Pinehas peraşasının son bölümü, bayramlarda Bet-Amikdaş’ta gerçekleştirilmesi gereken “ilave” toplumsal korbanları (Musaf-korbanları) listeler. Bu açıdan peraşanın önemli bir bölümüne bir “bayram havası”nın hâkim olduğu söylenebilir.
İlginç olan, bayram havası içeren bu peraşanın, büyük çoğunlukla, yıl içinde bayram neşesinden en uzak olduğumuz dönemin başında okunmasıdır. İbranice “Şeloşet A-Şavuot” (üç hafta) olarak adlandırılan bu dönem, bu hafta Perşembe tutacağımız Şiva Asar BeTamuz orucu ile başlayan ve tam üç hafta sonrasında Tişa BeAv ile sona erecek olan süreçten oluşur.
Mişna (Taanit 4:6), Şiva Asar BeTamuz’da (17 Tamuz) beş kederli olay yaşadığımızı kaydetmiştir:
[1] Moşe, Altın Buzağı günahının ardından On Emir levhalarını bu günde kırmıştır.
[2] Yukarıda bahsi geçen “Musaf-korbanları”, Bet-Amikdaş’ta her gün sabah ve akşam gerçekleştirilen Tamid-korbanına “ilave” olarak yapılırdı. Ancak bu korbanı bir 17 Tamuz günü durdurmak zorunda kalınmıştır.
[3] II. Bet-Amikdaş döneminin sonunda, yine bir 17 Tamuz tarihinde Yeruşalayim’in surları düşmüştür. I. Bet-Amikdaş döneminde surların düştüğü tarih 9 Tamuz’dur; ancak iki tarihin birbirine yakınlığı nedeniyle oruç sadece 17 Tamuz’da tutulur; zira ikinci yıkılıştan sonraki sürgün hem daha ağır hem de daha uzun olmuştur ve hâlâ tam olarak sona ermiş değildir.
[4] II. Bet-Amikdaş döneminde Yunan bir komutan olan Apostemos, bir 17 Tamuz günü Sefer-Tora’yı yakmıştır.
[5] Yine bir 17 Tamuz günü, Bet-Amikdaş’a put yerleştirilmiştir. Bazılarına göre bunu yapan da Apostemos’tur. Diğer bir kaynağa göreyse, putu, I. Bet-Amikdaş döneminde, Yeuda Kralı Menaşe koymuştur.
Şiva Asar BeTamuz, Tişa BeAv’la sona erecek olan kederli bir dönemin açılışını işaretlemektedir. Bu üç hafta boyunca sevinç ve neşe azaltılır ve Yahudi kanununda buna yönelik bazı kısıtlamalar vardır. Örneğin düğün yapılmaz, neşeli ziyafetler verilmez, enstrümanlı müzik dinlenmez, yeni bir elbise ilk kez giyilmez ve bunun gibi başka neşe verici uygulamalardan kaçınmak gerekir. Roş Hodeş Av’dan itibaren bu kurallar biraz daha ağırlaşır ve Şabat haricinde et ve şarap tüketilmez. Tişa BeAv’ın rastladığı haftanın başından itibaren kısıtlamalar daha da ağırlaşır ve Tişa BeAv’da doruk noktasına ulaşır.
Sonuç olarak Yahudi takviminde yılın en kederli döneminin başında bulunuyoruz. Ve tam da bu zamanda, Pinehas peraşası gelip bize bayramlardan bahsetmektedir. Acaba bundan ne öğrenebiliriz?
Rabi Tsvi Elimeleh’e göre bayramlarla ilgili peraşanın bu zamanda okunması, bu dönemde uygulanan bazı yas kurallarının hayatımızda baskın duruma gelmesini engellemekle alakalıdır. Pinehas peraşasını okuduğumuz zaman, yas döneminin geçeceğini ve sevinçli günlerin tekrar geleceğini hatırlarız.
Hayatlarında üzüntülü dönemler yaşamamış pek az insan vardır. Bazı kişiler, yaşamlarında rastladıkları bazı hoş olmayan olaylara öylesine ciddi bir depresyonla karşılık verirler ki, bu durum onların hayatlarını derinden etkiler. Bu şekildeki davranışlar da kendi kendisini besleyip güçlendiren bir döngüye sebep olabilir ve böylece depresyon yüzünden ortaya çıkan etkiler, daha şiddetli üzüntülerin sebepleri haline gelir. Böylesine bir düşüşün en etkili ilacı ise ileride bir gün tekrar mutluluğa kavuşulacağını hatırda tutmaktır.
Psikolojik durumunda çok ciddi değişiklikler yaşayan ve aşırı neşe ve aşırı üzüntü arasında gidip gelen bir kişinin, bu sorunu hakkında Kral Şelomo’ya danıştığı anlatılır. Şelomo A-Meleh, krallığın altın işleri sorumlusuna, üzerinde “Gam Ze Yaavor” (bu da geçecek) yazılı bir yüzük yapmasını emreder. Daha sonra bu yüzüğü adama verir. Yüzüğün üzerindeki yazı, adama kederli anların devamında rahatın da mutlaka geleceğini hatırlatır.
