top of page

İnsani Kanunlar ve Tanrısal Kanunlar


Önümüzdeki Şabat günü Mişpatim peraşasını okuyacağız. Tora’nın altı yüz on üç emri farklı şekillerde kategorilere ayrılabilir. En basit sınıflandırma, mitsvaların “Ase” yani “yap” şeklindeki emirlerle “Lo Taase”, yani “yapma” şeklindeki emirler, başka bir deyişle yasaklar olarak ayrılmasıdır.

Ama farklı sınıflandırmalar da mümkündür. Örneğin 19. yüzyılda Almanya’da yaşamış olan ünlü haham ve düşünür Rabi Samson Raphael Hirsch, Tora’nın emirlerinin ardındaki olası sebepleri, fikirleri ve bu emirlerin uygulama şekillerini ele aldığı ünlü kitabı Horev’de, emirleri altı ana kategoriye ayırır.

  1. Torot (temel doktrinler): İnsanın nefsini ve ruhunu hayat için güçlendiren temel esaslar. Bunlara Tanrı bilgisi, Tanrı’nın Bir’liği, putperestlik yasağı, Tanrı sevgisi, Tanrı korkusu, Tanrı’ya inanç ve güven gibi esasların yanında, kibir ve tevazu, arzular ve kutsiyet, nefret ve sevgi, merhamet, kindarlık ve benzeri konular da dâhildir.

  2. Edot (tanıklıklar): Yisrael halkının yaşamının temel hakikatlerine tanıklık eden işaret ve simgeler. Bunlara, temel teması Tanrı’nın dünyayı yarattığına ve onu aktif bir şekilde idare ettiğine dair tanıklık etmek olan Şabat, bayramlar, Berit Mila, Tefilin, Tsitsit, Mezuza gibi kurallar dâhildir.

  3. Mişpatim (hukuk, kanunlar): İnsanlar arasındaki adalete dair kurallar. Bunlara yargı ve adalet, insanların bedenlerine ve mal varlıklarına saygı, alım-satım, kira, borç, işçiler, emanetçiler, ölçü ve ağırlıklarda adalet, çeşitli zarar ve tazminat konuları ve benzeri kurallar dâhildir.

  4. Hukim (hükümler): İnsana tabi olan her şeye karşı adalet: toprak, bitkiler, hayvanlar, insan bedeninin kendisi, insanın ruhu ve ağzından çıkanlar. Genel olarak bu kurallar insan aklının üzerinde sebeplere sahiptir – Kral hükmü niteliğindedir. Tanrı’nın yaratmış olduğu dünyanın doğal düzenine aykırı uygulamalar, örneğin melezleme vb. karışıklıklar, yemek kuralları (kaşerut), zina, ensest gibi cinsel ahlaksızlık yasakları, genel kutsiyet kuralları, insanın bulunduğu vaatler gibi konular bu kategorideki kurallara dâhildir.

  5. Mitsvot (emirler): Şefkat ve iyilikseverlik emirleri. Tanrı’nın yolunda yürümek, ebeveyne saygı, yaşlı ve bilgelere saygı, evlilik, eğitim, hayat kurtarma, tsedaka ve benzeri birçok kanun bu kategoriye dâhildir.

  6. Avoda (ibadet): Tanrı ibadeti. Tüm dualar, berahalar, korban ibadeti, Bet-Amikdaş’a dair kanunlar, Koenlerin kutsiyeti gibi konular bu kategoridedir.

Rabi Hirsch’in Tora’nın emirlerini neden bu altı kategori içinde topladığını ve her kategorideki emirleri hangi kriterlere göre ilgili başlık altında saydığını anlamak için tabii ki kitabını okumak ve incelemek gerekiyor. Bu başlıkların hepsi Tora’da çeşitli yerlerde geçen terimleri temel almaktadır. Ama Pesah Agadası’nda okuduğumuz üzere, dört oğuldan ilki olan “Haham”ın sorusunda, sadece üç kategori sayılmaktadır: Edot, Hukim ve Mişpatim. Bu yazıda Mişpatim konusuna kısaca değinmeye çalışacağım.

