Kulüp
top of page

Kulüp



Kış ayları gelince, özellikle sosyal medyada insanların birbirlerine en sık sordukları soru şudur: “Netflix’te izlenecek güzel bir dizi tavsiye eder misiniz?” Bu paylaşımın altına herkes kendi beğendiği dizileri yazar, çoğu zaman her kafadan farklı bir ses, değişik bir fikir çıkar. Tavsiyelerden kimisi beğenilir, kimisi ise kaale dahi alınmaz. Yorumların ardı arkası kesilmez, hatta işin komik yanı, kimi zaman içinden çıkılmayacak tartışmalara bile neden olur.


Bundan birkaç hafta önce, bazı gazetelerde ve sosyal medyada, 5 Kasım günü Kulüp adlı bir dizi başlayacağını ve özellikle de konusunu okuduğumda, bir anda içimi hem bir umut, hem de bir hayal kırıklığı kapladı. 1950’lerin Türkiye’sini mercek altına alacak olan ve Yahudi bir ailenin etrafında gelişen bir öykü olması ve de bu konunun önceden pek de ayrıntılı olarak irdelenmediği düşüncesiydi beni umutlandıran. Hayal kırıklığımın sebebi ise, şimdiye dek yapılan bu tarz dönem dizilerinin çirkin denecek kadar abartılı Yahudi aksanıyla konuşan, klişeleşmiş fiziğe sahip – Venedik taciri tarzında – oyunculardan ve son derece yüzeysel bir öykü örgüsünden oluşmasından kaynaklanıyordu.


Kulüp genel hatlarıyla, II. Dünya Savaşı’nın ardından gelen dönemde, popüler bir gece kulübünün etrafında gelişen olayları konu alıyor. Genel aftan yararlanarak cinayet suçuyla yattığı hapishaneden çıkan ve kulübün eski bir çalışanı olan Matilda’nın yeni bir hayat kurma çabası, o güne dek varlığından bihaber olduğu kızıyla, eski komşuları ve dostları ile olan ilişkileri irdeleniyor. Yani aslına bakacak olursanız, gayet sıradan bir konu. Peki öyleyse, nedir Kulüp’ü yayınlanmaya başladıktan sadece iki gün sonra Türkiye’de 1 numaraya çıkaran?


Şeytan ayrıntıda gizlidir derler ya, bence bu dizinin başarısı da ayrıntılarında gizli. Öyle güzel noktalara, öyle ince detaylara yer verilmiş ki, kendinizi bir anda 50’lerin Kuledibi’nde buluveriyorsunuz – yanlış anlamayın, o dönemi bildiğimden değil, ancak bundan yıllarca önce hasbelkader Kula’930 adlı Dostluk Yurdu Derneği’nin bir tiyatro prodüksiyonunda oynama şansım olmuştu da, oradan biliyorum. Dizide hiçbir abartı yok, Ladino bile kararında kullanılmış. Şarkılar, gelenekler, o yıllara özgü toplum hayatı, azınlık hayatının getirdiği zorluklar, eziklikler, dayanışma, yer yer Varlık Vergisi, dinler-arası flört, İsrael’e aliya arzusu… Aklınıza ne gelirse mükemmelen işlenmiş.


İşin sırrının, Gökçe Bahadır’ın kusursuz oyunculuğunun altında yattığını düşünenler olabilir – ben de bunlardan biriyim. Oysa özenle seçilmiş kadronun, doğal oyunculukların ve harika bir yönetmenin yanısıra, Kulüp’ü bu denli başarıya ulaştıran, İzzet Bana, Forti Barokas, Mois Gabay gibi bilirkişilerden oluşan danışma kurulu. Bir başka deyişle vizyoner yapımcılar ve yönetmenler, “kafalarına göre takılmak” yerine, bilgi sahibi insanlara akıl danışmışlar ve ortaya tam da bu yüzden böylesine “izlenilesi” bir yapıt çıkmış.


Demem o ki, helal olsun Netflix’e. Şimdiye dek tabu olarak görülen ve bırakın ekranlara yansıtmayı, sanki yokmuş gibi varsayılan (ya da yoksayılan) konuları bir bir incelemiş. Herkesin izlemesini tavsiye ediyorum. Herkesin bu diziden öğreneceği çok şey var.





Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page