Hayatımızda daha önce yaşamış olduğumuz güzel olaylar, bize güç verme konusundaki en önemli kaynaktır. Cesaretimizin fazlasıyla kırıldığı ve tünelin ucundaki ışığı göremediğimiz durumları hepimiz yaşamışızdır. Fakat bunları aşabilmiş ve hayattan zevk almayı tekrar başarmışızdır. Zor zamanların tekrar gelmesi durumunda yapmamız gereken şey, geçmişteki tecrübelerimizi hatırlamak ve bu zor dönemin de tarihe karışmak konusunda diğerlerinden farklı olmadığını bilmek olmalıdır.
Yine de, o zorlu veya kederli dönem de yok sayılmamalıdır. Örneğin Yahudi geleneği, bir kişinin bir yakını vefat ettiği zaman, bilinçli bir şekilde yapılandırılmış bir yas dönemini öngörür. İlk yedi gün daha ağırdır, sonra otuz günün dolmasına kadar olan sürede bazı şeyler hafifletilir ve eğer vefat eden kişi anne veya babaysa yas kısıtlamalarının bazıları bir yıla kadar uzar. Bunlar rastgele değildir; ardında bir bilgelik vardır. Bir insan, bir yakınını kaybettiği zaman hiçbir şey olmamış gibi davranamaz. Bir an önce normal hayatına dönmeye çalışmak, gerektiği kadar yaşanmamış bir matemin daha sonra beklenmedik psikolojik çöküntülerle patlak vermesine yol açabilir. Her şeyin vakti vardır ve geçilmesi gereken aşamaların hiçbiri atlanmamalıdır. Kral Şelomo’nun dediği gibi: “Ağlama zamanı vardır, gülme zamanı vardır; ağıt yakma zamanı vardır, dans etme zamanı vardır” (Koelet 3:4). Dolayısıyla, yaşanması gereken bir şeyi görmezden gelip, normal hayata dönüş için acele etmek istenmedik sonuçlara yol açabilir.
Bunlar, “kederli” dönemler için olduğu kadar “zorlu” dönemler için de geçerlidir. Koronavirüs nedeniyle alınan ilk önlemler ve öngörülen kısıtlamalar, Yisrael’de bu zorlu dönemin, yaşanan acı kayıplara rağmen, nispeten iyimser bir havayla geçmesini sağlamış, hepimiz ülkemizde durumun tıbbi açıdan çok da kötü olmamasından memnuniyet ve gurur duymuştuk. Ama işte bir an önce normal hayata dönme isteği ağır bastı ve kısıtlamalar, birkaç temel gereklilik haricinde hızlı bir şekilde kaldırıldı. Sonuç: yeni hasta sayılarının aniden ciddi oranlarda artmaya başlamasıyla birlikte olumsuz bir tabloyla karşı karşıya bulunuyoruz. Uzmanlar, bir an önce bazı ciddi önlemler alınmazsa durumun istemediğimiz ölçüde ağırlaşmasına tanık olabileceğimiz konusunda uyarıyorlar. Umarım böyle bir durumu yaşamayız; ama sadece bu yönde bir olasılığın varlığı bile, ilk önlemlerin kaldırılmasında biraz acele edildiğini, halkın da, yersiz bir şekilde, sanki korona tamamen geçmiş gibi davranmaya başladığını ortaya koyuyor.
Zorlu zamanlar da elbette geçecektir. A-Şem’in yardımıyla bir gün öyle bir noktaya geleceğiz ki korona diye bir şeyi tamamen unutacak veya yalnızca uzak bir anı olarak hatırlayacağız. Sadece biraz sabır ve daha önemlisi, kurallara riayet… Yaşanması gereken bir dönem var; onu yaşamak zorundayız. Yokmuş gibi davranmak, bir an önce bitmesini “zorlamak” bize faydadan çok zarar getirir. Tek bilmemiz gereken şey, neşe ve bayram günlerinin de geleceği. Bu bilgiyle, zorlu dönemi nispeten daha kolay geçirebiliriz.
Bayramlarda okuduğumuz dualarda “Moadim Şel Simha” (neşe bayramları) değil, “Moadim LeSimha” (neşe için, neşeye yönelik bayramlar) şeklinde bir ifade kullanırız. Bunun sebebi, bayramların neşeli birer zaman olmanın yanında, neşeye giden birer yol, neşeyi oluşturan birer kaynak da olmalarıdır. Bayramlar gibi mutluluk veren zamanlar, yılın diğer zamanlarına, hatta yas dönemlerine bile yansıyacak birer sevinç kaynağı teşkil etmelidir.
Tüm zorlu ve kederli zamanlar geçecektir. Korona da geçecek. İçine girmekte olduğumuz yas dönemi de bir gün ebediyen sona erecek. Tanrı’nın, Peygamber Zeharya aracılığıyla vaat ettiği gibi: “Şöyle dedi Orduların Tanrı’sı: Dördüncü [aydaki] oruç (Şiva Asar BeTamuz) ve beşinci [aydaki] oruç (Tişa BeAv) ve yedinci [aydaki] oruç (Tsom Gedalya) ve onuncu [aydaki] oruç (Asara BeTevet), Yeuda evi için sevinç ve neşeye ve birer bayrama dönüşecek. Ve hakikati ve barışı sevin” (Zeharya 8:19).
Buna hep birlikte bir an önce tanık olmamız dileğiyle…