Stefan Zweig’ın Veda Mektubu
top of page

Stefan Zweig’ın Veda Mektubu



Burgazadası’nda tatildeyim... Bu bağlamda, etraf da pek bulanık olduğundan, bir müddet boyunca gazete okumuyorum, dahası yazı yazmaya da pek keyfim yok... Öte yandan, siz değerli okurlarımdan uzak kalmamak için, geçen sene kaleme aldığım ve YKY’nın “kitap-lık” dergisiyle Frankfurter Allgemeine Zeitung’da yayımlanmış olan bir öykümü, okumaya sabrı olanlarınız için aşağıda paylaşmak istiyorum.



1942 yılında eşi ile birlikte Brezilya’da intihar etmiş olan Avusturyalı ünlü yazar Stefan Zweig’ın veda mektubu, ölümünün 70. yıldönümü olan 2012’de İsrail Milli Kütüphanesi tarafınca basına tanıtılmıştı. Ne var ki, mektubun müzenin arşivlerine nasıl ulaştığı bugüne dek tam olarak bilinmiyordu. İşte bu konudaki sır perdesi, aşağıdaki “belgesel öykü” aracılığı ile ilk kez aralanıyor...


*****



Karnaval haftasını henüz bitirmiştik... Tabii ki bizim Petropolis’teki şenlikler, komşu Rio’dakilerden bir hayli sönüktü – en nihayetinde, bizim kasabamızı bu dev metropole benzetemezsin! Ama gene de işçilerin verimi o hafta içinde düşüyor tabii ki... Her neyse, 23 Şubat Pazartesi ilk iş günümüzdü ve herkesi eski çalışma temposuna getirmek, kolay olmamıştı. Akşam olduğunda, o yıllarda oturduğumuz Dom Pedro sokağındaki evimizin balkonunda yorgunluk atıyordum. Derken, aşağıdan “Fritz, orada mısın?” çağrısını duyduğumda, Jose’nin sesini hemen tanıdım. Kimden söz ettiğimi anladın, değil mi? Hani yıllardır komşuluk ettiğimiz, kentin anlı şanlı Emniyet Müdürü Jose de Morais Rattes’in sesiydi o...



“Evet, kendime gelmeye çalışıyorum – bi kahve içer misin?” diye seslendim kendisine. – Aşağıdan “Viskin var mı?” sorusu geldi. – “Senin için olmaz mı? Yukarı çık, gel hele!”



Jose’nin de yorgunluğu yüzünden akıyordu. “Sorma, neler yaşadığımı...” diye başladı. – Ben de sordum: “Kaç kişilik bir çete ile boğuştunuz?!?” – “Daha kötüsü, iki kişi ile sadece... Stefan Zweig’ı biliyor musun?” – “Bilmez olur muyum? Eserlerini ana dilinde okuyorum, en sevdiğim yazardır – hani şu Gonçalves Dias sokağında oturmuyor muydu?” – “Şimdi yatıyor orada” dedi Jose; “Eşiyle birlikte dün gece intihar ettiler!” – “Deme yahu! Yaşamının zirvesindeydi – zengin, yakışıklı, ünlü, genç ve güzel bir karısı... Bir cinayet olmasın..?” – “Değil, Fritz... Veronal aldılar ikisi de – ve de bir masa dolusu veda mektubu bıraktılar, hepsi değişik kişilere adreslenmiş zarfların içinde... Bir tanesi de açıkta, ‘Declarãcao’ başlıklı ama Almanca – sanırım Brezilya’ya yönelik bir açıklama içeriyor...” Bu arada hizmetçi bir viski şişesiyle iki bardak getirmişti – içine buz veya su katmadan, iki yudumda dikti ilk bardağını ve yeniden doldurdu. “Fritz, dostluğumuza binaen, çok merak ettim, şunu bana bir tercüme et ama sonra söylediklerini de hemen unut. Bu mektup en azından şimdilik gizli kalmalı, bu resmi bir emirdir!” – “Peki, Zweig’ı bulanlar veya oraya çağırılanlar yazılanları bilmiyor mu?” – “Nasıl okusun ki basit birer bahçıvan ve hizmetçi; eve çağırılanlar da Almanca bilmiyordu. Zweig’ın dostu olan Yazarlar Birliği Başkanı bile yetişti hemen, komşusu şair Gabriela Mistral da oradaydı ama hiçbirinden hayır çıkmadı... Ama böylesi daha da iyi bence – mektupta kim bilir neler var... Biliyorsun, Zweig Devlet Başkanı Vargas’ın da dostu idi...” – “Peki, ver bakayım...”



