Şüpheden İnanca: Güce Giden Yolda Bilgiyi Kucaklamak
top of page

Şüpheden İnanca: Güce Giden Yolda Bilgiyi Kucaklamak


“Lisya Kaspi Chaban"

Şüphelerimiz haindir,

ve genellikle kazanabileceğimiz iyi şeyleri kaybetmemize neden olur,

teşebbüs etmekten korkarak.” William Shakespeare


İnsan tefekküründe şüphe, kesinlik ve Tanrı arasındaki etkileşim, şüphesizdir ki, düşünürleri yüzyıllardır etkilemiştir. Bu söylemin kalbinde, somut ve soyutu, ölçülebilir olanla ölçülemez olanı uzlaştırmaya yönelik temel bir insan arayışı yatmaktadır. Peki belirsizliğin her alanda var olduğu gerçekliğimizde, şüphelerimizin nasıl üstesinden gelebiliriz?



Hepimiz biliyoruz ki şüphesiz yaşamak, arada kalmışlık haline kıyasla, çok daha keyiflidir. Fakat bu her zaman mümkün olamamakla birlikte, hepimiz bazen kendimizi, inançlarımızla hareketlerimiz arasında bir uyuşmazlık içinde bulmaktayız. Bunu psikolojide en iyi anlatan teorilerden bir tanesi, bilişsel uyumsuzluk kuramıdır. Bilişsel uyumsuzluk (cognitive dissonance), yani birbiriyle çelişen inançlara (ya da birbiriyle çatışan inanç ve davranışlara) sahip olunduğunda, ortaya çıkar (Festinger, 1957). İnsan kendini bu durumun içinde bulduğunda, tutarlılık arayışına itilmekte, bu çelişki durumundan çıkamamak psikolojik stresi arttırmaktadır.



Gerçekten de insan, düşünce duygu ve davranışlarının uyum içinde olmasından büyük zevk duyar. Bunu yaşayabildiğimiz nadir anlarda, zaman hissiyatımızın azaldığını ve gerçekliğin bir ikililik halindense bir bütünlük içinde olduğunu fark ederiz. Bu birlik halinin zevki, belki de, aslında her şeyin zaten bir olması ve görünürde ayrı gözüküyor olması yüzünden olabilir. Günün sonunda en büyük zevk gerçek’ten alınan zevktir. Bizim hayatlarımız da, evrenin bir ölçüde micro cosmos’unu temsil ettiğinden, birlik hissi bizlere de keyifli, aynı zamanda tanıdık gelmektedir. Belki de bu potansiyel birliğin farkındalığını zedelediği için, şüphe bizlere iyi gelmemekte, kesinlik arayışımız sürekli olarak devam etmektedir.



Şüphe ile ilgili konuşmaya başladığımızda Yahudi felsefesinde akla ilk gelen isim, şüphenin soyut temsilcisi Amalek olmuştur. Amalek, Purim hikayesinden bildiğimiz kadarıyla, bir toplum olduğu kadar, aynı zamanda yok edilmesi, yaptıkları hatırlanması gereken ve Tanrı’nın nesiller boyunca savaşta olacağı, bir antitez ideolojiyi temsil etmektedir. Tora’nın Amalek konusunda bu denli katı olması, bizlerin de bu konsept üzerinde daha fazla düşünmesi gerektiğinin altını çizer.



Hasidik felsefeye göre, ‘Amalek Tanrı’yı bilmekte ve kasten Tanrı’ya baş kaldırmaktadır’. Bu durum, Amalekle ilgili dikkat edilmesi gereken birkaç önemli noktayı bize gösterir. İlk olarak, şüphe, diğer kötü eğilimlerin aksine, bizim en çok güvendiğimiz cepheden, kalbimizi yönetmesi gereken rasyonel tarafımızdan bize saldırmaktadır. Çünkü Amalek, dışarıdan gelen bir sorun olmaktan ziyade, bizi tanıyan (hatta Tanrı'yı bile tanıyan), korkularımızı bilen ve bu nedenle bize karşı kullanabilen son derece kurnaz bir zihnin taklididir.



Şüpheyle ilgili ikinci önemli bir nokta, şüphe kapısının aralanmasının ardından gücün artık ona geçmesi, ve şüphenin daha çok şüphe yaratabilmeye başlamasıdır. Buna iyi bir örnek, Yahudiler’in Amalek saldırısına uğramadan önce ‘Tanrı bizimle mi değil mi’ (Exodus 17:7) diye sormuş olması olabilir. Bu sorunun sorulması sonrası, Amalek için saldırmak çok daha kolay olmuş, artık kontrol ona geçmiştir. Rashi, bununla ilgili olarak, Midrash’tan şu alıntıyı yapar, ‘[Aşem der ki:] “Ben her zaman aranızdayım ve her zaman ihtiyaçlarınıza hazırım ama 'Aşem bizimle mi değil mi' diyorsunuz. [O zaman] nerede olduğumu bileceksiniz.” (Tanchuma Yitro 3; Exodus Rabbah 26:2). Kabalistik anlayış, Amalek’in bütün ruhani katışıklığın kökünü oluşturduğunu ve şüphenin de Tanrı varlığının yoğunlukla gizlendiği ilkel Tzimtzum sürecinde ortaya çıktığını öne sürer. Bu durum, belirsizlik ve şüphenin gelişmesine ortam hazırlamış, ve ne zamanki Tanrı’nın birleştirici varlığı dünyamızda gizlendiğinde, “Tanrı bizimle mi değil mi?” gibi sorular ortaya çıkabilmiştir (Simon Jacobson).



