Merhaba sevgili okuyucularım. Bir on beş günü daha devirdikten sonra, işte yine baş başayız. Bu arada neler mi oldu? Hep aynı şeyler, devamlı yazı yazdım, kitap okudum, birkaç arkadaş buluşması ve Cuma akşamları oğullarım ve aileleri ile yediğimiz Şabat yemekleri.
Bazı şeylere üzüldük, bazılarına sevindik. Dünya haberleri ile hüzünlendik. Dünyanın her ne kadar daha parlak, bilgili, teknolojik zekalarla donanmasına rağmen, ego, vahşet ve aç gözlülük konusunda bir arpa boyu bile duygusal yol kat etmediklerine tanık olduk. Son haftaki en trend konu Ukrayna-Rusya Savaşı. Ben kendi hesabıma konuşayım, insanlar adam olmaz, tarihin başlangıcından itibaren okuduğumuz veya şahit olduğumuz uluslararası ihtiraslarda hiçbir değişiklik yok. Her şey “eski tas, eski hamam”. İnanır mısınız dünyanın, bir gün huzurlu bir yer olacağına dair içimde hiçbir umut beslemiyorum. Neyse ben size bu hafta değişik ve sempatik bir kişiden bahsetmek istiyorum. Güleç yüzlü, iyi kalpli, caz efsanesi Louis Armstrong’dan. Şimdi sizleri onunla baş başa bırakıyorum.
Halk arasında “Satchmo” olarak bilinen Louis Armstrong, yükselen, etkili ve sevilen bir caz müzisyeniydi. Kariyeri caz tarihinde 50 yıla ve farklı dönemlere yayıldı. Yetişkin yaşamının büyük bir bölümünde, Yahudiliğin en önemli sembolü olan David yıldızı (Magen David) kolyesi taktı.
Louis Armstrong’un Yahudilerle olan bu yakın ilgisi ve ilişkisi nereden kaynaklanıyordu?
Louis Daniel Armstrong 1901 yılında New Orleans’ta doğdu. Sivil haklar hareketinin, şehrin sosyal katmanlarını geri dönülmez bir şekilde değiştirmesinden çok önce, umut vaat eden bir ortam varken beyazlar ve siyahiler arasındaki ayrışma katı bir şekilde uygulanıyordu.
Doğduğu gün, babası William Armstrong, bebeğin 16 yaşındaki annesi Mayaan Albert’i terk etti. Louise, hayatının ilk beş yılında anneannesi tarafından büyütüldü. Daha sonra çok sevdiği annesi ve kız kardeşiyle tek odalı bir eve taşındı.
İnsan ayırımı New Orleans’ta çok yaygındı. Çoğu ayrımcılıklarda olduğu gibi, aşağılamalar, sosyal veya ekonomik kişisel gelişimi etkili bir biçimde engellemiştir.
Louis beşinci sınıfa geldiğinde, okulu bırakıp annesi ve kız kardeşini destekleyebilmek için, işe gitmekten başka bir seçeneği yoktu.
Louis altı ya da yedi yaşındayken, bir-iki kuruş kazanmanın yollarını bulmak için okul saatlerinden sonra mahalleyi araştırıyordu. Bu tanıdığı bütün siyahi çocukların çoğu için standart bir prosedürdü.
Bir şans eseri olarak, demir yolunun karşısında, köhne, düşük sınıf bir beyaz mahallesinde, Litvanya’dan yeni göç etmiş bir grup Yahudi aile keşfetti. Ailelerin çoğu, en azından evlilik yolu ile akrabaydılar. Yeni memleketlerinde karşılaştıkları aleni anti-semitizmi aşmak için birbirlerine yardım eden, sıkı sıkıya bağlı bir topluluk oluşturmuşlardı.