Zweig’ın o güzel el yazısıyla kaleme aldıklarını dostum Jose’ye cümle cümle tercüme ettim. Biliyorsun Mariana – bu mektup hayatımın en önemli belgelerinden biri olduğu için, kelimesi kelimesine ezberimdeydi hep. Şimdi de hatırlamaya çalışayım... “AÇIKLAMA – Özgür iradem ve açık bir bilinçle bu yaşamdan ayrılırken, son bir sorumluluğu yerine getirmem gerekiyor: Bana ve işimi yapmama bunca güzel ve misafirperver bir ortam sunmuş olan harika ülke Brezilya’ya içtenlikle teşekkürlerimi iletmek. Her geçen günle bu ülkeyi daha çok sevmeyi öğrendim; ruhsal anavatanım Avrupa kendi kendini yok ederken ve ana dilimin dünyası yok olduktan sonra, dünyanın hiçbir yerinde hayatımı bu kadar severek yeniden kuramazdım. Ama altmışımdan sonra tam anlamıyla yeniden başlamak için çok özel güçler gerekiyor. Ve benim gücüm yıllar süren yurtsuz yolculuklardan sonra iyice tükendi. Bu nedenle yaşamımı doğru zamanda ve dimdik ayaktayken sonlandırmamın daha iyi olacağına inanıyorum ki, yaşamım boyunca tinsel uğraşım hep en büyük haz kaynağım oldu; keza kişisel özgürlükler bu dünyadaki en yüce değerlerdir. Bütün dostlarımı selamlarım! Hepsine uzun geceden sonra gelen tan ağartısını görmek nasip olsun! Ben ise, yılmayan sabırsızlığımla önden gidiyorum.

Stefan Zweig – Petropolis, 22 Şubat 1942”



Çeviriyi bitirdikten sonra, beni hayranlıkla dinlemiş olan Jose’ye şöyle yöneldim: “Çok etkinlendim – büyük bir yazardan, büyük bir ülkeye çok anlamlı bir veda mektubu... Emin olabilirsin, bu sözler bende kalacak, ancak senden de bir isteğim var şimdi!” – “Nedir o?” diye sordu. – “Soruşturmanız tamamlandığında, mektubun işi bittiğinde, onu bana ver – Zweig’ın en sevdiğim yapıtı olan ‘İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar’ kitabının içinde muhafaza etmek istiyorum onu...” dedim. Ne var ki, dostum Jose bu arzumu yerine getiremedi. Brezilya yasalarına göre bu tür kanıt belgelerinin otuz yıl boyunca devlet arşivlerinde kalması gerektiğini söyledi, ancak şunu da ekledi: “1972’de ikimiz de hayatta oluruz umarım, dostluğumuz da devam edecektir elbet; işte o zaman bana gel – mektup senindir!”


*****


Friedrich (Fritz) Weil, eşi Elisabeth Charlotte ile 1935 yılında Almanya’dan Brezilya’ya göç etmişti. Babası Philipp’in Stuttgart’da büyük bir örme atölyesi vardı, ancak Yahudilerin bu ülkedeki akibetini öngördüğünden, önce 25 yaşındaki genç oğlunu başka diyarlarda şansını denemesi için bir çeşit “öncü” olarak Rio de Janeiro’ya gönderdi ve Brezilya’da baba mesleğine atılmasına ön ayak oldu. Girişimci bir ruha sahip olan Fritz ise, Rio’ya bir saat kadar uzakta bulunan Petropolis şehrinde tanıştığı Jakob Adler’in Malharia Águia örme fabrikasına çok geçmeden ortak oldu, kız kardeşi, anne ve babasıyla eşinin anne ve babasını kısa bir süre sonra Nazilerin palazlandığı ülkeden çıkartarak yanına aldı. Philipp ise Almanya’daki atölyesini büyük zararlara uğramadan satmayı başararak oğlunun işletmesinde çalışmaya başladı... Weil ailesi çok geçmeden bu yeni ortama ayak uydurdu ve genç çiftin oğulları Roberto 1937’de, kızları Mariana 1944’de doğdu. Yıllar ilerleyip de fabrikanın işleri geliştikçe Roberto İsviçre’de örme konusunda özel eğitim görüp aile şirketinde çalışmaya başladı. 1966 yılında kurdukları yeni tesislerinin adını da, Stuttgart’daki Philipp Weil & Companie firmasının anısına Malharia PeWeCe koydular.



Stefan Zweig’ın intiharını üzerinden geçtikçe, Fritz Weil’ın bu yazara karşı ilgisi solmadı... Zweig’ın daha ölüm yılında yayımlanmış olan son iki yapıtını, Satranç öyküsü ile Dünün Dünyası başlıklı anılarını, hemen Almanca asıllarından okumakla kalmayıp, “A partida de xadrez” ve “O mundo de ontem” başlıklı Portekizce çevirilerini tüm dostlarına armağan etmeye devam etti. Yazarın “Declarãcao”su ise aklından hiç çıkmayacaktı...


