Kanlarınla Yaşa…
top of page

Kanlarınla Yaşa…


Önümüzdeki Şabat günü okuyacağımız Bo peraşası, on belanın son üçü, çekirgeler, karanlık ve behorların ölümünü takiben Bene-Yisrael’in Mısır’dan çıkışını anlatmaktadır.

Son bela olan behorların ölümü öncesinde Tanrı, Moşe’ye, Bene-Yisrael’in aileler halinde toplanarak birer kuzu almaları, bunları dört gün boyunca bağlamaları ve 14 Nisan akşamı keserek, kanlarını kapı pervaz ve kirişlerine sürmeleri, etini de geceleyin, çıkışa hazır bir halde yemeleri talimatını vermektedir. Bu kesime Korban Pesah adı verilmiştir, çünkü Tanrı o gece behorları öldürdüğü zaman, kapılarına bu korbanların kanı sürülmüş olan evleri “pas geçmiş” ve bu evlerdeki behorlara “merhamet etmiştir”. “Pesah” sözcüğünün iki olası anlamı budur: “pas geçmek / atlamak” veya “merhamet etmek”.

Tora’nın “korban” olarak kullanılmasını öngördüğü hayvanlar, boğa gibi büyükbaş hayvan türleriyle, keçi ve koyun cinsinden hayvanlardır. Rambam (More Nevuhim 3:46) bunların özellikle başka uluslar tarafından kutsal sayılan hayvanlar olduğuna dikkati çeker. Bilindiği gibi sığır türü hayvanlar bazı kültürler (örneğin Hindular) tarafından kutsal sayılır. Şeytana veya cinlere tapanlar bunları birer keçi yüzüyle tasvir ederler, çünkü bu varlıkların keçi görüntüsüyle vücuda geldiğine inanırlar. Koyun cinsi ise eski Mısırlılar tarafından kutsal sayılır. Bunu geçtiğimiz haftaki Vaera peraşasında açıkça görüyoruz. Dördüncü belanın ardından “Paro Moşe ve Aaron’u çağırttı. ‘Gidin ve [bu] ülkede Tanrı’nıza korban kesin’ dedi. Moşe ise ‘Böyle yapmamız uygun olmaz’ dedi. ‘Tanrı’mız A-Şem’e korban olarak keseceğimiz [hayvanlar] Mısır için kutsaldır. Mısır’ın kutsal saydığı bir hayvanı korban diye hem de gözlerinin önünde kesersek bizi taşlamazlar mı?” (Şemot 8:21-22).

Bu bilgi ışığında, Mısırlıların ilah kabul ettiği kuzuları dört gün boyunca bağlamaları ciddi bir siyaset değişikliği anlamına geliyordu. Tanrı’nın bu talimatı Bene-Yisrael için önemli bir sınav niteliğindeydi. Acaba Moşe’nin açıkça dile getirdiği tehlikeye rağmen, sırf Tanrı emrettiği için Mısırlılara – hatırlatayım; kendilerini köleleştirmiş olan efendilerine – açıkça başkaldırarak bunu yapacaklar mıydı? Bu, Bene-Yisrael adına çok önemli bir inanç sınavıydı. Ve Bene-Yisrael bu sınavda başarılı olmuş, verilen talimatı harfiyen yerine getirmişlerdir.

Pesah korbanı bu niteliğiyle Tanrı ile Yisrael arasındaki özel bağın önemli simgelerinden biri haline gelmiştir. O kadar ki, Yahudi olmayan birinin bu korbanın etinden yemesi yasaktır (Şemot 12:43). Belki de Tanrı ile Yisrael arasındaki bu bağı simgelediği için, Pesah korbanını yiyebilmenin bir başka şartı da, Berit Mila’dır. Başka bir deyişle, Berit Mila’sı (genellikle “sünnet” diye çevrilir) olmayan bir Yahudi’nin de Pesah korbanı etini yemesi yasaktır. Pasukta söylendiği gibi “Hiçbir sünnetsiz ondan yiyemez” (Şemot 12:48).

Hahamlarımız, Mısır’da geçen yıllar içinde putperestliğin Bene-Yisrael içinde de yer ettiğini ve benzer şekilde Berit Mila’nın da bazı kesimlerce ihmal edildiğini belirtirler. Belki de bu nedenle, Tanrı, Mısır çıkışını tam da bu iki şarta bağlamıştır: [1] Pesah korbanını yaparak Mısır’daki yaygın putperestliği aleni bir şekilde reddetmek – olumsuzla ilişkiyi kesmek ve [2] çok yakında çöl yolculuğuna çıkacak olmalarına rağmen, Tanrı ile Avraam arasındaki antlaşmaya bağlılıklarını ilan etmek üzere Berit Mila yapmak – olumluya bağlanmak. Hahamlarımız halk içinde Berit Mila’ya yanaşmayan kişilerin Mısır’dan çıkamadıklarını öğretirler. Böylece Bene-Yisrael, Mısır’dan çıkıp yepyeni bir ulus haline gelebilmesini, her ikisi de “kan” temasını içeren bu iki mitsvaya borçludur. İşte Peygamber Yehezkel “Dedim sana: Kanlarınla yaşa. Kanlarınla yaşa” (Yehezkel 16:6) sözlerini buna atıfla söylemiştir.

