Robert Abudara – Cemaate ve aileye adanmış bir yaşam
top of page

Robert Abudara – Cemaate ve aileye adanmış bir yaşam







Bay Sungur Sokak’ta başladı hikaye. Ailenin büyük çocuğuydu, yıl 1955. Kuzkuncuklu Teri ile Bursalı Jak’ın oğluydu. Üç sene sonra ailelerine Tina da katıldı. Evde en büyük aşkı anneannesi Zimbul de vardı. Kurtuluş'ta büyüdü.


Yazları Heybeliada’ya gitti. Orada Talmud Tora’ya basladı tüm diğer yaşıtları gibi. Çocukluğu ile ilgili çok fazla şey anlatmazdı ama konu derslerine geldiğinde göğsü kabarırdı. Dersi derste öğrenen, ödevleri mümkünse kardeşine yaptıran bir çocuktu. Türkiye’nin orta direk geleneksel Yahudi ailesine tipik bir örnekti onun ailesi. Örgü kazağı ilk o giyer, küçülünce sökülür yeni modelle kardeşine örülürdü.


1971 yılında babası ilk kalp krizi geçirdiğinde, doktorlar evde bakım talimatı vermişlerdi. "O zamanlar öyleydi" diye anlatırdı babamın annesi Teri yıllar sonra torunlarına. Kuledibi’nde iplik atölyesine gidip orada çalışmak da, ilkokul 4’e kadar okumuş, o güne kadar evi dışında hiçbir yerde çalışmamış Teri’ye kalmıştı. Evi de annesi Zimbul idare ediyordu. Yıllar sonra o günleri anlatırken; "Annem babama bebek gibi baktı, bir erkek gibi çalıştı..." diyerek özetlemişti.


Lise bitince üniversitede okumak istemesine rağmen ev ekonomisine katkı sağlamak için amcasının Eminönü’ndeki mağazasında çalışmaya basladı. Eminönü onun ikinci eviydi. O zamanki adıyla Saka Çeşme Sokak’taki bütün esnafı tanır, dertleşirdi. Evi dışındaki ikinci ailesiydi. Esnaflık yapmayı, esnaf olmayı, disiplinli çalışmayı, ekonomiyi amcasından ve Eminönü hayat üniversitesinden öğrendi. 1977 senesinde hayatının aşkı Sara ile tanıştı.


Sara’nın zeraferinden, hassaslığından çok etkilenmişti. 1979 senesinde mavi fırfırlı gömlekli, 24 yaşındaki zayıf, ince bıyıklı adam ile, kıvırcık saçlı, narin Sara evlendi. Hemen bir sene sonra erkek olması için çok dua etmesine rağmen ilk kızı dünyaya geldi. Küçücük çocuğa belki de kendisi küçükken sahip olamadığından her gün yeni oyuncaklar getirir ve ilk kendi oynardı. 1985 yılının Haziran ayında ikinci kızı doğdu. Hayat artık farklı bir ivme kazanmıştı. Pamuk prensese benzeyen küçük kızı ilerleyen yıllarda Teknik Üniversite’yi bitirdiğinde ona hayatının en büyük mutluluk ve gururlarından birini yaşatacaktı.


Aralık 1985’de ilk aşkı, can-ı Zimbul’u kaybetti. Ve Zimbulikasını bir anne gibi sevdiğinden bir çocuğun ebeveyni için yapması gereken bütün dini ritüelleri onun için yaptı. 1986 Ocak ayında babasını kalp krizinden kaybetti. Yıkılmıştı. Arka arkaya 2 kayıp yaşamış ve büyük bir boşluğa düşmüştü. Yaşını yaşamalı ve boşluktan çıkmalıydı. Nesim Albala işte böyle bir zamanda hayatına girdi. Temeli sağlamdı. Kuzkuncuk Sinagogu’na gitmeye başladı. Gabay oldu. Sinagog Yönetim Kurulu’na girdi. Sinagogun onarım ve yenilenmesine öncülük etti.


İlk kez 40 yaşında yurtdışına çıktı. İlk duraği İsrael’di. Hep dua ettiği bu kutsal ülkede olmayı çok sevmişti. 1996 yılında Uzakdoğu’ya başlayan yeni yerler görme serüveni Avusturalya dan Amerika kıtasına, Avrupa kentlerine ömrünün sonuna kadar devam etti.


Nesim Albala’nın vefatından sonra başkanlığı1997 yılında devraldı. Anka kuşu misali kaybolmaya yüz tutmus bir sinagogun küllerinden yeniden doğmasında büyük rol aldı. Rıfat Saban ile birlikte cemaat yönetimine girdi, Bensiyon Pinto’nun öğrencisiydi. Çalıştı, hayalleri vardı, hayalleri için çalıştı.


Hangi sene ve nerede tanıştıklarını sorma fırsatım hiç olmadı ama kardeşliğin sadece aynı anne babaya sahip olmasına gerek olmadığını, ya da aynı Tanrı’ya inanıyor olmanın farklı şekilde dua etmek demek olmadığının canlı kanıtıydı Yigit Bedirgil. Kardeş, ortak, sırdaş, dosttu onlar.


2003 Kasımının 15’inde Şişli Sinagogu’ndaydı. Neve Şalom’da da eş zamanlı patlama olduğunu duyduğunda kan beynindeydi, çok korktu. Küçük kızı da ordaydı. Çok zor günler geçirdi, güvenlik için geceler boyu inşaatlarda durdu. Hiç şikayet etmedi. Duygularını gizlemeyi sevmezdi. Hep oğlu olsun isterdi. 2 kızı oldu. Ama beraber zaman geçirme fırsatı bulduğu büyük damadını oğlu bildi. Rakip takımı tutan damadıyla maç izledi, iddialara girdi, şakalar yaptı. 2006 yılında büyük kızını evlendirdi. Kızı ile elele Teva’ya yürüdü. Çok çok mutluydu. 2007 yılında dede oldu. Dedeliği o kadar cok sevdi ki "Bilseydim ilk dede olurdum" diyordu. 2010 yılının Mayıs ayında cemaat başkan yardımcılığı görevine geldi. Annesi gururundan Şalom gazetesinin konu ile ilgili çıkan haberini çantasında taşıyor, gururunu tüm dostları ile paylaşıyordu. Sıcak bir Temmuz gecesi çok güldüğü, güldürdüğü bir aile yemeğinin ardından cümleleri yarım bırakarak biricik aşkının kollarında ebedi uykusuna daldı. Tarih tekrar ediyordu, babası gibi kalp krizi gecirdi.


Yardımsever, çözüm üreten, pratik zekası ve espirileri ile hayatlarımıza dokundu. İz biraktı. 55 senelik kısa ama dopdolu hayatında çok sevdi, çok sevildi.


Ailesi O’nu kaybettikten sonra daha da genişledi. Damat sayısı ikiye, torun sayısı dörde çıktı.

Ve unutulmadı. İnsan biriktirdi, iyi insan oldu, insanlığı öğretti. Sevdi, iyi bir evlat, abi, mükemmel bir baba, dede oldu. Düşündü, gezdi, taşın altına elini koydu. Anılarda yer etti.




Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page