top of page

Vurun Doğa’ya…


BirGün gazetesi yazarı Selin Sayek Böke’den alıntı yaparak başlayacağım…

“Türkiye’nin en temiz, dünyanın beşinci en temiz gölü olduğu söyleniyor. Salda Gölü’nün suyu da, çevresinde yetişen endemik özellikteki bitkileri de bu ekolojik yapıyı koruma altına alınmayı gerektirecek kadar özelmiş. Bir başka deyişle SİT alanı olması gereken bir bölge… Oysa Salda Gölü şok bir kararla ihaleye çıkartıldı. Sırf bu da değil, Türkiye’nin farklı farklı köşelerinde ağaçlar kesiliyor ya da yakılıyor. Son olarak Çanakkale’nin tek içme ve kullanma suyu kaynağı olan Atikhisar Barajı havzasındaki siyanürlü altın madeni için 195 binden fazla ağaç katledildi. Salda Gölü’nden Kazdağları’na ağır bir yaşam katliamı süregeliyor.”

Nedir doğa ile alıp veremediğimiz? Neden bu kadar zarar vermeye çalışıyoruz kendi habitatımıza? Niye ona karşı sürekli bir zafer kazanmanın, bir üstünlük taslamanın peşindeyiz? Nasıl oluyor da insanlar doğa üzerinde kendilerini bu kadar hâkim ve sahip görebiliyorlar? Oysaki ona “doğa ana” diyoruz, ama bir yandan da bu zararı kendi ellerimizle yapıyoruz! Doğaya ihanet edilmeyeceğinin, yaptığımız bütün kötülüklerin eninde sonunda kendi zararımıza olduğunun farkında değil miyiz?

Gün geçmiyor ki, doğaya verilen zararlarla ilgili bir haber okumayalım ve gün geçmiyor ki bu haberler yüreğimizi burkmasın. Benim zayıf noktam ağaçlar, yanan / kesilen orman dendi mi, akan sular durur. Sanırım bu konudaki travmamı, 2003 yılında, doğma büyüme yazlığımız olan Burgazada’nın tepesindeki çöplük alanda çıkan ve rüzgârın etkisiyle yayılan yangın tetikledi. Burgazada’nın asırlık çamları alevler içinde kaldı, yangın evlerin bulunduğu yerleşim birimini de tehdit etti. Helikopter bulunamayınca alevler saatlerce devam etti ve ancak 8 saat sonra kontrol altına alınabildi. Sonunda söndürüldü, ancak yaklaşık 40 hektarlık alan ile 11 ev yandı.

Biliyorsunuz yangın, yıllarca adım adım büyüyen dalları birkaç saniyede kül etmekle kalmıyor. Bu acıya sincapların çaresizliği, kaplumbağaların çırpınışları, kuşların çığlıkları da ekleniyor. Yanan ağaçların sesi aslında insanın gözlerini yaşartan, ciğerini sızlatan; dumanı değil…

İşte bu yüzden, Etiyopya’da organize edilen ağaç dikme günüyle ilgili haber bana umut ışığı oldu. Bilmeyenler için: Kuraklık tehlikesi altındaki Etiyopya, ulusal #YeşilMiras hareketi çerçevesinde yaz boyunca ülke çapına 4 milyar ağaç dikmeyi hedeflemiş. Ülkede geçtiğimiz hafta, bir günde tam 350 milyon ağaç dikilerek dünya rekoru kırıldı. Etiyopya’daki ağaç dikme hareketine başbakan ve devlet yetkilileri de katıldı. Ülkenin başbakanı Abiy Ahmet Ali, ilk fidanı dikerek harekete önderlik yaptı. Ve hatta, kamu personelinin ve öğrencilerin katılabilmesi için devlet daireleri ve bazı okullar gün boyunca kapatıldı.

Demem o ki, devlet tarafından desteklenen bir girişimle her vatandaşın en az 40 fide dikmesi teşvik edilebiliyorsa eğer, bu sadece Etiyopya ile sınırlı kalmamalı. Türkiye’de (ve her ülkede) hiç vakit kaybedilmeden bir günün "Ağaç Dikme Bayramı" olarak ilan edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page