Her halükârda, bu iki mitsva arasında Berit Mila’nın biraz öne çıktığı anlaşılmaktadır. Ne de olsa Pesah korbanını yiyebilmek için bile Berit Mila şartı vardı. Geçen haftaki yazımda belirttiğim gibi Berit Mila, Tanrı ile Yisrael arasındaki antlaşmanın üç işaretinden biridir. Ve hatırlanacağı üzere, bu antlaşma, temelde Tanrı’nın Avraam’la yapmış olduğu antlaşmanın bir devamını teşkil eder. Tanrı Avraam’a şöyle demişti:

“Sana gelince – antlaşmamı korumalısın; hem sen, hem de nesilleri boyunca ardından gelen çocukların. Sizinle ve ardından gelecek çocuklarınla aramdaki, korumanız gereken Antlaşmam şudur: İçinizdeki her erkeği sünnet edeceksiniz… [Bu,] Sizinle aramdaki antlaşmanın işareti olacak” (Bereşit 17:9-11).

Nitekim Avraam’ın ailesinin bu kuralı önemle koruduğunu, örneğin, Yaakov’un oğullarının, Şehem reisine yönelik sözlerinde görmekteyiz: “Sünnet olmamış bir adama kız kardeşimizi vermek bizim için utanç kaynağıdır” (Bereşit 34:14). Tarih boyunca da Berit Mila, Yahudi halkının alametifarikası olmuştur. Hatta ünlü hâkim Şimşon, Pelişti halkına karşı olumsuz bir ifade olarak seçe seçe “sünnetsizler” sıfatını seçmiştir: “Sen kulunun eliyle bu büyük kurtuluşu vermişken, şimdi susuzluktan ölüp sünnetsizlerin eline mi düşeyim?” (Şofetim 15:18). Şimşon’un özellikle bu ifadeyi kullanmasının ardında, Tanrı’ya Berit Mila’nın önemini, sözün gelişi, “hatırlatma” amacı vardır: “Ben Berit Mila’sı olan, antlaşma içinde olduğun bu halkın üyesiyim; aramızdaki bu bağı göz ardı edip beni bu yabancıların eline teslim etme.” Bunun aksi bir örnekte ise, Eski Yunanların Erets-Yisrael’deki hâkimiyet döneminde asimile olup, “Yunanlaşan” (Mityavenim) kişiler, Yunanlarla olan bu fiziksel farklarını gizlemek için, acılı bir operasyona katlanarak sünnet derilerini öne çekiyorlardı.

Tüm bu örneklerden, bir nokta çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Berit Mila, tarih boyunca Yahudi bir erkeğin, Yahudilikle özdeşleştirilmesiyle bire bir bağlantılı olan uygulamaların ilk sırasında gelmektedir.

Belki merak ediyorsunuzdur. Neden özellikle bu konuda yazmayı seçtim? Yahudileri Berit Mila uygulamasını yapmaları için ikna etmeye gerek mi var? İnançlı ya da inançsız, Yahudilerin %97’si bu uygulamayı zaten yapıyor, doğan oğullarını, bir sağlık sorunu olmadığı sürece, hayatlarının sekizinci gününde, yoksa da mümkün olan en kısa zamanda zaten sünnet ediyor. Öyleyse bu konuyu açmamın amacı ne?

Şöyle söyleyeyim. Bence Berit Mila, bir mitsva olmanın ötesinde, bizi tarihimizin en başına bağladığı için farklı bir öneme sahip. Şimdi yukarıda alıntılamış olduğum tüm pasukları vs. aklınızdan silin. Diyelim ki tüm bunlar kutsal kitabımızda yazmıyor. Sadece, bu hafta veya geçen ay veya son yıl içinde katılmış olduğunuz bir Berit Mila törenine geri dönün. Orada bebeğin babasının Berit Mila işleminin hemen ardından söylediği berahayı hatırlayın. Ne diyordu?

“Baruh Ata… Leahniso Bivrito Şel Avraam Avinu. – Bizi emirleriyle kutsal kılmış ve bize, [oğlumuzu] Atamız Avraam’ın antlaşmasına dâhil etmeyi emretmiş olan Sen, Tanrı’mız Mübareksin.”

