Üç Şehir, Üç Duygu Seli (2) Telaviv-Yafo ile devam…
- Rahel Cela BEHAR

- 3 Kas
- 3 dakikada okunur

Merhaba sevgili dostlar,Geçen yazımda Paris havasını biraz koklamıştık. Bugün, yirmi günlük seyahatimin diğer bölümüne bakalım. Şunu özellikle belirtmek isterim ki bu bir seyahat yazısı değildir; sadece kısa sürede gözüme çarpanları ve hissettiklerimi paylaşmak istiyorum.
Tel Aviv-Yafo

Tel Aviv modern bir şehir; 1909’da kurulan yeni Yahudi yerleşimi. Yafo (Jaffa) ise antik bir liman kenti. 1949’da birleşip Tel Aviv-Yafo adını aldı.
Paris’ten Tel Aviv’e gelirken, Kudüs’te bir Kilise’nin mağazasında gönüllü olarak çalışan Fransız üç yaşlı çiftle tanıştık. Uçaklarını kaçırmışlar, vize başvurusu için telefonlarına bir uygulama yüklemeleri gerekiyormuş. Oğlum uygulamayı yükleyip yardımcı oldu, dualarını aldık, sarıldık ve vedalaştık. Bu küçük ama içten karşılaşma, yolculuğun ne kadar sürprizlerle dolu olabileceğini hatırlattı bana.
Ben Gurion Havalimanı’na indiğimde ilk fark ettiğim şey, insan kalabalığı, yoğun ses ve üç dilde yazılmış tabelalardı. (Arapça, ibranice, ingilizce) Aman Allah’ım, ne enerji vardı! Onca savaş ve kaosa rağmen gençler, ‘Aliya’ yapanlar yani İsrael’e göç kararı alanlar ve yeni göçmenleri karşılamaya gelen ellerinde isim yazan tabelalr taşıyan İsrael’ hoşgeldin ekipleri ve çok çocuklu Hasidik aileler… “Bu kadar çocuğun sorumluluğunu nasıl taşıyorlar acaba?” diye düşündüm. Havaalanı çıkışı tam bir karmaşa; İstanbul-Mecidiyeköy gibi… Taksi kuyruğunda otuz dakika bekledik. Şoför neredeyse hiç İngilizce bilmiyor, oğlum İbraniceyle anlaşıyordu; nakit ödeme uyarısı yaptı, araç neredeyse 110 kmden fazla bir hızla ilerlerken ve benim kalbimi hızdan yüreğime getirirken bir yandan da konuşuyordu. (Kanada da asla bu şekilde araba kullanamasınız)
Tel Aviv beni ilk andan itibaren beni avucunun içine aldı. Bauhaus binaları sade, geometrik ve işlevsel; göz kamaştırıcı.
(Tel Aviv’in “Beyaz Şehir” (White City) bölgesi, 1930’larda Almanya’dan göç eden Yahudi mimarlar tarafından inşa edilen binlerce Bauhaus stilinde binaya sahiptir. Bauhaus, 1919’da Almanya’da kurulmuş bir sanat, tasarım ve mimarlık okuludur. Mimarlıkta Bauhaus stili, fonksiyonel, sade, süslemelerden arındırılmış ve geometrik formlarla karakterizedir).
Şehirdeki “White City” UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmış. Avrupa’dan gelen Yahudi mimarlar iklim koşullarına uygun binlerce modern yapı inşa etmiş.
Yollar boyunca sıralanmış yüz yılı aşkın yaşlı ağaçlar, kuş sesleri, bu ağaçlar envayi çeşit kuşu içinde barındırıyor ve şehrin içinde oturduğunuz apartman dairesine ağaçlar balkonunuzdan içeri davetsiz bir misafir gibi dallarını uzatırken o esnada kuş sesleri eşliğinde sabah kahvenizi içebilirsiniz yani bu şehirde doğa ve teknoloji iç içe… Paris kafelerini aratmayacak kafeler ve sokaklardaki canlı sosyal hayat insanı büyülüyor. Parklarda sokak kütüphaneleri, köşe başlarında kediler için mama kapları… İşte burası, insanı mutlu eden, özgür ve hayvan sever bir şehir, ve hemen hemen herkesin bir köpeği var ve Kanada’nın aksine köpekler tasmasız dolaşabiliyor. Kanada’da tasmasız köpek gezdirmek yasak.
Tel Aviv’in Akdeniz’e açılan sahili ve Tayelet yürüyüş yolu ise başka bir büyü. Altın kumlar, çılgın dalgalar… Ekim ayının yumuşak melteminde şezlonguma uzanıp kitabımı okurken, bir yandan sahilde oyun oynayanları izledim. Saatler geçti, güneş omuz ve boynumda su toplamış güneş yanıkları bırakana kadar… Tabi ben ekim melteminin bu derece yakıcı olabileceğini hesaplayamamışım.

Yafo’ya gelince Tel Aviv sahilden otobüs ile veya yürüyerek ulaşabiliyorsunuz. Biz elli dakika kadar belki biraz fazla etrafımızın tadını çıkara çıkara yürüdük. Bu eski, tarihi, turistik Tel Aviv’e bağlı bölge de arap esnaf ve nezaketleri ilgimi çekti. Yapılar tamamen doğal halini korumuş, dar sokakları, ve kaldırım taşları ile yerli, yabancı herkesin ilgisini çeken ve özellikle sanatçı bir kesimin ikamet ettiği bir sahil beldesi. Çıkarken künefe yedik, arap olan iş yeri sahibi künefelerimizin yanına dondurma ekleyerek bu da benim ikramım dedi. Beldeyi ağır ağır terkederken hava kararıyordu ve ezan okunmaya başladı. Kendimi bir an için İstanbul’da varsaydım. Ve savaşların insanlar arasında değil aslında politikalar ve devletler arasında olduğu düşüncesi geçti aklımdan.
Tabii, Tel Aviv’in pahalılığını da unutamam; her şey o kadar pahalıydı ki, kendi kendime sordum: “Neden acaba burada her şey bu kadar pahalı?”
Gözüme çarpan daha çok şey vardı ama hepsini anlatmam tabii mümkün değil. Yine de Kippur Kefaret Günü’nde Rehineler Meydanı’nda toplu dua esnasında oruç tutanlara karşın bankalarda sigara ve kahveyle sohbet eden insanları görmek, buranın özgür düşünceye ne kadar saygılı olduğunu gösteriyordu.

Yom Kippour Günü Hatufimler (Rehineler) Meydanı
Ve çek anlamlı bir güne denk geldim 13 Ekim 2025 günü kardeşlerimizin rehinelerimizin kurtluldukları günün mutluluğunu ve çoşkusunu görmek ve İsrael halkı ile paylaşmak şansını yakaladım.
Tabii ki Tel Aviv ziyaretimin en tatlı ve paha biçilmez, değerli yönü bu köşede yazdığım yazılar sayesinde tanıdığım Nelly-Yakup Barakos ve Malka Azaryad ile tanışmam ve sohbet etmem idi.
Gelin Hafia, Yerushalim ve Lisbon’a, bu üç şehri diğer yazımda paylaşacağım.
Sevgiyle kalın
RahelÇela B.
IYT dip not :
İfade edilen görüşler İYT web portalının editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Yazarların düşünceleri sadece kendilerini bağlar.
Bir önceki yazımı okudunuz mu?





Yorumlar