Rengarenk ve Karmakarışık – KUZGUNCUK
top of page

Rengarenk ve Karmakarışık – KUZGUNCUK




Hasta geldim bu sefer şehr-i Istanbul’a.Enerjisiz ve güçsüz. Anama sarıldım, babama sırtımı yasladım ve aile en iyi ilaçtır diyerek kendimi ilk toparladığım güneşli bir Istanbul sabahında yolum Kuzguncuk’a düştü gönlü güzel dostlarımla.

Işten uzak, Pesah * tatili içinde olmanın keyfiyle Istanbul’u tam bir turist havasında yaşamaya karar verip, önce Marmaray’la Üsküdar, ardından da belediye otobüsüyle Kuzguncuk’tayız.

Istanbul gibi koca bir metropolün ortasında, Boğaz’ın hemen kıyısında, koca çınarların ve mis kokulu rengarenk çiçeklerin arasında huzur bulacağınız şirin mi şirin bir semti, Kuzguncuk’u yazdım sizlere.

Bu linkteki şarkıyı yazımı keyifle okurken dinleyin isterim. (Videodaki eser Kuzguncuk’ta geçen Ekmek Teknesi adlı dizinin müziğidir)





Kuzguncuk’un eski adının “Hrisokeramos” olduğu ve “Altın Kiremit” anlamına gelen bu adın, II. Iustinos (565-578) tarafından yaptırılmış olan, çatısı altın yaldızlı kiremitlerle kaplı bir kiliseden geldiği rivayet edilir. Kuzguncuk adının kökeniyle ilgili görüşlerden bir diğeri de eskiden “Kosinitza” adıyla anılan semtin, bu adının bozularak “Kuzguncuk” olduğu şeklindedir. Evliya Çelebiye göre ise bu ad, Fatih zamanında buraya yerleşmiş “Kuzgun Baba” adlı bir veliden kaynaklanmıştır.





Bu minnak mahalle bir Yahudi yerleşim bölgesiymis. Yahudilerin buraya geliş tarihleri tam bilinmesede tahmini 16. yüzyıldan itibaren Yahudilerin yaşadığı bilinmekte Nitekim Kuzguncuk tepelerinde yer alan tarihi mezarlıktaki en eski taşlar da bu döneme ait. Semtte 19. yüzyıldan kalma iki de sinagog bulunuyor. Bunlardan biri sahil kesiminde yer alan Beth Yaakov Sinagogu’, ikinci ise Beth Nisim. Cumhuriyet ilan edildiği sırada cemaat, yaklaşık 800 kişiden oluşuyormuş. 1934 Edirne’de yaşanan Yahudi karşıtı olaylarda pek çok Trakya Yahudisi Kuzguncuk’a yerleşmis. Ancak 1948’de İsrael Devleti’nin kurulmasından sonra sayıları hızla erimiş.

Semtteki Müslüman halkın da Yahudilerle ilişkileri iyiymiş. Hatta 6-7 Eylül Olayları sırasında Müslüman halkın yağmacılara karşı mahallelileri olan Yahudilerin yanında yer aldığı bilinir. Kuzguncuk’un Avrupa Musevileri tarafından “Kutsal Topraklar’a varmadan önceki son durak” olarak kabul edildiği ve herhangi bir nedenle vaat edilmiş topraklara gidemeyenlerin hiç değilse Kuzguncuk’a yerleşip orada ölmeyi ve gömülmeyi vasiyet ettikleri bilinir.






Üç dinin buluştuğu Kuzguncuk’ta biri Ermeni, biri Rum kilisesi olmak üzere iki kilise, bir de camii, yan yana duran bu kutsal mekanlar semtteki höşgörü ve huzurun birer sembolü olarak belki de tam da şu anlarda terrör adına insanları bıçaklayan, silahla öldüren dünyaya, dinler arası uzlaşın mesajıni vermektedir. Ilginç te bir hikaye var, zamanında cami yapılması için yer bulunamadığında kilisenin bahçesinden cami yapılması için cemaat onay vermiş. Ezan sesi, çan sesi ve hazan** sesinin birbirine karıştığı bir semtin sokaklarında yürüyoruz.




Ahşap evler karşılıyor bizi sokaklarda, sonra binalar azalıyor, bahçeler çıkıyor karşımıza. Süslü püslü dizayn edilmiş bahçeler değil, doğal bahçeler… Bostan’dan iceri giriyoruz, mahalleliye pastallar verilmiş ekip biçsin diye. Marullar, soğanlar, pazılar çarpıyor gözüme. Uğruna Kuzguncukluların çok mücadele verdiği, rivayetlere göre 700 yıllık geçmişi olan Kuzguncuk Bostanı yani Kuzguncuklular tarafından bilinen İlya'nın Bostanı, mahalleliye meyveyi, sebzeyi hem taze hem ekonomik olarak tedarik ediyor. Sabahları bostan sayesinde bülbül sesleriyle uyanan halk, huzuru refahı mutluluğu bulduğundan olsa gerek pek güleryüzlü.





