VİYANA’NIN EMPERYAL BAĞRINDAN RENGARENK VE YAMUK HUNDERTWASSER EVLERİNE
top of page

VİYANA’NIN EMPERYAL BAĞRINDAN RENGARENK VE YAMUK HUNDERTWASSER EVLERİNE





Kendimi en yakın hissettiğim arkadaşlarımdan biri orada yaşıyor.

9 Eylül 2019'daki ziyaretim hala o çok güçlü etkisini sürdürüyor; o sıcak sohbetler, derin felsefik analizler, kişisel göç hikayelerimizin ve o medeniyet beşiği şehrin izini sürmelerle…

Viyana

Bu müzemsi, balmumu içinde saklanmış görünümde, bir zamanlar parlak günler görmüş, bir dönem Avrupa'nın en güçlü iki imparatorluğundan birinin başkenti olan, 19. yüzyılda Paris ve Londra'nın ardından Avrupa'nın bu 3. kentini, kozmopolitliğiyle, zerafetiyle, sanat alanındaki olağanüstü üretkenliğiyle ünlü bu şehri keşfetmeye gitmiştim tekrar ve yeniden.



Mozart'ın, Haydn'ın, Beethoven'in, Schubert'in ondan sonra taa Brahms ve Mahler'e uzanan bir dizinin Viyanasında bulmuştum kendimi.

Ama 1939'da 170.000 kişilik Yahudi nüfusunu Holocost’un acımasız zulmüne teslim eden Antisemit geçmişin Viyanasıydı burası aynı zamanda.

Yahudiler ve Viyana arasında bir aşk-nefret ilişkisi vardı ve bu ilişkinin bir de geçmişi vardı elbet!

19. yüzyıl sonlarında Viyana'da şaşaalı bir dönemin eseri niteliğinde, o aristokratik, o yıkılmaz kalelerde üreyen tüm Batı medeniyetini etkisi altına alan kültürün niteliği; radikal bir değişime uğrar.

180 derecelik bir dönüşüm yaşanır.

Tüm Avrupa'nın en modernist, en nihilist, en alengirli fikir akımları Viyana'dan çıkmaya başlar.

Mozart'ın kenti bir bakmışsın Freud'ün şehri olmuş...

Geleneksel ahlak, geleneksel sanat anlayışını yerle bir eden düşüncelerin, fikirlerin ve yeniliklerin, Aydınlanma çağının estetik, fikir ve mimari akımlarını kökünden reddeden akımların yuvası haline gelir Viyana…

19.ncu yüzyıl sonu ve 20.nci yüzyıl başında Viyana'da kayda değer bir iş yapmış olan insanların hepsi ama hepsi Yahudidir.

Yani Freud'dan tut Schoenberg'e kadar!

Dönemin yazarlarından tut; gazetecilerine, bilim insanlarına, ekonomistlerine, sağcılarına, solcularına, sosyalistlerine kadar...

Tüm Viyanada üretilen herşey Yahudi toplumunun mutfağından çıkmış görünür 1880-90'dan 1938'e kadar olan dönemde.

Oysa ki daha önceki dönemde, yüce Habsburg aristokrasinin sembolü olduğu çağda, bir tane bile kayda değer bir Yahudi ismi yoktur Viyana'da.

Bu çok radikal olan dönüşümün izlerini sürmek gerekirse, Viyana'da 12. yüzyıldan beri varolan Yahudi nüfusu; 18. yüzyıl sonu,19. yüzyılın ilk kuşağına kadar gettoda yaşıyordu.

Toplumdan yalıtılmış halde içlerine kapalı, farklı bir hukuk ve eğitim sistemi içinde hapsolmuş, toplumla kaynaşmayan, toplumla içiçe geçmeyen ayrı bir yapılanma şeklindeydi.

18. yüzyılın sonunda çok ciddi reformlar yapılır, 1780'lerde Habsburg Hanedanı Avusturya-Macaristan İmparatoru 2. Joseph'in reformlarıyla Yahudilere tam ve eşit vatandaşlık hakları verilir.

Bu dönüşümün ürün vermeye başlaması bir iki kuşak sonrasında olur.

1820'lerden itibaren bir iki isim duyulmaya başlar ama Yahudilerin ciddi bir şekilde Viyana’nın kültürel yaşamını ele geçirmeleri, resmen kırk koldan yürümeye başlamaları reformdan 2-3 kuşak sonra 19. yüzyılın 2. yarısıdır.

Derinine indikçe ilginçleşen bu araştırma sahasında, 20. yüzyıla damgasını vurmuş, İkinci Dünya Savaşının kıyımından mucizevi bir şekilde kurtulmuş Yahudi mimari bir dehadan bahsetmek istiyorum.