*****


Stefan Zweig’ın ölüm belgelerinde imzası bulunan Petropolis Emniyet Müdürü Jose de Morais Rattes, bir hukukçu olarak 1943 yılında aynı kentin Uzlaşı Hakimleri Konsey Başkanlığına atandı. 1946’da yine Petropolis’te İş Hakimi, 1959’da Bölgesel Çalışma Mahkemesi Hakimi oldu. 1966 yılında Yüksek Çalışma Mahkemesi’ne geçti ve 1967-69 dönemi için bu kurumun Başkanı olarak atanmış olmanın yanı sıra, bu görevi 1970 yılının sonuna dek sürdürdü. 1973’de ise bölgenin Üst Hukuk Konseyi Başkanı oldu.


*****


Jose ile Dom Pedro sokağındaki komşuluğumuz sürüyordu gerçi, ancak Zweig’ın ölüm yılından hemen sonra hukukçu olarak memurlukları öyle baş döndürücü bir hızla gelişti ki, kendisiyle neredeyse hiç görüşemez olduk, ardından da onlar kentin daha şık bir mahallesine taşındılar. Hoş, biz de Ruo São Norberto’ya taşındık, işlerim gelişti – özellikle Roberto’nun firmaya katılmasıyla büyüdük ve bildiğin gibi, Petropolis cemaatinin hayır sever aileleri arasına da girdik. Annen ile az gezip tozmadık, özellikle Avrupa’daki müzik festivallerini ve örneğin Zweig’ın Viyana’sı veya Salzburg’u gibi kültür abidelerini esirgemedik... Seni de güzel okullarda okutmadık, seyahatlare götürmedik değil yani!



Ama ne yapsam, şu veda mektubu hep aklımdaydı. Jose ile birkaç kez görüştük, ancak –centilmenliğim izin verir mi!– “Declarãcao”yu hiç ağzıma almadım. 1972 yılını bekliyordum...



...ve –inanmayacaksın, Marianale!– o yılın Şubat ortalarında bir telefon geldi. Tarihi tam hatırlamıyorum ama, Karnaval’ın son günlerindeydi galiba... Tesadüftür ya, gene balkonda oturuyordum, önümüzde buzlu birer kaypirinha ile akşam keyfini çıkarıyorduk annenle. “Herr Fritz?” diye sordu, tanımadığım bir ses... Önce dalga geçiyorlar sandım, ancak aynı ses “Size bir ‘Declarãcao’ satmak istiyorum,” deyince, irkildim. Adeta dilim tutulmuştu ve “Ne demek istiyorsunuz?” diye sorabildim sadece. Karşı tarafın “30 yıl geçti, siz bir mektup bekliyordunuz 1942 yılından...” sözlerini duyunca, gerçekten bir Karnaval şakası ile karşı karşıya kaldığımı sandım bir an için. “Dom Jose, sesiniz nasıl da değişmiş!” gibi bir latife ile karşılık vermeye çalıştım. Ne var ki, telin öbür tarafındaki metalik ses “Herr Fritz, bu bir şaka değil – ve ben o sözünü ettiğiniz Dom’u tanımıyorum. Ne var ki, istediğiniz mektup benim elimde ve onu size satmayı öneriyorum – tabii ki eğer halen ilgiliyseniz... Biraz düşünün, sizi tekrar arayacağım,” dedi ve kapattı telefonu.



Neyse, uzatmayacağım kızım – bu gizemli kişi ile birkaç kez daha görüştük. Tabii ki mektubu nasıl ele geçirdiğini ve ona karşı ilgimi nereden bildiğini anlayamadım, sormadım bile... Tahminim, Jose Rattes’in bu konuyu paylaştığı bir yardımcısı veya belki de yakın bir akrabasından kaynaklanıyordu bu bilgiler. Akraba derken, kimin olabileceğini de kestirebiliyorum – ancak adını seninle paylaşmayacağım... Yok, yok, ne kadar istediklerini de söylemem; bunun çok para olduğunu bilmen yeterlidir! Ne var ki bak, ne anneni aldattım bunca yıl içinde, ne kumarım var – tek tutkum müzik ve edebiyattır, ailemin yanı sıra... Ve bunlar için de para harcamasını bilirim!



Görüşmeye çalıştım tabii ki. Dom Jose’yi iki-üç kez aradım ama ulaşamadım. Bir mektup veya telgraf göndermeyi de düşünmedim değil – ancak bunun bana yararı ne olacaktı ki? Böyle üst düzeydeki bir hukuk adamının bunca adi bir alış-verişe karışmış olması mümkün değildi bence. Öte yandan, benimle ilgili bilgileri paylaştığı kişinin veya kişilerin adını vereceğini de hiç düşünmedim – olsa olsa, bu çok istediğim mektubun elime geçmesini önleyebilirdi ki, onu da hiç istemiyordum!..



