Carmel’in serin nefesiyle Akdeniz’in sonsuz mavisi arasındaki HAİFA
- TÜRKİYELİLER BİRLİĞİ התאחדות יוצאי תורכיה
- 3 gün önce
- 5 dakikada okunur


Carmel’in serin nefesiyle Akdeniz’in sonsuz mavisi arasındaki HAİFA
Belki de Haifa’nın sırrı budur: Aynı anda hem geçmişi hem geleceği seyretmeye mecbur bırakması. Kütüphanede yan yana oturan Arap ve Yahudi gençlerin sessizliği, bana geleceğin hâlâ bir ihtimal olduğunu hatırlatıyor. Ama aynı sessizlik, 7 Ekim’in yankısıyla bölünüyor: “Gerçekten bir arada yaşamak mümkün mü?”
Hecht Müzesi’nde Fenike harflerini gördüğümde düşündüm: Yazı, insana hatırlama gücü verdi. Hatırlamak ise hem nimettir hem lanet. Biz Yahudiler, hatırlamanın lanetiyle başbaşa ama aynı zamanda onun sayesinde hayatta kaldık. Fenikelilerin taşlarında gördüğüm şey, bir halkın silinme korkusu idi. Bugün bizim korkumuz farklı değil.
Manzaranın doruğunda Kadishman’ın koyunları arasında yürürken içimde şu cümle belirdi: “Bir daha asla”. Bu cümle aslında bir emir değil, bir yakarış. Çünkü tarih bize gösteriyor ki, hiçbir “asla” kendiliğinden gerçekleşmiyor. İnsan, iradesiyle ve hafızasıyla o “asla” yı her gün yeniden kurmak zorunda.

Haifa’da Dağın ve Deniz’in Hatırası
Her yolculuk biraz da geçmişle yapılan bir konuşmadır.
Ve her şehrin bir kalbi vardır; Haifa’nın kalbi ise Carmel Dağı’nın dorukları ile Akdeniz’in derin mavisi arasında atar. Bu kalbe yeniden dokunmam, kırk beş yıl sonra tekrar nasip oldu.
Sevgili teyzem ve 90 yaşındaki eniştemin doğum günü kutlaması için çıktığım bu yol, kısa sürede bambaşka hatıralar kapısına dönüştü.
Teyzemin lezzetli elleri, sofraya yayılan Sefarad/Ortadoğu mutfağının Ladino tınılı lezzetleri, zeytinyağı katkılı, o Akdeniz kokusunu içime çektiğim Kiryat Motzkin’deki aile sofrası…
Eniştem ise delikanlı ruhunu hiç kaybetmemiş bir bilge… Her sabah yarım saatlik jimnastik rutiniyle dimdik, gözlerinde hâlâ gençlik pırıltısı taşıyan bir delikanlı O. Beden esnek, zihin berrak Düşündükçe hayret ediyorum: İsrail’in kuruluş yıllarında gençliğini yaşayan biriyle aynı sofrada oturmak, bir tarihin canlı tanığıyla sohbet etmek!
İsrael’in kuruluş yıllarında büyümüş, babası ise Haifa Belediyesi’nde tapu ve kadastro’da müdürlük yapmış, şehrin taşlarına işlenen sınırlar, bizzat kendi onayından geçmiş.
Enişte anlatıyor, 1948’in tozlu sayfaları açılıyor önümde.
“-Henüz yeni doğmuş İsrael’e, aynı anda dört beş Arap ülkesi savaş açıyor! “Arap ordularının kuşatması altında doğan İsrael, “imkânsızı mümkün kılma” azmiyle ayakta kalıyor.
Bu azim 2000 yıllık Diaspora sonrasının ardından kadim topraklara dönüşün azmi !
David Ben-Gurion’un şu sözleri sanki hâlâ onun sesinde yankılanıyor:“İsrael’de mucizelere inanmazsanız, realist olamazsınız!”
“Mucizelerle dolu bir halkız biz,” diyor eniştem. Sözlerinde bir ortak bilinç, halkımızın hafızası şekilleniyor adeta.
Onların gençliği, mucizelerin gündelik bir yaşam biçimi olduğu yıllarda şekillenmiş. Belki de bu yüzden bu gözlerindeki ateş görülmeye değer!
Kutlamanın ertesi günü, doğma büyüme Haifalı olan eniştem bana bir yol haritası çiziyor.
Haifa’yı yeniden keşfetmeye çıkan Ben, aslında şehrin değil, kendi içimin tarihini okumaya mı niyetlenmiştim aslında?