Elbette Mişpatim peraşasına bu ismin verilmesinin sebebi, ilk cümlesinde geçen “Mişpatim” sözcüğünün dışında, bu peraşanın “Mişpatim” sınıfındaki kurallar açısından da çok zengin olmasıdır. Aslında Mişpatim peraşasında da diğer kategorilerdeki emirler eksik değildir; ama çoğunluğun Mişpatim kategorisinde olduğu söylenebilir. Bu gibi emirlerin yoğun olması açısından önce çıkan diğer iki peraşa da Vayikra kitabındaki Kedoşim ve Devarim kitabındaki Ki Tetse peraşalarıdır.

Mişpatim sınıfındaki emirler, herhangi bir toplumun sağlıklı bir şekilde işlemesi için olmazsa olmaz denebilecek kurallardır. Başka bir deyişle, tarih boyunca her uygarlık, bu sınıftaki kuralları, deneyimle, yaşayarak veya basitçe mantığın bir gereği olarak belirlemiş, kanunlaştırmış ve uygulamaya koymuştur. Örneğin her makul insan, cinayetin, hırsızlığın, haksızlığın, hilekârlığın kötü bir şey olduğunu, bu gibi olumsuz davranışların yaygınlaştığı bir toplumun devamlı olamayacağını ve bu nedenle onları yasaklayacak, kısıtlayacak kanunlar koymak ve bu kanunları da dayatmak gerektiğini kolayca anlar. Benzer şekilde, herkes bir kişi bir başkasına ister bedensel, isterse de maddi olsun herhangi bir şekilde zarar verdiği takdirde bunun sorumluluğunu alıp zararı tazmin etmesi gerektiğini kabul edecektir. Veya bir kişinin, kendisine emanet edilen bir şeyi zimmetine geçirmeye hakkı olmadığını, onu zarar görmeye, kaybolmaya veya çalınmaya karşı korumak için belli bir sorumluluğu olduğunu aklı başında her insan makul bulacaktır.

Nitekim, tekrar söylemek gerekirse, tarih boyunca tüm uygar toplumlar bu gibi kanunları koymuş ve uygulamıştır. Üstelik bu konuda farklı toplumlar arasında da bir konsensüs olduğunu söylemek yanlış olmaz. Birbiriyle etkileşim içinde olmayan toplumlarda bile bu kategorideki kanunlar açısından büyük farklılıklar yoktur. Aşağı yukarı her halk, her ulus bu gibi konularda birbirine benzer kanunlar koymuş ve uygulamıştır.

İşte büyük soru da buradadır. Madem insanlar kendi mantıklarıyla ve toplumsal yaşamın bir gereği olarak bu gibi kanunları zaten kendileri üretip uygulayabiliyorlar, o zaman Tora’nın bu kanunları vermesine ne gerek vardı? Yahudiler olarak biz de diğer halklar gibi bu tipteki kanunları kendimiz üretemez miydik?

Tabii ki üretebilirdik. Ama bunlar birer “mitsva” olmazdı. Tanrısal, sabit, değişmez kurallar olmazdı. Değer yargıları, arzu ve istekleri doğrultusunda “esnek” olabilen insanın koyduğu kurallar, mutlak nitelikte değildir. İnsani toplumlar, dün yasak olan bir şeyi, bugün serbest görmeye başlayabilir. Yirmi yıl önce, elli yıl önce toplumun ahlak dışı bulup yasakladığı veya kınadığı veya en azından olumsuz baktığı bazı eylemler, onları yasağa, kınamaya veya olumsuz bakışa rağmen yapanların, çeşitli etki odaklarının da desteğiyle lobi yapması sonucunda “normalleşebilir”, kanun veya norm dışı olmaktan çıkabilir. Buna karşılık, binlerce yıldır gayet normal olan birçok kural, sırf toplum içinde çeşitli nedenlerle daha az uygulanmaya başladığı için, eski, geri, karanlık gibi nitelemelerle yaftalanıp normun dışına çıkarılmaya, kınanmaya, hatta yasaklanmaya başlayabilir.

Kısacası, değer yargıları haklı veya haksız olarak değiştikçe, kanunlar da, hatta en makul olanlar bile, değişmeye başlar. Mutlak doğrular diye bir şey kalmaz; her şey bağıl hale gelir.

