşma arzusunun bir ifadesidir. Bu yaklaşma arzusu, iki şekilde olabilir. Ya kişi işlediği bir kabahat nedeniyle Tanrı’dan uzaklaşmıştır ve tekrar yaklaşmanın simgesi olarak O’nun bu amaçla emrettiği bir uygulamayı gerçekleştirmektedir, ya da O’na olan şükran ve takdir duygularını veya daha da yakınlaşma arzusunu ifade etmek için bu işlemi yapmaktadır. Genel olarak baktığımızda korbanların da aşağı yukarı bu temalar üzerinde toplandığını görüyoruz.



Bazen aynı tip korbanlar farklı amaçlarla da getirilebilir. Örneğin Mizbeah üzerinde tamamen yakıldığı ve bir anlamda göklere “yükseldiği” için “Ola” (yükselen) adı verilen korban bir birey tarafından eylemle değil, “düşünceyle” işlemiş olduğu bir kabahatin veya Tora’nın “yap” şeklindeki bir emrini boşlamamış ve yapmamış olmasının kefareti olarak getirilebildiği gibi, kişi bunu Tanrı’ya olan yakınlaşma arzularını ifade etmek üzere gönüllü bir korban olarak da getirebilir.



Hatat” adı verilen “günah” korbanı, Tora’nın ciddi yasaklarından birini kasıtsız olarak işlemiş, örneğin bilmeden puta tapmış veya bilmeden Şabat’ı ihlal etmiş bir kişi tarafından getirilir. (Tora kasıtlı olarak fiilen işlenmiş günahlar için korban getirilmesini öngörmemiştir.)



Korbanlar hakkında bu girişi yapmamın bir amacı var. Peraşamızda korbanların dışında anlatılan diğer bir konu da Aaron’un Koen Gadol, oğullarının da Koenler olarak atanma törenleridir. Tora bu törenin nasıl gerçekleştirilmesi gerektiğini daha önce Tetsave peraşasında anlatmıştı. Bu peraşada da söz konusu törenin fiilen gerçekleştirilişi anlatılmaktadır.



Yalnız Tora’yı düz bir şekilde okuyan bir kişi Aaron’un nasıl olup da Koen Gadol gibi yüksek bir göreve seçilebildiğini merak edecektir. Zira Bene-Yisrael’in tarihine ağır bir leke olarak girmiş olan Altın Buzağı günahında Aaron’un yadsınamaz bir rolü vardır. Metnin doğrudan anlaşılma şekillerinden birine göre Aaron kendisine getirilen altınları bir buzağı şekline sokmuştu: “[Altınları] ellerinden aldı, onu bir keskiyle şekillendirdi ve bunu dökme bir buzağı haline getirdi” (Şemot 32:4). Olayın ardından Moşe geldiğinde Aaron’a çok sert bir şekilde çıkışmıştı: “Bu halk sana ne yaptı ki, onun üzerine böyle büyük bir günah getirdin?” (Şemot 32:21). Üstelik hayatının sonunda Moşe bu olaya değindiği zaman Tanrı’nın da Aaron’a çok öfkelendiğini, hatta onu öldürmeye niyetlendiğini ve Aaron’un sadece Moşe’nin duası sayesinde kurtulduğunu anlatacaktır (Devarim 9:20). Öyleyse Altın Buzağı gibi bir günahta rol almış olan Aaron’un Koen Gadol gibi son derece yüksek bir mevkie getirilmesi nasıl mümkün olmuştur?



Bu sorunun cevabını sıradaki peraşa olan Şemini’de bulabiliriz. Tanrı, Mişkan’ın hizmete açılışı vesilesiyle bazı korbanların getirilmesini emretmiştir. Orada şöyle denmektedir: “[Moşe] Aaron’a [şöyle] dedi: ‘Kendine Hatat-korbanı olarak bir buzağı… al… Ve Bene-Yisrael’e … Ola-korbanı olarak bir buzağı … getirmelerini söyle” (Vayikra 9:2-3).