Yıllar sonra Armstrong’un tanımladığı gibi, kısa bir hatırat olan “Louis Armstrong, New Orleans’da,1907 yılı” nda, Yahudilerin tarih boyunca siyahlardan daha fazla acı çektiklerini anlatıyordu. Kendisinin de söylediği gibi Yahudiler, “kendi problemlerini yaşıyordu-diğer beyaz milletlerin ,Yahudi ırkından daha iyi olduklarını düşünen zor zamanlarıyla birlikte, ben sadece 7 yaşındaydım ama günahkarları kolayca görebiliyordum .Beyaz milletin, çalıştığım zavallı Yahudi aileye yaptığı muameleleri…”
Yerel anti-semitizmden bağımsız olarak, Yahudi aileler kendilerini şanslı görüyorlardı. Rusya’daki Çar’ın yönetimi altındayken karşılaştıkları katliamlarla kıyasla, hayat artık umutla doluydu. İstedikleri veya yetebilecekleri yerlerde yaşamakta ve istedikleri gibi geçimlerini sağlamakta özgürdüler.
Bu Yahudi ailelerden biri olan Karnofsky’ler yeni vatanlarındaki durumlarını düzeltmeye kararlıydı. Her sabah saat 5’te, Alex ya da Morris Karnofsky kardeşler, bir hurda toplayıcısı olarak yola çıkarlardı. İnsanların kendilerine sattığı şişeleri, kemikleri ve paçavraları toplayıp, sonra onları daha karlı mallar için satar veya takas ederlerdi.
Louis, iş istemek için Karnofsky’lere yaklaştığında, ”mesleklerinde” kendilerine yardımcı olması için siyah bir çocuğu işe almak için itiraz etmediler. Böylece yedi yaşında, hafta içi her sabah erkenden, Louis kendini Karnofsky’nin at arabasında Alex ya da Morris’in yanına tünemiş halde buldu.
Louis akşamları da onlar için çalışıyordu. Vagonlarına kömür yüklerler ve mermi yaparlardı, bir cent’e bir kova satarlardı.
Çocuğa o zamana kadar alabileceği en önemli hediyeyi ona Morris Karnofsky vermişti.
Armstrong’un sözleriyle: “Morris benim için bir teneke boynuz aldı. Üflemek ve üflemek için, kutlamalarda, partilerde ses çıkarmak için kullandıkları türden, kalay bir boynuz. Çocuklar onu çok sevdi.”
Louis’in görevlerinden biri, hurda vagonun ya da akşamları kömürün geldiğini duyurmak için borusunu üflemekti. Louis için bu, işten ziyade eğlenceydi. O hassas çağda bile, geleceğin trompetçisi, vokalisti ve şarkı sözü yazarı, doğaçlama eğilimi gösterdi.
Armstrong’un söylediği gibi:
“Bir gün-borumun ahşap üstünü çıkardım ve şaşırtıcı bir şekilde iki parmağımı ahşap ağız parçasının olduğu yere yakın tuttum ve bir melodi çalabildim. Aman Tanrım çocuklar bundan gerçekten çok hoşlanmışlardı. İlk seferinden daha iyisini defalarca tekrarladım. Bu çocuklar şişelerini getirirlerdi, Morris onlara birkaç kuruş verirdi ve ben onları eğlendirirken, onlar da arabanın etrafında dururlar beni dinlerlerdi.”
Armstrong muhtemelen genç hayatında ilk kez tatlı bir başarı duygusu tadıyordu. Hayranlık uyandıran bir izleyicinin ilgi odağı oldu ve başkalarına neşe vermenin heyecan verici deneyimini tattı.
Morris Karnofsky’den gelen teneke düdük, ömür boyu sürecek yenilikçi müzik kariyerine giden ilk adımdı.
Bir gün Morris ve genç yardımcısı tur atarken, Louis’in keskin gözü bir rehinci dükkanının vitrininde, lekelenmiş bir kornet gördü. Ne keşifti ama! Heyecanla atan kalbiyle, Morris’in durmasını istedi. O ve Morris değerli kornetin fiyatını sormaya gittiler. Beş dolardı, o günler için oldukça iyi bir miktardı.