Sadece bu cümleye odaklanın. Yukarıda birkaç çeviride her ne kadar “sünnet” sözcüğünü kullandıysam da, bu sadece kolaylık olması içindi. Ama yapılan işlem bir derinin kesilmesinden çok daha fazlasını ifade ediyor. “Atamız Avraam’ın antlaşmasına dâhil olmak!” Tabii ki bu, sadece sizin katıldığınız o spesifik törenle sınırlı değil. Vaktiyle babanızın katıldığı birçok benzeri törende de aynısı söz konusuydu. Ve dedenizin. Ve büyük dedenizin… Ve sadece sizin yaşadığınız cemaatte değil. Dünyanın farklı noktalarındaki cemaatlerde de – hatta başka cemaatlerle asırlar boyunca ilişki kuramamış cemaatlerde de…

Acaba bu uygulama ilk olarak ne zaman başlamış olabilir? Dedim ya, diyelim ki Tora’da tüm o pasuklar yazmıyor olsun. Acaba şöyle bir şey mümkün mü? Günün birinde bir adam gelip diyor ki, bundan sonra, yeni doğan oğullarınızı sekiz günlükken sünnet edeceksiniz. Nedenini soruyorsunuz ve o da diyor ki, “Ben tıp uzmanıyım. Bu sağlıklı bir şey. Hijyen açısından çok önemli. Bu işlemi yapanlar daha az hastalanıyorlar vs.” İnsanlar eğer kendilerine sunulan bu yeni bilgiyi mantıklı bulurlarsa, bu uygulamayı benimsemeleri ve bundan sonra, en azından aksi yönde bir bilimsel bilgi çıkana kadar tüm nesillerinde uygulamaları gayet normaldir. Tabii ki benimsemeyebilirler de; ama benimsemelerini çok da hayret verici bulmayız.

Ama eğer bu adam farklı bir sebep veriyorsa… Mesela şöyle diyorsa: “Bakın ben sizin tarihinizi biliyorum. Siz Avraam diye bir adamın soyundan geliyorsunuz. Avraam’la Tanrı arasında bir antlaşma var ve bu antlaşmanın işareti olarak her nesilde çocukların sünnet edilmesi gerekiyor.” Ve siz – tüm halk! – hayatınızda Avraam diye bir atanızdan hiç haberdar olmadıysanız; veya duyduysanız bile, böyle bir uygulamayı halk içinde bilen tek bir kişi bile yoksa… o zaman bunun “tüm halk” tarafından kabul edilme olasılığı nedir? Adama demezler mi “Böyle bir şeyi ve böyle bir kişiyi biz daha önce neden hiç duymadık? Eğer bunun gibi nesilden nesile yapılan çok özel ve bizim halkımıza mahsus bir uygulama söz konusuysa, nasıl olur da şimdiye kadar bunu yapan tek kişi bile görmedik?” diye? [Burada küçük bir bebeğe “bıçakla” yapılan ufak çaplı ama tehlikeli de olabilecek bir operasyondan bahsettiğimizi de unutmayalım.]

Dolayısıyla eğer gerçekten Avraam diye biri olmasaydı ve ilk olarak bu uygulamayı bizzat kendisi yapmış ve sonra da nesilden nesile buna devam edilmiş olmasaydı, böyle bir uygulamanın tarihin rastgele bir noktasında hiç yoktan başlamış olma olasılığı, bana sorarsanız, yoktur. Bu ancak, “tüm” bir halkın “tüm” nesilleri bu uygulamayı babalarından dedelerinden gördüyse mümkündür. İşte bu nedenle, Berit Mila – sünnet antlaşması – bizi nesilden nesile geri giderek ta Avraam’a kadar; ve tabii ki sadece Avraam’a değil, aynı şekilde aradaki tüm nesillere de bağlamaktadır.

Özetle; Berit Mila gibi çok spesifik bir başlangıç noktası olması gereken tek bir mitsva bile, bir sürü insanın aklını karıştıran, “Acaba Tora ve anlattıkları gerçek mi, yoksa birilerinin hayal ürünü mü?” gibi soruların kolaylıkla cevaplanması için yeterli olabilir. Ve Berit Mila antlaşmanın bir “işareti” olarak özel bir öneme sahip olsa da, bu gibi konuları ispat edebilecek birçok noktadan sadece biridir.

Tora alelade bir hikâyeyi değil, “bizim toplu ve kolektif hikâyemizi” anlatmaktadır. Berit Mila gibi tek bir ortak atadan başlamış olması gereken bir mitsva kadar; “tüm bir halkın” yaşadığı, dolayısıyla birinin rastgele uydurup tüm bir halkı ikna etmesinin ürünü olamayacak olan, Mısır esareti, Mısır çıkışı, denizin yarılışı, Tora’nın alınışı ve benzeri kitlesel olaylar da – bu olayların anısına yapılagelen uygulamaların bunları her nesilde canlı tutmasının da etkisiyle – Tora’nın ve tarihimizin birer ispatını teşkil eder. İşte bu nedenle tarih boyunca Yahudiler, sadece inanç değil, birer “bilgi” olarak bildikleri bu hakikatler uğruna canlarını feda etmeye, katliamlara uğramaya razı olmuşlar, “kanlarıyla yaşamışlardır.”

Soru tabii ki açıktır… Binlerce yıllık bu zincirin halkaları olarak sağlam durup, bize kadar gelenleri biz de şahsen yerine getirecek ve bir sonraki halkaya şevkle aktaracak mıyız? Yoksa zincirin bize kadar gelen kolu bizimle son mu bulacak? Sorumluluk ve karar her birimize ait…

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page