“Dona Dona” – bir שואה (Şoa) şarkısı?
top of page

“Dona Dona” – bir שואה (Şoa) şarkısı?


27 Ocak 1945 günü Rus askerleri Auschwitz kampına girdiklerinde, yedi bini aşkın canlı iskelet ve inanılması güç bir katliam sanayii ile karşılaşmışlardı... Burada ve aynı haftalar içerisinde kurtarılan diğer ölüm kamplarında çekilen fotoğraflar, filmler ve bulunan kayıtlar karşısında, Shoa’yı halen inkâr edenlerin bulunması ise, aynı şekilde inanılması güç bir fenomendir. Aynen, katıksız anti semitizmin günümüzde en basitinden bir çeşit cahil geri zekâlılık olarak tanımlanacağı gibi...

Auschwitz’in kurtarılışından beş yıl önce, her ikisi Rus asıllı olan yazar Aaron Zeitlin ve besteci Shlomo Secunda, New York Second Avenue tiyatrolarında büyük bir başarı elde edecek olan Yiddiş operet Esterke için “Dona Dona” isimli şarkıyı yaratmışlardı... Eski bir Yiddiş halk ezgisinden de esinlendiği söylenen bu şarkı, 1960’da Joan Baez’den başlayarak, Claude François üzerinden Güney Koreli Sumi Jo’ya kadar sayısız yorumcular tarafınca miyonlarca kez satılan ve konserlerde halen binlerce kişiyi duygulandıran bir dünya hit’i olmuştur. Bu yorumlar arasında aslına en yakın olanlarından biri, İsrailli şarkıcı Einat Betzalel’in özgün Yiddiş dilinde kaydettiği şu örnektir:

Bu köşeye sıkıştırılacak yerimiz olmayan, ancak www.wikiwand.com/en/Dona,_Dona#/Lyrics link’inden kolayca indirebilen şarkının günümüze uyarlanmış metni, bir çiftçinin atlı arabasında mezbahaya götürdüğü acınası bir danadan söz eder. Yukarılarda ise bir kırlangıç keyifle uçuşuyor... Rüzgâra gelince, o da sürekli olarak gün boyunca, gece yarılarına kadar kahkalarla gülüyor. Sessizce ağlayan dana, rüzgâra kendisinin niye uçamadığını ve ona neden güldüğünü sorunca, yanıt çiftçiden geliyor: “Sızlanmayı kes! Sana kim dana ol demişti? Niye kırlangıç gibi kanatların yok ki, gururla havalarda uçarak hür olabilesin?” Danalar, hiç öğrenemeyecekleri bir nedenle kolayca bağlanıp kesilmeye mahkûmdur... Sadece kanatları olabilenler ise uçabilecek, kölelikten kurtulabilecektir...

Basit bir masalı uyandıran bu şarkı, aslında bir mesel gibidir ve bugüne dek değişik yorumlarla incelenmiştir. Bunlardan biri, danayı insan bedenine benzetiyor, tüm arzuları ve tutkularıyla... Ne var ki insan, çok geçmeden bu tutku dürtülerinin bir çeşit kölesi oluveriyor. İşte, bağlı olarak mezbahaya götürülen dana da, ölüme teslim olan insanın bir simgesidir, yol aldığı öbür dünyaya karşı duyduğu korkularıyla... Yukarılarda uçan kırlangıç ise insanın ruhunu simgeliyor: Dünyanın maddi tutkularına makhûm olmaması bir yana, ilahi evrene ulaşmış ve her hangi bir korkusu kalmamıştır. Rüzgâr ise, dünyadaki tüm canlılara karşı, onlarla alay edercesine kayıtsız kalan doğadır...

Dini yorumlar bir adım daha ileriye de gidiyor. Şöyle ki, çiftçi burada bir צדיק (tzaddik) olarak görülmektedir ve insanoğlunu azarlıyormuş gibi, ona şöyle yöneliyor: “Sana kim dana ol demiş ki? Niye kendini salt bedeninle özdeşleştiriyorsun? Öyle davrandığında, tutkularının uğruna adeta bir dana gibi mezbahaya götürülmeye lâyıksın! Niye kanatlanamıyorsun? Ruhunla yaşa ve maddi sınırlarını aşarak tanrısal evrene ulaşmaya çalış...”

(dini yorumun diğer ayrıntılarını merak edenler için: http://www.jewishmag.co.il/144mag/dona_dona/dona_dona.htm )

Bana kalırsa, bu şarkı sözlerinin bunca şairane ve derin bir simgeselliği yoktur – hele Joan Baez ve takipçilerinin, neredeyse “Bella ciao” gibi devrimci şarkılara kadar varacak bir anlamı da bulunmuyor. Gerek Shlomo Secunda, gerekse özellikle metin yazarı Aaron Zeitlin, 1939’den başlamak üzere Nazilerin işgal ettikleri tüm ülkelere yayılan Yahudi kıyımını anlatıyordular, “Dos Kelbl” başlıklı şarkılarında... Haykırışları, hiç itiraz etmeden, baş kaldırmadan ölüme götürülen Yahudi halkına yönelikti – ve olası bir dayanışma ile karşı çıkmalarına bir çağrıda bulunuyormuş gibiydiler, kitleleri de bu şarkılarıyla etkilemek istiyordular sanki... Ne var ki, seslerini ne bizzat Yahudilerde, ne ABD’de ne de başka bir yerde duyurabildiler – desteksiz bir halkın böylesine gaddar ve sistematik bir şekilde katledilmesine tanık olabildiler ancak...

Bu şarkının bestelenmesinden 8 yıl, ölüm kamplarının tarihe karışmasından 3 yıl geçti; bu halkın kaderlerinin bir daha asla bu biçimde çizilemeyeceğini güvence altına alan bir Yahudi devleti kuruldu! Ve Auschwitz’in kurtuluşunun 75. yıldönümümde İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu –kendisini beğenin veya beğenmeyin– ירושלים’de bir araya gelmiş elliye yakın devlet başkanı, prens ve krallara şu sözler ile yöneldi: “Bugün bir sesimiz var, bir toprağımız var ve bir kalkanımız var. – Bugün sesimiz Beyaz Saray'da ve Kremlin'de, Birleşmiş Milletler ve Amerikan Kongresi'nde, Londra, Paris ve Berlin'de ve burada temsil ettiğiniz dünyanın sayısız başkentinde duyuluyor. – Bugün bir toprağımız var; yeniden yarattığımız, halkımızın sürgünlerini içine gömdüğü, gelişmiş ve güçlü bir devlet olarak inşa ettiğimiz eski vatanımız... – Ve bugün bir kalkanımız var ki, o da nasıl da bir kalkan! Silahlarımızın gücü, askerlerimizin cesareti ve halkımızın ruhu, bizi yok etmeye çalışanlara karşı daima üstün çıkmıştır. Elimiz tüm komşularımıza barış içinde uzatılmış bulunuyor ve onların arasında giderek artan sayıda ülke onu umutla, uzlaşma köprüleri inşa etmek için tutmaya çalışıyor.”

*****

Bu yazı, ilki 9 Ocak 2019 tarihli köşemde yayımlanmış olan (https://www.turkisrael.org.il/single-post/2019/01/08/G%C3%B6kku%C5%9Fa%C4%9F%C4%B1n%C4%B1n-%C3%B6tesinde ) “Gökkuşağının ötesinde”nin ardından, שואה (şoa) şarkıları” dizisinin ikincisidir.

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page