Özgürlerin Şehiri – Beit Guvrin
top of page

Özgürlerin Şehiri – Beit Guvrin


Yeruşalayim’e 55 km uzakta, deniz seviyesinden 357mt yukarıda ve MÖ 1. Yüzyıldayız. Beit Guvrin’deyiz.


Ne kadar etkileyici olduğunu satırlarla anlatmam mümkün olmadığı için yazının sonu yerine hemen ilk satırında sizleri gitmeye teşvik ediyorum. Hızlıca karar verin ve yola çıkın.


Adı Maraşa olarak geçen bölge o dönemin Yahudi yaşam merkeziydi ve bu yüzden Romalılar tarafından yıkıldı. Daha sonra Roma’lılar Beit Guvrin'i bir Roma şehri olarak yeniden kurup adını Yunanca Eleutheropolis yani: “Özgür Şehir” olarak değiştirdi. İçine bir amfitiyatro ile hamam kompleksi kurdu. Dönem itibariyle güçlü olanlar şehirleri fethedip adlarını değiştirirmiş. Beit Guvrin’de nasibini almış. 7. yüzyılda Müslümanlar tarafından fethedilip adı “Beit Jibrin” olarak değiştirilmiş. Yüzyıllar sonra Haçlılar tarafından "Jiblin" adını almış. 1244'te yeniden Müslümanların eline geçince gene adını değiştirip kilisenin bir kısmını camiye çevirmişler. 1948'de Beit Guvrin adıyla İsrael'in kontrolü altına girmiş ve 2014 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesine eklenmiş.


Parkın girişinde size verilen haritayla koca mekanda rehbersiz bile rahatlıkla yolunuzu buluyorsunuz. Tüm gün şaşkınlıkla insanoğlunun bu karmaşık yeraltı sistemlerini, sadece temel araçları kullanarak nasıl inşa ettiklerinden büyülenmiş olarak geziyorum.


Ziyaretiniz sırasında yeraltında çok zaman geçireceksiniz. Kış döneminde hafif üşütse de, yaz döneminde güneşten uzaklaşıp serin mağraların içine girmek oldukça keyifli olacaktır.


Saat 09.00’da başladık gezimize. Mağaralar kalabalıklaşmadan fotograf çekmek ve mekandan faydalanmak istedik ve haritanın üzerindeki ilk yazılı alana doğru ilerledik.


Hayatımda adını ilk defa duyduğum bir mekandayım. Columbarium, Türkçe tercümesi Güvercinlik. İçinde 2000 güvercinin konaklaması için taşlara oyulmuş nişlerden bir otel var ve bunun gibi farklı büyüklükte neredeyse 100’den fazla güvercinlik var parkın içinde. Ne diye beslemişler diye soracak olursanız Hellenistik dönemde Yahudi ovalarında güvercin yetiştiriciliği yaygınmış. Güvercinlerin etleri ve yumurtaları yiyecek olarak, dışkıları da gübre olarak kullanılırken ayinlerde de kurban edilirmiş. Tabii ki eski üsül postacılık için de kullanılmış .


Her mağaraya girdiğimizde bizi bambaşka manzaralar karşıladı. Güvercinleri neden beslediklerini öğrenince ardında peki ne yer ne içerlerdi derken kendimizi büyük bir presleme atölyesinde buluyoruz. Gene şaşkınız çünkü günümüzde en gelişmiş sanayi ile elde edilen zeytinyağlarının, o günün ilkel şartlarıyla zeytinlerin nasıl kırılıp, preslenip, zeytinyağına dönüştüğüne şahit oluyoruz.

Derken kendimizi yer altı dünyasının girişinde buluyoruz. Yaşama inat ölüm önemliyse eğer, onu kim korur? Cerberus -3 başlı köpek – tabii ki. Ölülerini gömmek için yerin altında yaptıkları mağara sizi gerçekten sanatı, mitolojisi ve etnik bağlarıyla büyülüyor. Duvarlardaki figürler o dönemden kalma olmasa da, ortamın mistik hali etkileyici. Duvardaki figürlerin anlamlarını okumadan mekandan çıkmayın derim.


Sıra beyaz kayaların oluşturduğu çan şeklindeki Bell Caves’i ziyaret etmeye geliyor. Bu bölgede çan şeklinde yaklaşık 800 tane mağara var ve onları birbirine bağlayan neredeyse 40-50 tane yeraltı geçidi var. İçine girince böyle bir form nasıl oluşturuldu? diye sorguluyorsunuz. Burası aslında bir taş ocağı. Taşları oyup çıkardıkları kayalarla Yeruşalayim’i inşa ettikleri mağaralar.


Mekanı gezerken her daim aklım Kapadokya’ya kayıyor. Ne kadar benzer bir mekan ve dönemin içinden geçtiğimi farkediyorum.


Fotoğraf çekerken mağaranın tepesinden aşağıya sarkan ipi fark ettim. Önce tırmanmak için sandım ama meğersem ipin ucunda bir mikrofon varmış. Mağaranın içindeki akustik mükemmel olunca zaman zaman burada konserler düzenleniyormuş. Kimbilir belki korona sonrası birini dinleme şansımız olur.


Park bitti sanırsınız ama bitmedi. Saat 15.00. Kapanıştan önceki son bir saatimizi Roma döneminin en ihtişamlı ve tamamı arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılmış anfi tiyatrosunu gezmek üzere arabaya biniyoruz.


Amfitiyatro, 2. yüzyılda inşa edilmiş ve yaklaşık 3.500 seyirci kapasitesine sahip. Stadyum, gladyatörlerin geçmesi için yeraltı galerileri olan duvarlar ve dairesel bir koridordan oluşuyor. İçinde yürürken adeta o dönemdeki vahşi yaşamı ve adına spor denilen bu insan vahşetine tanık oluyorsunuz. Ortam o kadar güzel dekore edilmiş ki sizi alıp o zamana taşıyor. Parmağı havada olan imparatorun kimin canını alacağını bilmek isteyen halkın çığlıkları inliyor sanki etrafta. Muzurluk peşinde olan ben, bir Roma askerine maskemi takıyorum. Oradan geçenler bana gülümsüyor.


Tabii ki aklım hemen Efes Antik Harabelerine kayıyor. İhtaşımını hatırlamadan geçmeyelim.


Bitti mi hayıııııır. Haçlı Kalesindeyiz. Ardından Memlüklere geçen bu kalenin yıkılmadan kalan kilise, hamam ve sütünlarının arasında zaman kavramını yitiriyorsunuz. Müslümanların mekana yerleştirdiği kıbleyi gösteren pusula, ibadetin önemini bir kez daha hatırlatıyor. Mekanı tanıtan levhalarda, gizlenmiş yerleri bulmanız için size bir oyun sunuyorlar. Çocuk ruhum hemen oyuna başlayıp gizli yerleri arıyor. Mermer üzerine kazınmış o yaprağı bulmak için her yeri talan edip, sonuçta zaferimi ilan ediyorum.


Gün batışa geçmek üzere saat 16 olmuş bile. Bu etkileyici günü Roma oyun alanındaki seksek ile bitiriyorum.


Gün o kadar dopdolu geçti ki, taşların üzerinde bir kahve molasının yanında bir çikolatayı hakettim.


Toplam 21.000 adım attığım bu parkı, çocuklarınızla gezmenizi tavsiye ediyorum. Hem tarihin hemde mağaraların büyüsüyle sarhoş olma garantisiyle Beit Guvrin her gün 08: 00-16: 00 arası açık.



Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page