Öyle bir yer düşünün ki içinde hem tarih, arkeoloji, doğal hayat, piknik, keşif, heyecan, eğlence, dinlence ve müzik olsun.
Saçmalama demeyin ve rotanızı Rosh Hayin ile Petah Tikva arasındaki Tel Afek Milli Parkı’na çevirin ve çoluk çocuk her yaştan insanın keyif alacağı bu parkta keyifinize keyif katın.
Hele bu dönemde güneşin sertliği tatlılaşmışken, uzun saatler geçirmek için enfes bir mekanı anlatacağım size.
Tel Afek bir arkeolojik sit alanı. Vakti zamanında İsrael'in kuzeyindeki bölgeleri (Mezopotamya, Küçük Asya ve Suriye) güneye (Mısır) bağlayan antik yol olan Via Maris boyunca uzanan bir geçit üzerinde stratejik bir konuma sahipti. 2km’lık dar geçit ticaret kervanlarının bu bölgeden geçerken kontrol altında tutulmasını hedefliyordu. Bronz Çağ’dan başlayıp, Demir Çağ’a, Asurlu’lara, Babilli’lere, Romalı’lara, Bizans ve Haçlı’lara ve en nihayetinde Osmanlı’dan İngiliz mandasına ve de günümüze kadar ulaşmış.
Ayaklarımızın altındaki toprakta bu kadar derin bir tarihin olması, ortamı daha da cazip ve tılsımlı yapıyor.
Sabah 11 gibi parktan içeriye girdim. Hakkında çok şey duymuş olmama rağmen içeri girene kadar sosyal medyadan çok araştırmadan kendi keşifimle başbaşaydım.
Büyük otoparkta kolaylıkla park yeri bulup, parkın haritasıyla kendimi adeta Disneyland’de gibi hissettim diyebilirim. İngilizce olarak aldığım broşür, mekanın haritasını ve görülecek yerlerin kısa açıklamaları ve numaralandırılmış rotasıyla keşfimi kolaylaştırdı.
Sürelerine göre 3 rota vardı; Kısa 30 dk, Orta 1,5 saat, Uzun 2.5 saat. Orta yolu seçerek başladım keşfetmeye parkı.
Yanımda su, atıştırmalıklar ve oğlen yemeğim vardı. Günü uzun yaşamayı planlamıştım. 666 dönümlük bir alanda oldugumu bilmek müthiş bir keşif isteği oluşturmuştu içimizde. Önce tarih diyerek gezime Antipatris’ten başlıyorum. 400 yıllık Roma egemenliğinin başladığı noktadan.
Antipatris adını Kral Herod’un(MS 132-324) bölgeye hakim olup, ona, babasının Yünanca adı olan Antipatris'in adını vermesiyle tarihe kazınmış. Görkemli surların çevrelediği alanın içinde sizi o döneme geri götürmeyi kolaylaştıran ortam, bir anda karşınızdaki Tel Aviv şehrinin modern gökdelenleri ile tezat yaratıyor. Haçlıların, Kudüs'e gidenleri koruduğu Migdal Aphek ("Mirabel") kalesinde iki genç kızın İnstagram’daki takipçileri için çektiği selfiyle daha da tezatlaşıyordu ortam.
MÖ 1.550’lerdeyiz. Mekanın içindeki Mısır Valisi’nin evinde dolaşırken büyüklüğü ve görkemiyle dönemi sorgulatıyor size..
Antipatris’in girişinde Roma kentindeki ana yol olan “Cardo” sizi karşılıyor. Bordür taşlarının bazı bölümleri iyi durumda ve dikkatlice bakarsanız bir zamanlar yolun üzerinde hareket eden araba tekerleklerinin oyuklarını bile görebilirsiniz. Düşünüyorsunuz binlerce yıl önce bu caddedeki dükkanları ve alışveriş yapan Romalı halkı.
Gözümün önüne Kudüs’teki Cardo geliyor. Bunun benzer bir tasarım olduğunu okuyorum tabelada.
İskender, Arapların saldırısından korktuğu için Antipatris ile Jaffa kıyıları arasında derin bir hendek açtırmış. Önüne de yüksek bir duvar diktirmiş, ani yaklaşmaları engellemek için de ahşap kuleler inşa ettirmiş. Ben şimdi tepedeki o hendekten, gururla sallanan bayrağın altında uzanan, nice zorluklarla kurulmuş modern ülkeye bakıyorum.
Bölgede1517'de Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası oldu ve kale Roma katmanlarının üzerine, eski dönemin taşlarını kullanarak yeniden inşa edildi.
Osmanlılar, 16. yüz yılda geçidi koruyan ve aynı zamanda Kutsal Topraklardan geçen kervanlar için bir pansiyon olarak hizmet veren büyük bir müstahkem Han inşa etti. Kudüs'ün ve imparatorluktaki diğer şehirlerin büyük kurucusu Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu Osmanlı Sultanı II. Selim de adını “Pınar Başı Müstahkem Han” olarak koydu. Bu adı kaynakların başı olduğuna dikkat çekmek için seçtiği söylenir. Bu kale, bugün tepenin zirvesinde duran yapıdır.
