AYRILIK
- TÜRKİYELİLER BİRLİĞİ התאחדות יוצאי תורכיה
- 18 Ağu 2020
- 2 dakikada okunur

(Yazarın yazısını sesli dinlemek için tıklayınız)
Merhaba sevgili okuyucularım, uzun uzun düşündükten sonra kafamın belirsiz gürültüleri içinde bir çıkış yolu buldum, ben bazen beynimi düzene koymak ve ruhumu sağaltmak için şiir okurum. En sevdiğim şiirleri yazdığım bir de defterim var. Üzerinde “Love” yazan kırmızı kapaklı, saman yapraklı liseli romantik kız defterlerinden. Benim içimde iflah olmaz bir kız var. Yıllara meydan okuyan, kitap, defter, güzel kalemlerle yazı yazmak sevdası var. Bazen Sabahattin Ali’ye öykünerek yazdığım yeşil mürekkepli bir kalemim, bazen duygularımı tutuşturan kırmızı mürekkeple, yürek parçalayan bir şiir yazmak, bazen siyah çini mürekkebi ile hoyrat birkaç resim çizmek. Sayfalardan fışkıran duyguları zapt etmek için mavi tükenmez kalemle yazmak, yazmak, yazmak.
Bu ara sıkıntılı zamanlar yaşıyorum. Biliyorum yaşam sürekli değil, her gün binlerce bebek doğuyor ve binlerce insan da ölüyor. Hepsini biliyorum, ama elimde değil, yine çok üzülüyorum. Ablam elli yıllık eşini kaybetti, yareni gitti, kız yarım kaldı. Üzülüyorum, kolay mı bu kaybın acısıyla yaşamak? Kardeşim için çok üzülüyorum ama, elimden ancak ona sevgi ve cesaret vermekten başka çare yok. Hintli düşünür Osho’dan bir cümle ile ona seslenmek istiyorum;
“Her nerede olursan, o her zaman başlangıç noktasıdır. Hayat bu yüzden böylesine güzel, böylesine genç, böylesine tazedir…”
İçimde kişisel sıkıntılardan ayrı, bir de dünyevi sıkıntılarım var. Şu Corona meselesi artık zıvanasından çıktı. Ucu, bucağı yok, sonu gözükmüyor. Maskeler, jeller, dirsek, ayak tokuşturmaları, uzak yakın, mesafeli oturmalar, buluşmalar. Yok, canım boş yerler. Ne aile, ne sofra, ne kutlama hazları, hepsi kuş oldu uçtu. Düğünler, doğumlar, kutlamalar sanal, elini uzatsan ekrana çarpıyorsun, sözde birliktesin. Feci bir duygusal fukaralık yaşıyoruz. Sarılamama, öpüşememe, kollarının arasında bedeni kırarcasına sarılıp, kavuşamama… ah meğerse eskiden ne kadar mutluymuşuz da farkında değilmişiz gibi yakınarak, yazıklanıyoruz. Ama dün bitti, bu gün böyle, yarın acaba nelere gebe? Hiç bilmiyoruz! O zaman size Sunay Akın’ın iki mısrası ile sesleneyim;
“Yolu sevgiden geçen herkese sesleniyorum
Lütfen sevginin üstüne basmayın…”
Aslında en kötüsü insanın içini dökememesi… En yaman duygular bunlar işte. İçiniz dolup taşıyor üzüntüyle, ama içinizi dökemiyorsunuz, çünkü insanlar artık paylaşmayı unuttular. Bir derdinizi anlatırken, kendisi dinlemeyip kendi derdinden dem vuruyor. Oysa sırayla herkes içini dökebilir, sıra çalmaya gerek yok. Gözünüzden iki damla yaş dökülünce, hemen konu değiştiriliyor, oysa çözüme ulaşmamış duyguları engellemek, hep yeni başlangıçların, hezimetiyle sonuçlanır.
Şimdi siz söylemeden ben söyleyeyim, ağlayacaksan, Ağlama Duvarı olarak bir psikoloğa git. İşte dostluğun altın anahtarı… Halbuki bize öğretilen “başını ihtiyacın olduğunda dayayacağın kişi dostundur”. Bu da bana Zeki Müren’in bir şarkısını anımsattı;
Gün ışığında, yola koyuldum,
Elimde kandil, gözümde mendil,
Vefa arıyorum, dost arıyorum
Şefkat arıyorum, aşk arıyorum.”
Bu gün çok karamsar ve yorgunum anlaşılan. Asırlardır bilinen şeyleri yeni keşfetmiş gibi şaşırıyorum ve diyorum ki;
“Elimde kalemim, önümde defterim.
Yaz, içini dök.
Sevgi, şefkat dilenme.
Sen yetersin kendi kendine”.
Sevgili okurlar bu günkü yazma sürem tükendi sanırım. Yine de ünlü şair Tagore’dan birkaç dizeyi de paylaşmadan edemiyorum.
“Ayrılık ne biliyor musun?
Ne araya yolların girmesi, ne kapanan kapılar,
Ne bir yıldız kayması gecede…
Ne ceplerde tren tarifesi,
Ne de turna katarı gökte.
İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi,
Ayrılık”.
Sevgiyle kalınJ