Ey dindar Yahudiler, neden bilerek özgür olmamayı seçiyorsunuz?
top of page

Ey dindar Yahudiler, neden bilerek özgür olmamayı seçiyorsunuz?




Bu hafta büyük oğlumun Bar Mitzva hazırlıkları olması nedeniyle kendi yazımı değil de genç ve yetenekli bir psikolog arkadaşımın kaleminden çıkan düşündürücü yazısını sizlerle paylaşmak istiyorum. Sevgili Lisya Chaban en kisa zamanda kendi köşede seni okuyabilmek dileğiyle...

Özgürlüğün, bir önceki dönemlerden çok daha önemli olduğu bir çağda yaşıyoruz. İnsanın her koşulda kendi isteğini (istediği şekilde ve istediği sıklıkta) yapması gerektiği, tartışmasız en güçlü normlarımızdan bir tanesi haline geldi. Bu norm o kadar hayatımıza yerleşmiş durumdaki, neredeyse organize bir din gibi davranmakta, kuralları koşulsuz kabul edilmekte, ve değerleri sorgulanmamaktadır. Tam da bu sorgulama eksikliği yüzünden, ‘koşulsuz özgürlükçüler’ ile ‘Yahudiler’, özgürlük konusunda zıtlaşmaktadırlar.

Peki Yahudiler gerçekten özgür mü? Ya da, onların özgürlük tanımı nedir? Tabii ki de özgürlük deyince aklımıza ilk gelen, Pesah bayramı yani, ‘Özgürlük/Kurtuluş zamanı’ geliyor. Torah, bize verdigi yasaları ‘kısıtlama’ diye adlandırmak bir yana, onları ‘özgürlük’ olarak nitelendirmiş, ve asıl, seküler dünyanın sınırlı olduğunu öne sürmüştür. Hatta bu iddiasında biraz daha ileri giderek, ’İnsanlarımın gitmesine izin ver ver ki Bana tapsınlar’ denmiş, özgürlük ve tapınma kavramları, Batı felsefelerinin tam tersine, aynı cümlede kullanılmıştır.

Peki bu kadar ‘kısıtlaması’ olan bir din, özgürlük konusunda nasıl bu kadar kendinden emin konuşabilmektedir? Bilişsel-davranışçı psikoloji, son dönemin en yaygın terapi türlerinden bir tanesi. Onu diğerlerinden ayıran en önemli özelliği, insana ‘sağlıklı düşünmeyi’ (ve bunu takiben sağlıklı duygu ve davranış seçimi yapmasını) öğretmesi yüzünden olabilir. Bu terapi akımı, insanın mutluluğunun önündeki başlıca sorunun, düşünce sistemindeki çarpıtmalar olduğunu öne sürer. Eğer ki insan, düşünmesindeki çarpıtmaları fark edip düzeltebilirse, özgür karar verebilecek ve akabinde duygularını/davranışlarını yönetebilecektir.

Torah da ayni sekilde, insanın çarpıtmalara (ya da kötü dürtülerine) maruz kaldığını savunur. İnsan gerçekten de özgür değildir, sınırlamaları vardır. Fakat kötü dürtüsünü yönettiği takdirde ‘gerçek dünya’ ile ilgilenebilmeye başlayabilir (’ Kıskançlık, şehvet, ve saygınlık insanı dünyadan çıkarır’ - Rabbi Elazar HaKappar). Bu kötü dürtülerle baş eden insan, algısını temizleyebilecek ve gerçekliği(ni) olduğu gibi görebilecektir. Torah bu durumun doğal sonucu olarak insanın Tanrı’ya tapacağını savunur, fakat şimdilik bunu bir kenara koyabiliriz.

Bu şekildeki bir dürtü çalışması, çöldeki insanın Tora’yı alma çalışmasına da benzetilebilir. İnsan çöldeyken belirsizlik içindedir, bu kötü dürtüler için harika bir ortam yaratır. Fakat, çölü(nü) aşabilen bir kişi (komfor alanından çıkmak gibi), daha özgür bir birey haline gelir. Algısı ancak bu şekilde olan insan, duygu ve düşüncelerini yönetebilecek, ve daha özgür seçimler yapabilecektir.

