Varoluşçuluk felsefesinin kurucusu Fransız filozof Jean-Paul Sartre, Paris’in Alman işgalinden serbest bırakılmasından kısa bir süre sonra, 1944 yılında kaleme aldığı ve 1946 yılında yayımlanan “Réflexions sur la Question Juive” (*) adlı bir denemesinde antisemitizmi şöyle tanımlar:
“ Bir kişi, yaşadığı ülkenin mutsuzluğundan, ya da kendi kişisel talihsizliklerinden Yahudileri sorumlu tutar, bu kötülükleri ortadan kaldırmak için Yahudilerin bazı haklarını kısmak, onları kimi ekonomik veya sosyal görevlerin dışında bırakmak; ülkeden kovmak ya da tamamıyla yok etmek gerektiği düşüncesini savunursa, o kişinin antisemit görüşler beslediği söylenir. Antisemit der ki; Yahudi Yahudi olduğu için kötüdür.”
Yine ünlü filozof aynı makalesinde şu tarihsel saptamada bulunur: “Yahudiler dur durak nedir bilmezler. Ne yerlerinden emindirler, ne hallerinden… Çalışma yerleri, kazançları, hatta yaşam hakları sürekli tehdit altındadır. Yahudi tarihi iki bin yıllık bir işkence ve alçalış yolu, sonu gelmez bir yanlış yoldur. O yanlış yolda, her duraklamadan sonra Yahudi yine değneğine sarılmak zorundadır”.
Sartre’ın bu görüşleri kaleme almasından bu yana yetmiş yıldan fazla bir zaman geçti. Peki, durum değişti mi? Kimi Batı ülkelerinde neo-faşist akımlar açıkça Mussolini veya Hitler’e övgüler döşeyip Yahudilere karşı nefretlerini gizlemek gereksinimini dahi duymazlarken İsrael aleyhtarlığı, anti-Siyonizm kisvesi altında antisemitizmin yeni bir yüzü olarak karşımıza çıkıyor. Bir ülkede ekonomik çalkantı mı var, dolar mı yükseliyor bu Yahudi oyunudur. Karşı gösteriler mi düzenleniyor, bunun da arkasında Yahudi Soros vardır. Örnekleri sonsuza dek çoğaltmak mümkün…
Sartre’ın bu satırları kaleme aldığı 1944 yılından bu yana gerçekleşen en önemli değişiklik pek çok ülkenin gıpta ile baktığı her alanda güçlü bir İsrael devletinin varlığının ortaya çıkmasıdır. Ne var ki, bir kısım Yahudiler kendi ülkelerinde özgürce yaşarken, maalesef kimi coğrafyada hala “değneğine sarılıp” yeni bir sığınak arayanlar mevcut...
1985 yılında, İsrael’e aliya yaptıktan beş yıl sonra bir inceleme yazımda, Yahudilik nedir sorusunu yöneltmiş ve Diaspora Yahudiliği ile İsrael’de yaşayan Yahudiler arasında önemli farklılıklar bulunduğuna dikkati çekmiştim. Aynen aktarıyorum:
“Diasporadaki Yahudi daha homojen bir niteliğe sahip olmasına rağmen İsrael’deki Yahudi, ilk gözlemde, birçok dünya ülkelerinden gelme, tek ortak yanları dini birlikleri olan, fakat zamanla dini birliklerini milli bir birliğe dönüştürebilmiş, ancak yine de büyük oranda kendi kültürlerini muhafaza eden topluluklardan oluşmuştur.”
Yine o yıllarda Damdaki Kemancı oyununu ilk kez sahneye koyan tiyatro oyuncusu Shmuel Rodensky adına televizyonda düzenlenen bir törende birçok konuk sanatçı ve belediye başkanının Yidişçe konuşma yapmaları Sefarad asıllı şarkıcı Yehoram Gaon’un tepkisine neden olmuş ve o konuşmasını Ladino dilinde yapmıştı. Günümüzde benzer bir programda konuşmaların İbranice dışında yapılması düşünülemez bile…
1985 yılında İsrel’in nüfusu 3.6 milyon idi, 35 yıl içinde bu sayı 9 milyonu aştı. Sabraların oranı nüfusun yüzde 75’ini oluşturuyor. Geçmişte aliya yapmış ailelerin iki veya üçüncü kuşak çocuklarına sorduğunuzda ben Yemenli, Iraklı, Türkiyeli veya Yunanlıyım demeyecektir. Bugün Yahudi kimliğinin ötesinde, hatta öncelikli olarak bir İsraelli kimliği oluşmuştur. Ve İsraelli bu kimliği ile gurur duymaktadır…
(*) Yazı “Yahudilik Sorunu” adı altında Türkçeye çevrilerek kitaplaştırılmış ancak mevcudu tükenmiştir.