Ailesinden 69 kişi, 2. Dünya Savaşında Nazilerin kurbanı olmuş, büyük acı ve kayıplarla yüzleşmiş bir kişilik o.



Friedensreich Hundertwasser, gerçek adıyla Friedrich Stowasser, 1928 doğumlu ressam, mimar, çevre bilimci, ekolojist, activist kimlikleriyle çok yönlü Viyanalı bir sanatçı o.



Genelde, rengârenk tablolarından tanırız onu; cıvıl cıvıl, insanın içine coşku salan renk cümbüşleridir eserleri. Evet, doğayı çok sever sanatçı, ancak sadece sevmekle kalmaz, onu korumak için de çabalar.

Doğa, onun damarlarından geçer, kalbine ulaşır, kalbinden duygularına karışır; duygularıyla aklının odalarının kapısını çalar, içeridekilerle bütünleşmek isteyip hayalleriyle buluşur, cennete dönüşürler birlikte.

Artık zihinden dışarı çıkmak için her şey hazırdır. Cenneti ellerine akar önce, ellerinden de tuale… Renklerle dolup taşan odalar, parmaklarından hayata geçer, gerçeğe dönüşürler böylece… Zihnindekiler ılık ılık akar, güneşi getirir gittiği yerlere… Paris’e… Yeni Zelanda’ya… Keşfettiği cenneti taşır geçtiği her yerde.. Sergiler açar okyanus ötesinde… Onlara bu cenneti gösterir ellerinden akanların izinden…



Bazen de pullara dönüşür bu akanlar… Rengarenk pullar tasarlar Hundertwasser, tasarlamaya hiç doyamayan...

Spiral forma tutkundur.

Spiral formu onun için hayat, sonsuzluk ve doğa anlamına gelir.

Rengarenk spirallerin doğasında canlandırdığı cenneti göstermek ister.

İnsanların bu cenneti görmekten öte, artık yaşam alanı şeklinde sunma zamanının geldiğini görür, bu cenneti yaşayacakları evleri tasarlar.

Masalsıymış bu evler, yeşilin içinde geçen.

Koca bir tual gibiymiş dışarıdan görünen…

Rengarenk koca tualler… içinden hep yeşil geçen…

Ağaçlarla, bitkilerle bütünleştirir tasarladığı bu evleri.

Artık onun için ağaçlar da birer yaşam partneri…

İnsanlarla bitkileri birbirinden ayırmaz birlikte bir hayat sunar bu binalarda…

Şaşırır önce görenler.

Gerçek mi burası derler... İnanamazlar!

Zihninde olması gereken hayatı gördüğüne inananarak bu inancı göstermek ister insanlara…



O cennette sınırlar, insan elinin dayattığı köşeler, kırılmalar, düz çizgiler yoktur.

O düz çizgiler acıyı, hüznü, sınırlamaları çağrıştırır ona sadece.

Her düz çizgi bir Nazidir onun gözünde… Acıyı, tohum saldığı o yerlerden yoketmek için renkleri serpiştirir, ardından çizgileri yumuşatır.

Pencereleri de, bu cennetin gözleri yapmış Hundertwasser. Onun için binalarda baş rol hep pencerelerdedir. Tasarımlarını pencerelerin etrafında şekillendirir. Pencereler, içeriyle dışarı arasında bağlantı kuran, derideki gözenekler gibidir ona göre.

Manifestolar yazar, ‘’pencere haklarını’’ anlatır herkese.

Pencerelerle oluşturur yapı kimliklerini, öyle farklılaşır diğerlerinden…

“Her pencere, kendi kendine var olma hakkına sahiptir. İnsanların bazıları, evlerin duvarlardan oluştuğunu söyler. Ben, evlerin pencerelerden oluştuğunu söylüyorum. “– Friedrich Hundertwasser

Organik form dünyasının kapıları ardına kadar açılır böylelikle.

Böyle tasarlar Hundertwasser… İçindekileri dışarı yansıtır tasarladığı her yerde.

Sevgisini serpiştirir üstüne her beton döküldüğünde…

Resimler Binalara dönüşür, Binalar ise Resimlere...

Rengarenk ve Yamuk

Hundertwasser Evleri’nde İnsanlar yaşıyor.

Evlerin içini turist olarak ziyaret e açık değil ama tam karşısında bulunan aynı tasarıma sahip Kunt Haus Wien evlerinin içinde kafe, müze ve hediyelik eşya satan mekanlarda aynı atmosferi birebir hissetme duygusu yaşanmakta.





-----------------

Kaynakça:

*Sevan Nişanyan’dan derlemeler

*Wikipedia

*Anonim gezginler

www.hundertwasser.com











Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page