Şehir merkezinden teleferiğe bindiğimde, zamanla yarışan bir yolculuk başlıyor. Yarım saati bulan yükseliş, sadece göğe değil, tarihin katmanlarına da süzülmek gibi.
Kabin ağır ağır yükseliyor, Körfez kollarını açıyor; liman, gökdelenler, mahalleler birer birer küçülüp bir mozaik haline gelirken yalnızca şehrin tarihini değil, kendi çocukluğumu da görür gibi oluyorum.
Yaz tatillerinde ailece Kiryat Motzkin günleri! Kiryat Hayim’in dar yollarında oynar, Haifa’ya on kilometrelik yolculukları bir keşif gibi yaşardık. Akko’ya yaptığımız geziler, tarihi kale, kahvaltıların vazgeçilmezi gvina levana, gvina tseuba, cottage peyniri, teyzemin zaatar baharatlı Ladino mutfağı, Akdeniz ile Ortadoğu’nun tatları!
Teleferik yükseliyor, aile hatıraları Haifa’nın resmi tarihiyle buluşuyor; Haifa’nın resmi tarihi, kişisel hafızamla yan yana akıyor.
Carmel Dağı’ndan denize bakmak, yalnızca bir manzara seyretmek değildir. Orada insan, zamanın katmanlarını da görür: Fenike limanlarını, İsraeloğullarının göç yollarını, Haçlıların izlerini, Osmanlı döneminin dokusunu, Alman Temple kolonicilerini, 19. yüzyıl Aliyahcılarının özlemlerini, bugün teleferiğe binen çocukların gülüşlerini… Tarih burada yan yana durur, birbiriyle konuşur.
Yükseldikçe şehrin bugünü küçülüyor, geçmişin siluetleri büyüyor. Haifa’nın gökdelenleriyle, çocukluğumun mekanları yan yana diziliyor.
Haifa Üniversitesi Kampüsüne varıyorum. Çok sıcak bir yaz güneşi ama ne mutlu ki kuvvetli bir esinti eşliğinde! İsrael’de yazın rüzgâr büyük nimet; çölde su neyse, burada esinti odur. Rotamı belirliyorum, çocuklu aileleri takip ediyorum. Ve karşıma çıkan “Hecht Museum” tabelası işaret veriyor.

Ama önce kütüphane çağırıyor beni: Younes & Soraya Nazarian Library. İçeri adımımı attığımda, önce kitaplara değil ama dev pencerelerden uzanan panoramik manzaraya kilitleniyorum. Akdeniz, Körfez ve Haifa şehrinin, Mondrian’ın kübik çizgilerini andıran devasa pencerelerden süzülen görüntüsü ebediyete çağrı gibi….

Ama kütüphanenin kendisi de bir hikâye anlatmakta: Diasporadan gelen bir ailenin armağanı olarak inşa edilmiş, bilgiye, araştırmaya, ortak geleceğe adanmış bir mekân.
Kütüphane yalnızca bir bilgi mekânı değil, coexistence’ın da aynası. Rafların arasında Arap öğrenciler çoğunlukta; bilgisayar başında çalışan gençler, yan yana not alan kadınlar… Sessizlikte bile biraradalık okunuyor. Bu arada eniştemin sözleri aklımda yankılanıyor: “El-Fatah doktrinleri Haifa Üniversitesi Arap öğrenciler arasında hızla yayılan bir dalga.”
İsrael devleti, bunun bilincinde olarak üniversiteleri bir yandan özgür düşüncenin, bir yandan da güvenlik farkındalığının mekânları haline getirmiş. Bu denge, hissedilen bir gerilim hattı.
Kampüs girişinde gördüğüm başka bir köşe beni derinden etkiliyor:
Dürziler için dayanışma alanı. Basit bir köşe ama taşıdığı anlam derin.
Savaşlarda omuz omuza çarpışan, sadakatlerini kanla yazmış bu topluluğa ayrılmış bir anma alanı. Fotoğraflar, bayraklar, çiçekler… Sanki Carmel dağının rüzgârı burada bir teşekkür fısıldıyor. İsrael’in kimliğini taşıyan bu mozaik, kendi alanında sessiz ama güçlü bir renk olarak durmakta.

Kütüphanenin geniş salonlarında dolaşıyorum, ilk anda fark etmediğim bir sergi çıkıyor karşıma. Sessiz ama sarsıcı: Yosef Bau.
Duvardan duvara asılı tablolar, grafikler, illüstrasyonlar, karikatürler… Hepsi tek bir ağızdan aynı kelimeyi fısıldıyor: “Unutma.”
“Unutma” diyordu her çizgi, ama aynı zamanda “Yeniden başla.”
Bau sadece bir sanatçı değil; O, Shoa’nın tanığı, direnişin mizahı, yeniden doğuşun ressamı. Yağlı boyalarında bir halkın özleminin çığlığı yükseliyor, grafiklerinde modern İsrael’in doğum sancıları yankılanıyor, karikatürlerinde trajediyi tebessüme dönüştüren bir zekâ parıldıyor.