Bir dizi çekiliyor Nail Kitap Evi’nin*** önünde. Nazikçe rica ediyor rejisör karrş kaldırımdan yürüyün diye. Ağacın altında soluklanan dede gülümsüyor, “Her gün var, bu çekimlere alıştık,” diyor gülümseyerek. Bahçelerinin, insanlarının doğallığı kadar Kuzguncuk’un sokakları da doğal film platosu haline gelmiş.



Kuzguncuk’un bel kemiği olarak nitelendirebileceğimiz İcadiye Caddesinin yokuşunu tırmanıyoruz. Yıldıracak kadar dik ve göz korkutucu olsa da gördüklerimiz öyle renkli ki yer yer durup fotograf çekmek için soluklandığımızdan unutuyoruz dik yokuşun zorluğunu. Yolun iki tarafında sıralanmış eski, cumbalı taş evlere rengarenk boyanmış ahşap konaklar, ulu çınar ağaçları ekleniyor. Sırali restaurantlar, fırın, pastane, bakkal, manav…

Burada öyle kocaman marketler filan yok. AVM’lere direnen minik, rengarenk vitrinli esnaf dükkanlarından CUPINN Kuzguncuk bizi adeta içine çekiyor. Maskelerimizle giriyoruz dükkandan, şen şakrak harika bir servis alarak üstümüz başımız yenilenmiş, ellerimiz kollarımız, boynumuzda kolyelerle rengarenk çıkıyoruz dükkandan mutlu mesut. Tek bir zincir firmanın olmadığımı görmek içimi şenlendiriyor. Standard üretime direnmiş, kendi tarzıyla satış yapan, emekle teknesini yürüten dükkan sahibemiz bize yüreğiyle servis yapıyor. Özlemiş ruhum bu doğallığı.






Yürürken mahallenin fırınından buram buram yükselen taze ekmek kokusu bir anda acıktırıverdi hepimizi. Ev yemekleri tarzı bir cafede karar kılıyoruz. O bilindik kopyalı menülerden uzak, garson sıralıyor yemekleri ya da kara tahtaya yazmışlar okuyoruz. Yarın aynıları yok.

Hırıstiyan ve Musevilerle Müslümanlardan oluşan Kuzguncuk halkı yıllardır saygı, sevgi ve dostluk içinde sürdürürler yaşamlarını Kuzguncuk’ta. Gerçi son yıllarda göçler nedeniyle gayrimüslim halk azalmış ama semtin o tatlı aksanlarıyla konuşan yaşlı teyzeleri, amcaları ve esnafı sıkı sıkıya tutunurlar burada hayata.

.





Kuzguncuk halkının tek bir doktoru varmış bir zamanlar, Dr. Ohannes Minasyan. Öleli çok olmasına rağmen, İcadiye Caddesi üzerindeki Deniz Eczanesi’nin vitrininde Minasyan’ın şırıngalarını, ilaç kutularını ve diğer tıbbi malzemesini hâlâ görebilirsiniz.

Türkiye’nin köklü aileleri eskiden Kuzguncuk’un köşklerinde ve yalılarında yaşarmış. Atatürk Harbiyeliyken, yedi yıl boyunca, hafta sonu tatillerini bu köşklerden birinde, Ali Fuat Cebesoy’un evinde geçirmiştir.

Kuzguncuk pek çok sanatçıya ve ünlüye de ev sahipliği yapmış yıllarca. Şair Can Yücel, Oktay Rifat, yazar Rıfat Ilgaz Kuzguncuk’ta yaşamış sanatçılar arasındadır. Oyuncu Uğur Yücel, Hülya Koçyiğit de Kuzguncuk’ta oturmuş sanatçılardan. Buket Uzuner’in “Kumral Ada & Mavi Tuna” isimli romanı eski Kuzguncuk’u en güzel anlatan romanlardan biridir. Bunca sanatçıyı ağırlayan semt sokakları Perihan Abla, Ekmek Teknesi gibi çok sevilen televizyon dizilerine de ev sahipliği yapmış.