Bu durumda özgürlüğün ön koşulu, özgür karar verebilme yetisidir diyebiliriz. Torah bize ilk olarak bunu nasıl yapabileceğimizi öğretir. Doğası gereği sınırlı olan insanın, çöl’ünü aşıp özgürleşebilmesi için, Sınırsız ve Özgür Olan’a yapışmaya ihtiyacı vardır. Tek başına özgür olamayan insanın, özgürleşmesindeki varoluşsal yol buldur. İşin güzel tarafı, O her zaman ve her yerde vardır. Bizim görevimiz, üstümüzde etkisi olan çarpıtmalarımızdan kurtulup, Sınırsız Olan’a yaklaşmak ve içimizdeki Tanrı parçacığıyla iletişime geçmektir. ‘Beni tam bir kalple ararsanız, Beni bulacaksınız’ - Jeremiah 29:7.

Peki Lisya, bu soyut romantik konuşmaların hala asıl soruya cevap vermiyor diyebilirsiniz. Butun bu havalı yapışma planı güzel ama, cheeseburger çok daha güzel. Kesinlikle haklı…değilsiniz.

Bu konuyu daha iyi anlamak için, bir çocukla olgun bir bireyin özgürlüklerini karşılaştıralım. Küçük bir çocuk, her istediğini, dilediği gibi yapmaktadır. Buna nazaran, olgun bir bireyin böyle bir lüksü yoktur. O halde hangisi daha özgürdür?

Tabii ki de, çocuğun özgürlüğüne olan inancı sınırlarını fark ettigi ana kadar olacaktır. Çocuk, özgür olmak bir yana, kölesi olduğu zevklere boyun eğmek üzerine yaşadığını fark ettigi an, özgür olmadığını da fark eder. Belki bir Tanrı’ya’ya tapmıyordur ama kesinlikle taptığı başka güçler vardır. Buna nazaran, neyi yapıp yapmaması gerektiği konusunda seçim yapabilen insan, kendi öz’üne uygun kararlar verebilecek, ve özgürleşebilecektir. Günün sonunda, kararı ile benliği arasında bir ilişki kurulmuş, karar benliğinin parçası haline gelmiştir. İyiliğimize olduğuna inandığımız mitzvaları yapmanın, özgürlükle ilişkisi de tam olarak budur.

Bir diğer önemli nokta ise, herhangi bir ilişkideki zorluğu (Tanrı-insan ilişkisinde cheeseburger yemenin yasak olması) değerlendirme tarzımız ile ilgilidir. Evet, doğrudur ki çocuklu aileler çocuksuz ailelere göre çok daha zor bir durumda gözükürler. Fakat eğer yalnızca zorluklar bir ilişkiyi tanımlıyor olsaydı, her gun 385.000 bebeğin doğduğu dünyamızda, bu kadar sayıda aileye akıl sağlığını yitirmiş dememiz gerekirdi. Fakat önemli nokta şudur, bir ilişkiyi uzaktan değerlendiren insan, o ilişkiyi yalnızca gözüne çarpan kısımlarına göre değerlendirir (uzun zamandır partner isteyen bekar bir kişinin, sevgililerde daha çok romantizme dikkat etmesi gibi). Bir ilişkiyi doğru değerlendirebilmemiz için, ilişkiyi bir bütünsellik içinde değerlendirebiliyor olmamız gerekir. Yani, bir durumun ancak iki tarafını da bilen insan (iyisiyle kötüsüyle), o durumu objektif olarak değerlendirebilir. Tora ve Tanrı ile olan ilişkimizde de, kişinin ilk başta hediyeyi paketinden çıkarıp ne verildiğini görmesi iyi olacaktır. Yalnızca paketinin rengine gore değerlendirilen bir insan-Tanrı ilişkisi, doğruya yeterince yakın olmayacaktır. Ancak, hediyenin içindekini tanıyan kişi, hediyeyi alıp almama konusunda özgür seçim yapabilecektir- ’Torah öğrenen insan kadar özgür biri yoktur’ (Rabbi Yehoshua Levi - Fathers 6:2).

Özetlemek gerekirse, özgürlük insanın bir yığın seçeneği olması değil, seçebilme yetisinin olmasıdır. Günün sonunda, oyunun kuralları vardır ve kazanmak icin gereğinden fazla kart çekmek bir işe yaramayacaktır. Amaç, insanın elindeki kartlarla en iyi oyunu çıkarmasıdır. Bu da ancak insanın kötü dürtüsünü tanıması, insanı koruyormuş gibi yaparken nelerden mahrum bıraktığını anlaması ve ilişkilerini bütünsel olarak değerlendirmesiyle olabilir.

‘Mısır’dan’dan çıkış her insanın içinde, her dönemde, her yılda ve her gün olur’ - Rabbi Nachman






Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page