Olur da günün birinde…
top of page

Olur da günün birinde…


Gün geçmiyor ki, İstanbul’dan şikâyet etmeyeyim, trafiğinden, kalabalığından, hava kirliliğinden, gürültüsünden yakınmayayım. Gün geçmiyor ki, “Yeter artık, bu şehirde yaşanmaz, alıp başımı gideceğim uzaklara,” demeyeyim. Yine gün geçmiyor ki, uzak diyarlara taşınma hayalleri kurmayayım ve başka bir ülkede yaşasaydım daha mı mutlu olurdum acaba, diye aklımdan geçirmeyeyim. Sonra oturup düşünüyorum, günün birinde farklı bir ülkeye taşındığımda, İstanbul’un en çok neyini özlerim diye ve bütün bunlar geliyor aklıma bir bir…

Boğaz manzarasını özlerdim. Özellikle Pazar sabahları yürüyüşe gittiğimde Bebek sahili boyunca göz alabildiğine önüme serilen o engin maviliği. İki köprünün yarattığı o görsel şöleni. Gezinti teknelerinin, motor yatların, feribotların ve yolcu gemilerinin yarattığı kaosu. O nostaljik iskele binalarını ve karşılarındaki dizi dizi balık lokantalarını.

Balık lokantası demişken, rakı balık keyfini özlerdim. Bombeli vitrinden bizzat seçilen o günlük mezeleri. Gerçi son dönemde hepsi birbirinin aynı oldu ama, ne fark eder ki? Beyazpeyniri ve kavunu, o taptaze patlıcan salatasını özlerdim. Sayıları ve çeşitleri çocukluğuma kıyasla yarı yarıya azalmış olsa da her mevsime ait farklı renk ve lezzetteki balıkları özlerdim. Roka salatasının yanına konulan (her ne kadar yemesem de) kırmızı soğanı.

Bir de tabii lokantalarda çalan şarkıları. 1980’lerin ve 1990’ların o unutulmaz Türkçe müziklerini, hani bütün sözlerini ezbere bildiğiniz, aklınızdan asla silinmeyecek olan o melodileri. Ajda Pekkan’ın, Nilüfer’in, Erol Evgin’in kulaklarımızda titreşen sesini. Daha farklı konseptteki lokantalarda çalan canlı fasılları. Herkesin ellerini kollarını sallayarak, yanlarındakilerin omzuna hafifçe vurup, yüzlerinde hafif bir tebessümle şarkılara katılmasını…

Her mevsim farklı bir renk cümbüşü oluşturan açık pazarlardaki taze sebze ve meyvelerin kokusunu özlerdim. Dedemin anlattığı komik bir anekdot vardı: Patlıcan mevsiminde, bir kadın kocasına, “Kocacığım bir türlü ne pişireceğimi bulamadım, hadi gel bu akşam da dışarıda yiyelim,” derse eğer, o kocanın karısını kayıtsız şartsız boşamaya hakkı varmış. Çünkü patlıcandan bilmem kaç yüz tane yemek çeşidi yapılabilirmiş. Şaka bir yana, bence dünyanın çok az yerinde İstanbul’daki kadar farklı çeşitte sebze ve meyve bulunur. Ve sadece görsellikleri değil, lezzetleriyle de eşsizdirler.

Yaz akşamları Karaköy, Galata ve Eminönü’nden yükselen o eski İstanbul panoramasını özlerdim. Galata kulesini, ışıklandırılmış camilerin ve Topkapı Sarayının o eşsiz manzarasını. Taksim’den Kabataş’a inerken bütün heybetiyle yücelen Dolmabahçe Sarayının duruşunu özlerdim.

Ve esas önemlisi, Türk insanının dostluğunu ve yardımseverliğini özlerdim. Size bir adres tarif etmek için kendini paralamasını. Gecenin bir saatinde evde yağınız bittiğinde, kapısını çaldığınız komşunun yüzündeki kabullenişi. Arabanız yolda kaldığında, lastiğiniz patladığında, kendi işini yarım bırakıp arabanızı itmeye gelen insanların şevkini.

Demem o ki, olur da günün birinde başka bir ülkeye taşınacak olursam ben İstanbul’dan gitmiş olurum, ama bunca senelik acı, tatlı anılarıyla İstanbul benden asla gitmez, her daim yüreğimin bir köşesinde yer etmeyi sürdürür.

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page