Tora’nın başka hiçbir yerinde Hatat-korbanı için buzağı kullanıldığını görmemekteyiz. Tek yer burasıdır. Dolayısıyla burada, Aaron’un Altın Buzağı günahındaki rolüne bir gönderme olduğu açıktır. Öte yandan Bene-Yisrael’e de korban olarak bir buzağı getirmeleri söylenmektedir; ama bu Hatat değil, Ola-korbanı olarak kullanılacaktır. [Pasuklarda başka korbanlardan da bahsedilmektedir; burada sadece konumuzla doğrudan ilgili olan korbanlardan bahsedeceğim.]



Rabenu Behaye, buradan, halkın ve Aaron’un Altın Buzağı olayındaki tavrı hakkında bir şey öğrenebileceğimizi söyler. Halk buzağıyı Ola-korbanı olarak getirecektir. Girişte yazdıklarımı hatırlayacak olursak, bu, halkın Altın Buzağı olayı sırasında “düşünceyle” günah işlediğine işaret eder. Her ne kadar halk başta, başına ne geldiğini bilmediği Moşe’nin yerini alacak bir aracı veya yol gösterici yapılmasını istemişse de, ortaya Altın Buzağı çıktıktan sonra, ona fiilen tapmayan çoğunluğun bile aklından bu buzağının bazı ilahi güçlere sahip olabileceği düşüncesi geçmişti. Ola-korbanı olarak getirilecek olan buzağı işte bu düşünce günahının kefaretini sağlayacaktı.



Buna karşılık Aaron, buzağıyı bir Hatat-korbanı olarak getirecektir. Önce de belirtildiği gibi Hatat-korbanı sadece “kasıtsız” kabahatler için getirilir. Bu da Aaron’un, her ne kadar Tora’nın düz metninden çıkan sonuca göre bu putperestlik eyleminde aktif rol almış görünüyorsa da, putperestliğe hiçbir şekilde niyetlenmediğinin göstergesidir. Halktan farklı olarak, Aaron’un aklından, Altın Buzağı’nın herhangi bir güce sahip olabileceğine dair en ufak bir düşünce geçmemiştir. Hatası sadece fiili ve kasıtsızdır. Bu nedenle ondan buzağıyı sadece Hatat-korbanı olarak getirmesi istenmiş, ama Ola-korbanı olarak getirmesine gerek olmamıştır. Kısacası Tanrı, Aaron’u yalnızca kasıtsız olarak “yaptığından” sorumlu tutmuştur; zaten olmayan niyetinden değil.



Aaron kendi başına çok yüksek düzeyli biriydi. Koen Gadol olmayı hak ediyordu. Ama Altın Buzağı onun için bir leke gibiydi. Yine de Aaron hiçbir şekilde putperestliğe niyetlenmemişti. Amacı Moşe gelene kadar halkı oyalamak ve onların suyuna gidiyor görünmekti. Ama ne olursa olsun, bu olayda rol sahibi olmuştu. Yine de kastı yoktu ve yaptığı teşuva ve getirdiği korban, üzerindeki bu lekeyi kaldırmaya yetmiştir.



Tüm bunlardan çıkarabileceğimiz sonuçlar vardır. Bunlardan biri, Tora’yı “dümdüz” okumanın onu anlamak demek olmadığıdır. Tora’yı gerçekten anlamak için onu bir bütün halinde değerlendirmek, satır aralarına kadar inip, sözlü geleneğin de eşliğinde ayrıntılı bir şekilde incelemek gerekir. Aksi takdirde putperestliğe karışmış birinin nasıl olup da Koen Gadol mevkiine getirilebildiğini anlamadan kalabiliriz.