Amalek’in, insanın rasyonel tarafını ve Tanrı ile olan ilişkisini zedelemesi dışında, başka amaçları da bulunmaktadır. Tanrı’yı bilip de isyan eden Amalek, insanın hem Tanrı bilgisini, hem de bu Tanrı bilgisinin onun hareket, konuşma ve duygularına (ve tabii ki Mitzvalara) çevrilmesini engellemek istemektedir (“Tanrı’ya inanıyorsun, fakat bu kosher’e bakman gerektiği anlamına geliyor mu gerçekten?” gibi sorular örnek olabilir) (Chaim Miller). İşte bu da, yukarıda bahsettiğimiz, bilişsel uyumsuzluğun yarattığı psikolojik rahatsızlığa benzer bir duruma işaret etmektedir. Birbiriyle uyuşmayan düşünceler veya inançlar ile baş etmek zihinsel olarak stresli, bu çatışmayı çözümlemek ise çaba gerektirmektedir.



Peki bizler, bu uyumsuzluk halini nasıl azaltabiliriz? Psikoloji bunun için, çatışma yaratan inançları ya da davranışları değiştirmeyi önerir. Kişinin değerlerinin tanımlanması, inançlarına yönelik harekete geçmesi, inançları yönünde hareket etmesini engelleyen durumların incelenmesi, önerilen diğer yöntemler arasındadır. Tora da aynı şekilde Amalek’le savaşmanın mümkün olduğunu, ve bu hedefe ulaşmak için izlenmesi gereken yöntemleri bizimle paylaşır.



İlk olarak, Yahudiler Amalek’le savaşırken, Moshe'nin ellerini yukarı kaldırarak Tanrı'dan yardım dilemesini ve bu duanın ardından Amalek’in mağlup edildiğini gözlemliyoruz.



Dua burada neden işe yaramıştır? İnsanın rasyonel tarafını yönetme yeteneği olan şüphe ile baş etmek için, rasyonel bir yöntemden ziyade mantık-üstü bir yaklaşım gerekmektedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, şüphenin en önemli sonuçlarından bir tanesi gerçekliğimizi bölünmüş bir realite haline sokması, Tanrı’nın ve O’nun evreninin bütünlüğünü fark edemeyecek bir filtre yaratmasıdır. Her şeyin birbirinden bağımsız gözüktüğü gerçekliğimizde, Bir Olan’dan birlik inancımızı tazelemesini talep etmek, şüphesiz ki yardımcı olacaktır. Şüphe anlarında tekliğin ve kesinliğin kaynağı olan Tanrı'ya yönelmek, belki de bu sebeple yardım sağlamaktadır.



Dua dışında, Amalek’le savaşmakta değinilmesi gereken bir önemli nokta daha vardır.


‘Mısır’dan çıkarken, Amelek’in size ne yaptığını hatırlayın. Yolda sizinle karşılaştıklarında, yorgun ve bitkin durumdaydınız, zayıf olanlarınıza arkadan saldırdılar ve Aşem'den korkmadılar.’ (Deuteronomy 25:17-19).



Amalek’in yaptıklarının hatırlanma mitzvası, Amalek’in Yahudi toplumu için oluşturduğu özel tehditle ilgilidir. Amelek Tanrı’yı bilmesine rağmen, Tanrı’ya karşı çıkmakta, bu durum inançlı bir Yahudi için ayrı bir sorun oluşturmaktadır. Eğer ki Amalek basitçe Tanrı’nın varlığını reddediyor veya puta tapınılmasını savunuyor olsaydı, inançlı Yahudi bu felsefeyi rahatlıkla reddedebilirdi. Ancak, Tanrı'yı tanıyan Amalek felsefesi, inançlı bir kişi için bu düşünceye sempati duyma riskini beraberinde getirmekte ve sonunda kişinin Torah bilgisinin eylemlerini etkilememe olasılığını doğurmaktadır. (Chaim Miller). Bu yüzden de Amalek’e karşı verilebilecek en iyi tepki, ona mantık ile saldırmaktan ziyade, onu hatırlamak, kötülük ile ilişkilendirilene karşı iyiliğin kaynağı olan Tanrı ile ilişkimizi güçlendirmek, ve bu Tanrı bilincinin hareket ve konuşmamıza yansımasına izin vermektir.



Kaynaklar: Likkutei Sichos, Chaim Miller, Tanchuma Yitro, Deuteronomy 25:17-19, Exodus 17:7, Leon Festinger, Simon Jacobson



Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page