Basit bir örnek vereyim. Cinayet işlemek serbest midir, yasak mıdır? Bu konuda kimsenin farklı bir düşüncede olmadığını tahmin edebiliyorum. Yasaktır. Her insani toplum bu yasağı kabul etmiştir; bu mantıklıdır ve aksi mantıksızdır. Ama adım adım ilerlemeye başladığımız zaman işler sarpa sarmaya başlayabilir. Cinayet yasaktır; ama acaba neler cinayet sınıfına girer? Örneğin kürtaj cinayet midir? Hangi durumlarda cinayettir? Hangi durumlarda değildir? Bunun tüm insanların katılacağı objektif bir kriteri olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu konuda “tüm toplumların” hemfikir olduğunu söyleyebilir miyiz? Ya bu konuda herhangi bir toplum içindeki herkesin hemfikir olduğunu söyleyebilir miyiz? Canları dünyaya bir insan getirme sorumluluğunu üstlenmeyi çekmediği için basitçe “benim bedenim, benim hayatım” gibi bir slogan uydurarak, orada oluşmakta olan diğer hayatı hiçe sayan insanlar için bu gayet doğal olabilir. Dedim ya, insanların istekleri, arzuları veya katlanmak istemedikleri zorlukları; hayata yönelik bakış açılarını değiştirebilir. Üstelik bu sadece bireylerle sınırlı kalmayıp topluma da sirayet edebilir ve geçmişte herkesin hemfikir olduğu “cinayet yasağı”; kürtaj, ötanazi ve benzeri tartışmalı konular içinde ciddiyetini ve etkisini yitirebilir. Ama ya Tanrı bu konuda ne düşünüyor?

Hırsızlık yasak mıdır? Tabii ki! Kim bunun yasak olmaması gerektiğini açıkça söyleyebilir? Peki, sıkışık bir trafikte emniyet şeridinden kaçarak, ileride tekrar trafiğe karışmak hırsızlık mıdır? Bunu yapan kişi arkadaki diğer arabalarda kurala uyarak bekleyen kaç kişinin vaktini, “bir daha geri veremeyecek şekilde” çalmış olduğunu hiç aklına getirir mi? Peki ya “acelemiz varsa” bu konuda bir hafifletme var mıdır? Bu soruları kime sorduğunuza ve o sırada o kişinin çıkarının ne olduğuna bağlı olarak farklı cevaplar almayacağınızı – veya doğrucu cevaplar alsak bile, o kişilerin aklından tamamen farklı fikirlerin geçmeyeceğini – garanti edebilir miyiz? Tabii ki hayır. İnsanın zaafları vardır, bozmak istemediği rahatı vardır, doyurmayı arzuladığı egosu vardır. Her durumda kendisini “Böyle bir durumda bu serbest olsa gerek” diye avutabilir. Ama tekrar soralım: ya Tanrı bu konuda ne düşünüyor?

Örnekler kolayca çoğaltılabilir. Ama sanırım neden Mişpatim sınıfındaki kanunların bile “Tanrı tarafından” verilmiş olması gerektiğini biraz olsun açıklayabilmişimdir. Tanrı değişken değildir. İnsanın da her durumda doğru olanı yaptığından emin olabilmesi için, değişken olmayan, tamamen objektif olan ve her zaman, her yerde, her durumda kendisini izlediğini, düşüncelerini bile okuduğunu, yaptıklarını hiçbir zaman unutmadığını bildiği bir Üst Otorite’nin varlığına, talimatlarına ve denetimine ihtiyacı vardır. Bu hem bireysel hem de toplumsal açıdan son derece önemlidir.

“Mitsva” sözcüğü, birliktelik ve aidiyet ifade eden “tsavta” ile bağlantılıdır. Yukarıda da belirttiğim gibi, insani mantıkla bu mitsvaları, en azından teoride, kendimiz de üretebilirdik. Ama bu “mitsva” olmazdı. Riayet ettiğimiz her bir mitsva bizi Tanrı’ya daha çok bağlar, Tanrı’yı hayatımıza daha etkili bir şekilde getirir ve bizi de bu bilinçle yaşamanın bir sonucu olarak daha dürüst, daha namuslu, daha kutsal insanlara dönüştürür.

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page