İkinci bir ders de insani bir karakterle ilgilidir. Bazen tüm işaretler bir kişinin yanlış ve kabul edilemez bir davranış içinde olduğunu gösteriyor olabilir. Hatta bu “Tora’da bile yazıyor!” olabilir. Ama insan gözüyle gördükleriyle sınırlıdır. Gerçekte başka bir insanın içinde, aklında, kalbinde olup bitenleri bilmesi olanaksızdır. Bu sadece Tanrı’nın bilebileceği bir şeydir. Bu örnekte Tanrı, Aaron’a onu öldürmeyi “isteyecek” kadar kızmıştır [ama anlaşılan, onu fiilen öldürecek kadar değil!]; çünkü bir insan ne kadar yüksek düzeye sahipse, Tanrı da ondan o kadar yüksek bir standart bekler. Ama biz kısıtlı gözlerimizle Aaron’u Altın Buzağı’nın mimarı olarak görürken, Tanrı onun niyetini de biliyordu; dolayısıyla ona, kefareti için, “gerçek hatasını” yansıtan bir korban getirmesini emretmiştir.



Peki ama, insanın görüp anlama kabiliyetinin sınırlı olduğunu ve başkasının aklından ve kalbinden geçenleri anlayamadığını biz zaten bilmiyor muyuz? Gayet tabii ki biliyoruz. Öyleyse neden başkalarını genellikle olumsuz şekilde yargılamaktan geri kalmıyoruz? Çünkü bir zaafımız vardır. Mükemmel olmadığımızı biliriz, ama bunu kabul etmek hoşumuza gitmediği için, kendimizden çok, başkalarının nasıl mükemmel olmadığıyla ilgileniriz. Başkalarına eleştirel gözle bakmak, bizi kendimize eleştirel gözle bakma gereğinden uzaklaştırır. Bir anlamda başkalarını karartarak, kendimizi daha ışık altında, daha “aydın” gösterecek bir fon haline getirmektir amaç.



Bu günümüzde bazen çok keskin bir şekilde karşılaştığımız bir tavırdır. Siyasi liderler veya gazeteci-yazarlar ve başkaları, hatta ta kendimiz, çoğu zaman “eleştiren” konumdadır. Filanca kişi, özellikle de fikren veya siyasi açıdan diğer tarafa mensupsa, yetersizdir, beceriksizdir, ihmalkârdır, hatta kötü niyetlidir, faşisttir, ırkçıdır vs. Bazen bu tip yaftalamalar o kadar kolay yapılabiliyor ki! İnsanlar bir an için durup, “gerçekten yanlış yapılan bir şey varsa bile” bunun belki de kasıtsız olarak yapıldığını veya hiç de olumsuz bir niyetle yapılmadığını düşünmüyor. Hep “karşı tarafı eğitme” tavrı var, sanki şahsen eğitilmeye hiç ihtiyacımız yokmuş, mükemmelmişiz gibi.



Mükemmel değiliz. Bu tavrın altında yatan huy, kibirden başka bir şey değil. Bizi kendi içimizden şişiren, kabartan, eksiğimiz yokmuş gibi hissetmemizi sağlayan kibirden sıyrılmak zorundayız.



Pek bilinmez, ama bazı korbanlar hayvanlarla değil, buğday veya arpa unuyla getirilirdi. Bunların ortak özelliği hiçbir şekilde hamets (mayalanmış) olmama şartıydı. Mizbeah’a çıkarılan unlu mamullerin hepsi matsa (mayalanmamış) niteliğinde olmalıydı. Çünkü mayalanmış ve kabarmış hamur anlamına gelen hamets, kibri simgeler; mayasız, kabarmamış unlu mamulleri ifade eden matsa ise tevazuun sembolüdür. Tanrı’ya yaklaşmak isteyen kişi bunu kibirle değil, tevazu ile yapmalıdır. Ama bu mesaj sadece korbanların yapıldığı dönemlerle sınırlı değildir. Matsanın bize aynı mesajı verdiği başka bir fırsat daha vardır: Pesah bayramı.


Pesah’tan önce evimizi tüm hamets maddelerden temizler, kibri simgeleyen hametsi yakarız. Bunun yerine bir hafta [veya Diaspora’da sekiz gün] boyunca unlu mamul olarak sadece matsa ve türevlerini yeriz. Bu bizim için de kibrimizi sıfırlama ve etrafımıza daha olumlu bir gözle bakmaya başlama fırsatıdır. Matsa olası en basit, en gösterişsiz, en mütevazı yiyecek maddesidir. Onun mesajını almaya nail olalım.


Pesah Kaşer VeSameah!

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page