Morris “harika müzisyenine ”peşinat için iki dolar borç verdi. Louis daha sonra, değerli enstrümanın tamamen sahibi olabilmek için, her hafta 50’şer cent ödeyerek borcunu bitirdi. İyi çalmayı öğrendi ve daha sonra onu Amerikan cazının ilgi odağı olan trompetle yıldız oldu.
Bu küçük borç ve unutulmaz iyilik, Louis Armstrong’un uluslararası şöhrete giden yolunda önemli bir adım olduğunu kanıtladı. Louis’in Karnofsky’lerin evinde bulduğu sıcaklık ve güvenlik belki de daha büyük bir etki yarattı. Aile ona “kuzen Louis” adını verdi ve onu ten rengine rağmen ailenin bir parçası yaptı.
Bayan Karnofsky onlarla akşam yemeği yemesinde ısrar etti. Annesinin ona basit bir yemek vermekte bile zorlanacağını bildiğinden, masada onlara katılmasında ısrar ediyordu. Onu utandırmaktan kaçınmak için, eve döndüğünde muhtemelen yiyecek bir şey kalmayacağını, bu yüzden oturup onlarla bir yemeğin tadını çıkarması gerektiğini söylerdi.
“Kuzen Louis”, Karnofsky’lerin ona verdiği duygusal destekten filizlendi. Gününün en güzel kısmı, o ve bütün çocukların bebeği uyuturken anne Karnofsky’nin etrafında toplandıkları akşamlar oldu.
Bu hatıra yıllarca aklında canlı bir biçimde kaldı.
“Rusça Ninni”diye şefkatle yazdı. “Karnofsky ailesiyle, onlar için çalışırken, her gece onların evlerinde anne Karnofsky’nin bebek David’i uyutmak için salladığı sırada, ben bile o yaşımdayken söylediğim şarkı…hepimiz yerlerimizi alır ve söylerdik. Çok yumuşak ve tatlı…küçük bebek uyuyana kadar hepimiz birlikte şarkı söylerdik. Sonra birbirimize iyi geceler dilerdik, ardından evime dönerdim. Yolun karşısındaki evimize Mayaan ve Mama Lucy’ye, anneme ve kız kardeşime.”
Babası tarafından dünyaya gelir gelmez terk edilen çocuk için bu ne kadar yeni bir dünyaydı. Louis 11 yaşındayken, bir gün üvey babasına ait bir silahla oynadı, havaya doğru ateş ederken tutuklandı ve bir gözaltı tesisi olan bir ıslahhaneye gönderildi. Orada yaşam koşulları rahat olmaktan çok uzaktı. Üzerinde yatacak bir şiltesi yoktu ve çok az yemek veriyorlardı. Disiplin şartları çok ağırdı ve cezaları bir onbaşı veriyordu.
Ancak Louis’in yeni hayatını kolaylaştıran bir kurtarıcı faktör vardı. Islah evinde bir müzik grubu vardı. Louis’in bu gruba katılmasına izin verildi ve hatta çalışını geliştirmek için müzik dersleri de verildi.13 yaşında iken bando liderliğine getirildi.
Islah evinde geçirdiği zamanın ardından, cazın ufkunda parlak bir yıldız olarak tanınana kadar, kademeli olarak, trompetçi olarak basamak basamak yukarı çıktı. Nerede olursa olsun, Yahudi halkına saygı ve şefkat gösterdi.
Joe Glaser yıllarca onun Yahudi menajeriydi; Çok ta yakın bir arkadaşıydı. O’na David’in yıldızını “Magen David”i veren oydu. Armstrong, arkadaşına, Yahudilerin kendisi için yaptıklarının onuruna onu her zaman boynunda gururla taşıyacağını söyledi.