Kuzguncuk'u özel kılan bir diğer özellikte, birçok ilklerin tarih defterlerine burada yazılmasıdır. İlk basma kumaş imalathanesi burada Kayserili Sergis kalfa tarafından açılmış, katlanabilir tahta metre Kuzguncuk'ta yapılmış, Çalışan Rum hanımlar Kuzguncukta çocuklarını kreşe verme ihtiyacı duymuşlar ve ilk çocuk kreşi burada açılmış. Modern Belediyeciliğin başlangıcı ve ilk örneği Kuzguncuk'ta oluşmuş diyebiliriz. Sultan Abdülaziz döneminde Beylerbeyi semtine ışık vermek için kurulan Gazhane binası şu an Mülkiyeliler derneğinin sosyal tesisi. Üsküdar'daki cadde ve sokaklar, gazhane tarafından aydınlatılmış belediyeciliğin ilk adımları.





Çınaraltısız bir Boğaz semti olur mu hiç? İcadiye Caddesi’ni bitirip Paşalimanı Caddesi’nden karşıya geçiyoruz. Denizle sarmaş dolaş ve yemyeşil ağaçlarla çevrili Çınaraltı, kıyıdaki evlerin arasından beliriyor önümüzde, alabildiğine boğaz manzaralı. Galiba uzaktayken çok özleniyor bu manzara, ne dersiniz? Meydanın yanında eski bir fırın, dumanı tüten tavşankanı bir çay, fırın sütlaç, yanında 40 yıllık hatırı olan Türk kahvesiyle bizi manzaraya kilitliyor. Martılara selam verip karşı kıyıdaki Çırağan ve Dolmabahçe Sarayı’na bakıp “Ah Istanbul,” deyiveriyorum.



Rengarenk ve karmakarisik ama samimi ve içten insanların yaşadığı yer Kuzguncuk her mevsim sizleri ağırlamaya hazır. Tatli esnafi davetkar. Bir vaktinizde yavastan çıkın o yokuşu…

Büyük usta Nazım’ın dizelerine kulak verin, çünkü Nazım Hikmet’in teyzesi Sâre Hanım da Kuzguncuklu ve dolayısıyla büyük şairin çocukluk günlerinde Kuzguncuk’un ayrı bir yeri var. Bu bir bonus şiiri olsun size:

Beykoz’da oturmalı Beykoz’da çalışan adam. Fakat Kuzguncuk şirin yerdir Ve gayet nefis yapar gül reçelini Pansiyoncu Madam Ve kızı Raşel… Aynada bir kartpostal: Bir manzara Nis şehrinden. İskemle, karyola, konsol… Ve Denize nazırdı pencereleri… Güneşte tavana suların ışıltısı vurur, Karanlık şilepler geçerdi geceleri İnsanı olduğu yerde Eli böğründe bırakarak… Selim’in odası havadardı. Kırmızı yazmalar kururdu yandaki boş arsada. Sağda Cevdet Paşa yalısı. Yalıda bir tavus kuşu Bir de Mebrure Hanım vardı. Mebrure Hanım Tafta entariler giyerdi. Çok ihtiyardı Ve mavi gözleri kördü. Tentene işlerdi Mebrure Hanım. Uyanır bir beyaz güle başlar, Uyurken dağıtırdı gülünü… Merhum Cevdet Paşa yalısında Mebrure Hanımı unutmuşlardı… Beykoz’da oturmalı Beykoz’da çalışan adam. Fakat Kuzguncuk şirin yerdir Ve kırmızı yazmalar kuruyan boş arsadan Dünyayı zapta gidecek olan Pulsuz balıklar gibi çıplak çocukların Her akşam dinlerdi çığlıklarını Selim…

-----------------------------------------------------------------------

*Pesah: Yahudilerin Hamursuz bayramı

** Hazan: Sinagoglarda dua okuyan güzel sesli din adamlarına denir.

***Nail Kitap Evi: Kitabevi’nin kurucusu Erhan Nailoğlu ‘nun çocukluk hayaliymiş. İstanbul’da çocuk ve gençken sık sık uğradığı Kuzguncuk’taki tarihi dokudan çok etkilenince şu anki Nail Kitabevi’ni kurduğu metruk haldeki binayı görmüş. Yarım kalmış bir restorasyon projesiymiş. Sonradan Berber Muzaffer’in dükkânı olarak anılan bu güzel yapının mimari tasarımını ve zemine oturuşunu, ana caddeyle ve çevresiyle kurduğu mekân ilişkisini çok sevmiş. Ardından da bir kitap ve sanatsever olarak hayallerini kurduğu mekânın burası olmasına karar vermiş. Sayesinde güzel semtte, güzel edebiyat ve güzel kahve eşliğinde kendinizle baş başa kalabileceğiniz eşşiz bir mekan yaratmış.











Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page