Tabii ki yaş tahtaya basmazdım, Mariana! Elbette mektubun özgün olduğunu öğrenmek için bir fotoğrafını istedim. Ve aldım da; kurye ile sabahın köründe fabrikaya bırakıldı – gerçek mektubun kanıtıydı...



Tamam, onu da anlatacağım, sabırsızlanma... Fotoğraf geldikten sonra dostumuz gene aradı. Pazarlıklar başladı; uzatmadan, en başta istediğinin dörtte üçünde anlaştık – ona rağmen oldukça yüksek bir meblağdı! Teslim/tesellüm işi ise, aynen casusluk romanlarındaki gibiydi; hani o çok sevdiğim Eric Ambler’in öykülerinde anlatıldığına benzer şekilde... O yılların Rio’daki gözde otellerinden Serrador’un barında bir araya gelecektik. Petropolis’te buluşmak istemediğini anlayış ile karşıladım; onu ben de istemezdim zaten... Belirli bir günün belirli bir akşam saatinde, parayı büyük bir zarfın içinde yanıma alarak bardaki kuytu ve loş köşesindeki masaların birine oturacaktım. Gizemli dostum –veya görevlendirdiği kurye– gelip yanıma oturacak, zarfın içine bakacak, ben de onun getirdiği zarfın içindeki mektubu inceleyecektim. Her iki taraf da “malından” emin olduğunda, mektubu getiren kişi benim zarfım ile uzaklaşacak, ben ise yarım saat daha orada kalacaktım. Gerçekten de öyle oldu. Gelen kişinin, büyük ihtimalle sahte bıyık ve top sakallı olduğunu gördüm, ışık yetersizliği ile daha fazlası zaten anlaşılmıyordu... Her şey çok çabuk gerçekleşti; ve aynı günün akşamında mektup, evimin kasasındaydı!

*****


Fritz Weil 1993’de işini oğluna tamamen devretti, güzel bir emeklilik dönemi yaşadı. En büyük zevki, ziyaretine gelen dostlarına kasasından çıkardığı Stefan Zweig’ın veda mektubunu göstermek, onu mürekkebi henüz kurumuşken gören, Petropolis emniyet teşkilatı için ilk tercüme eden kişi olduğunu anlatmaktı. Bunu yirmi yıl boyunca yaptı... 2000 yılında hayata gözlerini yumdu.


*****


Kudüs Üniversitesi Kütüphanesi Haziran 1993 tarihli 6 numaralı “BOOKS & PEOPLE” bülteninden (s.14-15):

“1992 yılının Eylül ayında, Kudüs’te oturmakta olan Bay Hermann Aufhaeuser, Petropolis’de yaşayan arkadaşı Bay Fritz Weil’ın bir mektubunu gösterdi. Bu mektupta Bay Weil, Stefan Zweig’ın ölümünden hemen sonra gördüğü, ancak uzun yıllar sonra büyük bir tutar karşılığında satın aldığı veda mektubunu İsrail’deki bir kamu kuruluşuna armağan etmek istediğini bildiriyordu...” (aynen Zweig’ın Gömülü Şamdan öyküsündeki yedi kollu şamdan gibi!..)

*****


İsrail Milli Kütüphanesi Arşiv Bölümü uzmanı Dr. Stefan Litt’in bu satırların yazarına 6 Ocak 2020 tarihinde yönlendirdiği elektronik posta’dan:

“Stefan Zweig’ın yapıtlarının Türkiye’de halen pek sevildiğini sizden öğrendiğime çok memnun oldum. (...) Sorunuza yanıt olarak, yazarın ‘Declarãcao’ başlıklı veda mektubunu 1992 yılında Petropolis’de yaşamakta olan Bay Fritz Weil’dan aldığımızı belirtmek isterim. Bu değerli armağan, büyükleri Philipp ve Helene Weil ile Adolf ve Flora Emrich anısına yapılmıştır. (...) Fritz Weil’ın kızı ile temasta olduğunuza göre, kendisine en derin saygılarımı iletip, bu mektubun buradaki zengin Zweig arşivi koleksiyonumuzun en değerli parçası olduğunu bildirmenizi rica ederim.”

*****


Not: Yukarıdaki metin, Fritz Weil’ın kızı Mariana’nın sağlamış olduğu gerçek ana bilgiler doğrultusunda, kısmen yazarının düşgücünün bir ürünü olarak görülmelidir. Bu bağlamda Mariana Weil (Rio de Janeiro) ve kendisiyle teması sağlamış olan Hayri Can’a (Viyana) teşekkürler...


**********


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page