Louis Armstrong, gençliğinden itibaren aldığı Yahudi iş ahlakını yıllarca sürdürdü. Yılda 300’den fazla kez sahneye çıktı. Otuzdan fazla filmde rol aldı. 1950’lere gelindiğinde, İsveç’ten başlayan, Kopenhag, Anvers, Amsterdam, Hamburg, Viyana, İsrail, Lübnan ve Mısır’a inen uluslararası bir turnede, günde ortalama iki şovda, ülkesini temsil eden bir Amerikan ikonu haline gelmişti. Sonunda telaşlı hızı, durmadan çalışması ve sahne heyecanları ve yorgunluğu, asla tam olarak iyileştiremediği bir kalp krizine yol açtı.
1969’da, bir Yahudi arkadaşı ve kişisel doktoru olan Dr. Gary Zucker, New York şehrindeki Beth Israel Hastanesi’nde Satchomo’ya baktı. Armstrong sonunda hayatına mal olan şiddetli kalp rahatsızlığı ile hastanede yatarken, Karnofsky ile olan ilişkisi hakkındaki son anılarını kaleme aldı.
72 sayfalık belgede Armstrong, Karnofsky evindeki akşam ritüelini anlatıyor. Bu anların tadını bir kez daha çıkararak, Yahudi bir ailenin evlerini ve kalplerini ona nasıl açtığını anlatıyor ve geliştirdiği yenilikçi müzik tarzına yaptığı etkiyi anlatıyor.
Ayrıca hangi taraftan gelirse gelsin, kendisine bir insan olarak saygılı davranan Yahudi cemaatinin diğer üyelerine de övgüde bulunuyor.
Yahudilerin aile dayanışmasına hayran olduğunu ve aileye doğan her yeni bebeğin, nasıl zevk alınacak değerli bir hediye olduğunu tekrarlıyor. Ayrıca Yahudi hayırseverlerine, yaşam boyunca ona rehberlik eden enerjik çalışma etiğini de aşıladıklarını anlatırken, merdivenin tepesine ulaşıncaya kadar, kendisinden daha fazlasını talep ederek, onun için belirledikleri hedefi takip ettiğini anlattı. Özenle kendilerini destekleme zorluğuna karşılık verdiler. Ailenin dayanışması onda derin bir etki bıraktı.
“Yahudi halkının harika ruhları var” diye yazdı. “Söyledikleri ve hala yaptıkları şeylerden hep zevk aldım, tabii ki ninni şarkısını aileyle birlikte söyledim-söyledikleri her şarkının üzerinden geçmedim. Ama iyi bir dinleyiciydim. Hala öyleyim.”
Onlara karşı önyargılarla mücadele etmek için, çok çalışarak kendi paylarını iyileştirerek bir araya geldiklerini nasıl takdir ettiğini anlatıyor. “Protestolara enerji harcamaktansa, hayatlarına devam ettiler ve ilerleme kaydettiler.” diye yazıyor hayranlıkla.
Louis Armstrong ve Yahudi ailesinde “Yahudi halkını hayatım boyunca seveceğim” dedi. “ Bana karşı her zaman sıcak ve nazik davrandılar, bu benim için çok dikkat çekiciydi-sadece nezaket kelimesine bile aşık olan bir çocuk olmuştum”.
Onlardan ne kadar şey öğrendiğini vurguladı; “nasıl yaşanır, gerçek hayat ve kararlılık nedir? Hep onlardan öğrendim.”
Ama belki de her şeyden önce, Louis Armstrong bir kişinin hemcinsini sevmenin bir savunucusuydu. Geniş, ışıltılı gülümsemesi onun ayırt edici özelliği oldu. Sayısız insan onu aşağıladı ve ona kötü davrandı, ama o asla intikam almadı. Aksine, hayranlarını bardağın dolu olan yarısına odaklanmaya, içinde zevk ve tatmin bulmaya, çok çalışmaya, mutluluk ve iyi niyet yaymaya teşvik etti.
1969 yılında oynadığı “Hello Dolly” adlı film, son çalışması oldu. 1971 yılında, kalbine yenik düşüp yaşama veda etti.
İşte bu haftaki sohbetimin de sonuna geldik. Bir daha buluşuncaya değin sağlık ve sevgiyle kalın.
コメント