Gözlerim tepeden aşağıdaki göle bakıyor. Gölü besleyen pınalardan akan gürül suyun sesini dinliyorum. Çocukların ailelerinin yardımıyla, binlerce yıllık taşların desteğiyle kaleye tırmanırken attıkları sevinç ve zafer çığlıklarına karışıyor suyun sesi.
Antipatris’ten aşağıya doğru yürüyorum. Haritadan pompa istasyonu ikinci ziyaret yerim. Bölgeye İngiliz Mandası sırasında (1920-1948) büyük bir pompa istasyonu inşa edildi. İstasyon, pınarlardan basılan sulara filtrasyon ve klorlama işlemlerini uygulamış, suyu yeraltında depolayıp ardından da Kudüs'e pompalanmasını sağlamıştır. Su temini 1936'dan 1939'a kadar Ingilizler tarafindan işletilmiş. Dönemin saldırılarında oluşan kurşun deliği izlerini duvarlarda görebiliyorsunuz. Birden nice sancılarla ayağa kalkmış bir ülkenin içinde, güven, huzur ve refah içinde yaşadığımıza gülümsüyorum. Tezatlar…
Gölün etrafındaki kısa bir yürüyüşten sonra, rotamı nilüfer çiceklerinin olduğu havuza çeviriyorum. Parkın içinde hiçbir yol Tel Afek ile Yarkon kaplıcaları bölgesini birbirine bağlamıyor. Parkın iki bölümü arasında sadece bir yürüyüş parkuru var. Parkın bu bölümüne gitmek isterseniz milli parktan çıkıp, bu yolu kullanmanız gerekiyor.
Haritada belirtilen yolu tabelalar aracılığıyla takip ederek, demir kapının önünde sıcaktan bunalmış 65yaş üstü park görevlisinden geçiş biletimi alıyorum.
Çekirgelerin seslerine, cır cır böcekleri ekleniyor. Suyun şarıltısına, balıkçılların sakinliği, kelebeklerin uçuşları değiyor ve adım adım tabelaları takip ederek nilüferlere doğru yürüyorum. Doğa o kadar büyüleyici ki, sanki onu rahatsız etmek istemezmiş gibi parmaklarımın ucunde sessizce ilerliyorum.
Vardığım anki şaşkınlığımı sözlerle ifade etmek neredeyse imkansız. O yüzden parka girerseniz burayı ziyaret etmeden dönmeyin derim. Derin bir sessizlik, kocaman bir göl dolusu sarı nilüferlerle başbaşayım. Monet olsa hayran kalmıştı manzaraya. Defterimi çıkarıp hemen yazıyorum; ‘Hepiniz bir arada o kadar eşsiz ve alımlısınız ki, yanınızda varlığım kayıtsız kalıyor.’ Yere oturup su ve atıştırmalıklarımla soluklanıyorken (tahmini 2 saat olmuş parka gireli) manzaraya dalıp, hayallere uçuyorum. Sanki bir Tinkerbell misali uçuşuyorum nilüferlerin yapraklarına. Kurbağalar vraklıyor, rüzgar dalları hışırdatıyor, kuşların ötüşlerine, balıkların dalarken ki çırpıntısı ekleniyor.
Eğer uzun yuryus rotasını seçerseniz, 1880’lerden kalma tren yolunu, su pompalanma deposunu, un değirmenini görebilirsiniz. Ben dinlenmeyi seçip, gölün kıyısında çimenlere uzanıp, göldeki balıkların arada bir görünüp kaybolan varlıklarıyla eğlendim. Gökyüzünün mavisine karışan alanın yeşil dinginliğini içime çektim.
Park Pazar- Persembe ve Cumartesi 8:00 – 17:00 (kış dönemi 16:00 ). Cuma 8:00 – 16:00 (kış dönemi 15:00 ) açık. Girişler bilete tabii, yetişkin 28, çocuk 14 ve öğrenci 24şekel. Biletleri kapıdan temin edebilirsiniz.
Dönüş yolunda park boşalmıştı. Minik bir su havuzuna girip fotograf çekmek için poz verdim ve sonra çektiğim fotografa bakınca dedim ki: Evren insanların mutluluğyla daha da güzelleşiyor.
----------------
Araştırmalarda karşıma çıkan ve benim gibi etimolojiyi sevenlere de bir dip not:
Aphek (Afek)- also Afik (Aphik) as in Judges. Afik in Hebrew means the source of water (of the Yarkon river). There were other cities with the same name – such as Afek in the Galilee and Afek in the Golan (Ein Gev).
Pegae The name of the city during the Hellenistic period (means “springs” in Greek)
Abu Butrus – the Arabic name of the city, which preserved the name of Antipatris (Patris sounds as Batris in Arabic)
Rosh Ha’Ayin – in Hebrew: head, Ha: the, A’yin: springs.
River Yarkon (Jarkon) – Flows for 30KM from the springs in Aphek to the outlet in Tel-Aviv. Based on the Hebrew word “Yarok” – green or “yerek” – plants, which is a reference to the green bushes along the river.
Comments