top of page

İYİ İNSANLAR- KÖTÜ İNSANLAR


(Yazarın yazısını sesli dinlemek için tıklayınız)

“Aptallara göre insanlar; ırk, dil, din, cinsiyet, milliyet, yaş, statü, renk başta olmak üzere birçok kategoriye ayrılırlar. Halbuki bu olay gerçekte, bu kadar karmaşık değildir. İnsanlar sadece ikiye ayrılırlar: İyi insanlar, kötü insanlar.” Albert Einstein

Bu haftaki yazımın konusunu iyilik ve kötülük üzerine kurmaya karar verdim. Gerçekten de yukarıda ünlü bilim adamı Albert Einstein’ın da dediği gibi insanları sınıflamak, durumlarına ve sosyal seviyelerine göre ayırmak ne kadar hatalı bir yaklaşım.

Zaten yaşamda bunca kaos, kavga, savaş, mezalim hep bu yüzden değil mi? Aslında insanları sadece iyi insanlar ve kötü insanlar olarak sınıflamak lazım. Her hangi bir dinin tüm mensupları iyidir, diğer bir dinin tüm inananları kötüdür diye yaklaşılırsa, düşmanlık duygusu daha yolun başında insanların beynine ekilmiş demektir.

Beyazlar iyidir, olmayanlar kötüdür. Statü sahipleri iyidir, sokaktaki adam kötüdür. Zengin iyidir, fakir kötüdür. İngilizce konuşan iyidir, diğer dilleri konuşan kötüdür… gibi aptalca fikirleri peş peşe sıralayabiliriz.

Bence pozitif ve negatif insanlar vardır. Hangi konuma ve aidiyete ait olurlarsa olsunlar, bazı insanlar barışçıl bir biçimde geçmeyi başarırlar. Hayata nefret ve husumetle yaklaşacakları yerde, olayların kendilerine ve etrafındakilerin hayrına olduğu şekliyle kabul ederek, olumlu yanları yakalarlar. Böylece fırtınalardan bile, çok az zararla çıkarlar.

Diğer grup ise negatif insanlardan oluşur. Basit bir iyimserlik duygusundan bile yoksun olan bu kişilikler, her şeyi karanlık ve kötü tarafından görürler. Onların hayrına olabilecek şeyleri bile ters yüz edip baktıklarından, sadece oluşabilecek negatif ihtimalleri düşünüp, kendilerini karanlıklara sürüklerler. Kendilerine benzeyen insanları etraflarına toplayıp, toplumları savaşlara ve kaoslara götürürler.

Negatif insanlar kötülükle beslenirler. Tıpkı vampirlerin kanla beslendikleri gibi. Etraflarında ne kadar kötü insanlar, komplo teorileri, fitne fesat varsa, o denli şişerler, egoları tavan yapar. Bir zaman gelir ki kendi yarattıkları gayya kuyusunda kendi kötülüklerinin bataklıklarında boğulup giderler.

Aslında tüm dinlerin özünde iyilik, düzen ve barış vardır. Ama ne yaman bir çelişkidir ki, tüm kötü insanlar dinlerini kendilerine kalkan ederek, kötülük naraları atarlar.

Tanrı’nın yarattığı hiçbir şey kötü değildir. İnsanlar kendi özgür iradeleri ile iyi ve kötü olmayı seçerler. Tanrı biz insanları, canlı tüm yaratıkları ve doğayı yaratırken muhtemelen amacı insanları birbirlerine kırdırmak değildi. Tam tersine zıtlıkların dengesini kurmayı amaçlamıştı. Bir örnek olmamızı isteseydi, yaşam çok yavanlaşırdı bence. Dünyanın dört bir yanına, her renk ve ırktan Adem ve Havva’lar yaratmasının amacı, kuşkusuz onların arasında sınıf farklılıkları ve savaş ortamları yaratmak da değildi.

Her şeye kadir olan sevgili Tanrı’mız, kendi ışığı ile yarattıklarına, kanımca bu kadar zalimce yaklaşmayacaktı. Tanrı tüm bu renk ve çeşitlilikleri, dinleri dünyamıza gönderirken, bence amaçladığı en önemli şey, kendi yarattığı çocuklarının, hakikate ulaşma çabalarında onlara verdiği ipuçlarıydı.

Nedir ki kötülük, içinde barındırdığı öldürücü fikirlerle her zaman iyiliğe karşı galip geldi. Şiddet, korku, ölüm tehditleri karşısında iyiler sindiler, boyun eğdiler, yutuldular. Kötülük her zaman hüküm sürüp, birinin kafası koparıldığında, yeniden canlanan habis tümörler gibi başkaldırıp etrafı sarıyor. Aslında tüm dinlerde söz edildiği gibi, bir gün bir kurtarıcı gelecek ve insanlık esenliğe ulaşacak. Yani kurtla kuzu yan yana uyuyacak. Kurt kim? Kuzu kim? Bunun için tek bir kurtarıcı mı beklemek lazım? Kurtların kendileri, tek başlarına iyilik yolunu seçtikleri gün, bir kurtarıcı veya çoban ihtiyaç kalır mı?

İnsanlar düşüncelerini iyiye yöneltirse zaten her şey çorap söküğü gibi gelecek, dirlik ve düzen olacak. Neyi paylaşamıyoruz? Şu üç günlük ölümlü yaşamımızda bu kavgalar, kıskançlıklar, kuyu kazmalar niye? Kendimizi ne sanıyoruz ki? Sonsuz muyuz? Bizden sonra tufan mı olacak? Her şeyi biz mi biliyoruz? Biz kimiz ki herkes bize eğilsin? Niçin güçlerimizi birleştirmek yerine, birbirimizin kafasına tokmak indirip, susturmaya, çekilmeye zorluyoruz? Ve niçin yaşam yolunda karşımıza çıkan zorluklardan, üzüntülerden, yokluk ve kayıplardan kendimize dersler çıkartmıyoruz?

Tüm bunların içinden geçerken, kendimizi haklı görüp, kurban ilan edeceğimiz yerde, ”Nerede hata yaptım?”, “Bu olaylardan hangi dersleri çıkarmalıyım?” diye sorgulamıyoruz? Neden kötü insanlar, başlarına gelen tüm olumsuzluklara rağmen bunların yaşam yollarında karşılarına çıkan birer aracı ve öğretici ders olduğunu kavramayıp, kaldıkları yerden kötülüğe devam ediyorlar?

Bu hayat bize, olumlu veya olumsuz bütün olayları, yaşam yolculuğumuzda karşımıza çıkartıyor. Çünkü buradaki amaç, bunlardan kendimize dersler çıkartmamız, hatalarımızı tekrarlamamız için. Burada amaç, bizlerin olgunlaşması ve giderek mükemmele erişmesi… Yaşamın ve yaratılışın hakikatine erişmesi…

İçinde yaşadığımız çağ artık “Altın Çağ” olarak adlandırılıyor. Dünyaya yeni gelen insanlar, daha donanımlı olarak geliyorlar. Her nesil öncekinden daha üstün niteliklerle doğuyor. Bu üstün beyinlerin yaratılmalarının amacı, önceki nesillerin kısır ve cahilce yaklaşımlarının yok edilmesine, iyiliğe ve tüm insanlığın yücelişine endeksli.

Bir gün gelecek, geçmiş kuşakların din, ırk, renk ayrımcılığı gibi köhneleşmiş inançları yok olacak. Dünyaya yeni gelen parlak bilinçler, sadece insanlığın hayrına güzellikler yaratırken, herkes el ele, diz dize mutluluk şarkıları söyleyecekler.

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page