Krakow gettosunun karanlığından çıkıp modern İsrael’in ışığında üretmeye devam eden bir ruh. Eserlerinde hem bir dönemin ağıdı hem de yeniden doğmuş bir ülkenin sevincini okunuyor. Onun fırçasında, bir bireyin iç sesi ile bir halkın ortak hafızası buluşuyor. Sürgünün acısı, yurdun özlemi, inancın dayanıklılığı… Bau, sanki bütün bu duyguları tuvaline değil, izleyenin kalbine işliyor. Orada, serginin ortasında, zamanın iki ucu birleşiyor: geçmişin karanlığı ile geleceğin umudu.
Heyecanım doruğa ulaşıyor sanatın ifadesi karşısında nutkum tutuluyor, Bau estetik bir ifade kaygısını tarihsel bir emanetin elçiliğiyle birleştiriyor.
Yosef Bau, bize hatırlamanın bir görev olduğunu hatırlatıyor. Unutmayalım Unutturmayalım! Unutursak bir daha vuku bulabilir! Hatırlayalım ve yeniden inşa edelim!
O an, bugünün gürültüsünden kopuyorum. Yalnızca Bau’nun renkleriyle konuşan bir sessizlik kalıyor geriye. Ve bu sessizlikte şunu hissediyorum: Haifa, yalnızca bir şehir değil; geçmişle geleceğin aynı manzarada buluştuğu bir eşik.
Hecht Müzesi ve Fenikeliler

Ve nihayet kendimi Hecht Müzesi’nin bölümlerinde buluyorum. Burası bir arkeoloji müzesi, evet, ama daha fazlası: çocukların göz hizasına göre kurgulanmış bir tarih anlatısı. Bilgisayar oyunlarına alışmış minik gözler için tasarlanmış yaratıcı köşeler, çizgi roman tadında panolar, bulmacalar, Lego masaları… Bir medeniyetin görkemini oyunla aktarmanın pedagojik zekâsı beni sergilenen objelerden daha çok etkiliyor.
Ve Fenikeliler! Yazının mucitleri, denizlerin ustaları, Akdeniz’in seyyah kavmi… Fenike takıları, tekne kalıntıları, mezarlar, günlük yaşamdan sahneler; her şey özenle işlenmiş. Tarih, burada yalnızca öğretilmiyor, yaşatılıyor.
Açık Hava Heykel Bahçesi

Müzenin dışarıya açılan bir kapısını keşfediyorum. Carmel dağının rüzgârıyla yüzüme çarpan bambaşka bir dünya çıkıyor karşıma: Açık hava heykel bahçesi. Çimenlerin üzerine yerleştirilmiş dev eserlerle Haifa Körfezi’ne bakan manzarada adeta ikinci bir müze kurulmuş!
Sonradan öğrendiğime göre, buradaki heykeller Tefen Open Museum’dan nakledilmiş. Micha Ullman’ın “Uçuş” u, Menashe Kadishman’ın “Doğum” u, Yigal Tumarkin’in “Beretta’dan Güle”si, Amos Keinan’ın “Aslan”ı… Modern İsrael sanatının 30 ikonik heykeli, artık Hecht Müzesi’nin bahçesinde.
Müzenin küratörü Dr. Eran Aryeh’in sözleri bu manzarada anlam kazanıyor:“Maddeyi ruhla, güzel sanatları ağır sanayiyle, Kenaan köklerini modernist yeniliklerle birleştirme…”
Çimenlerin gölgesinde çocuklar tuvalleriyle resim yapıyor. Heykellerin arasında dolaşırken, tarih, sanat ve devletin kuruluş yolculuğu içimde birleşiyor.
Bir Hatırlayış – 7 Ekim -
Heykellerin arasında gezinirken, her biri bir dönemin suskun tanığı gibi. Kadishman’ın koyunları bana yalnızca pastoral bir huzurdan fazlasını fısıldıyor: kurban edilenlerin, unutulmaması gerekenlerin hikâyesini.
Ve o anda aklıma 7 Ekim düşüyor.
İsrael’in bugün hâlâ varoluş mücadelesi verdiği, rehinelerimizin geri dönüşünü beklediğimiz günler…
Carmel’in rüzgârı bir dua gibi esiyor yüzüme.
Bu müze, bu şehir, bu ülke — her gün yeniden inşa ettiğimiz!
Bir Varoluş Manifestosu!
-----------------------------
Roşaşana 2025, ibrani takvimi 5786 yılı yolda.
“Yeni yılın yolları huzurla bereketle döşensin, temiz kalplerden tüm dilekler gerçekleşsin” Shana Tova - שנה טובה
------------------------------
Malka AZARYAD
Bir önceki yazımı okudunuz mu?


Yorumlar