Eski dostlar, eski dostluklar…
top of page

Eski dostlar, eski dostluklar…


Yaklaşık 12 sene kadar önce, bir arkadaşımızın ilk adımı atmasıyla ilkokul arkadaşlarımızla (Facebook sağ olsun) yeniden bir araya gelmeye ve hep birlikte davetler, toplantılar organize etmeye başladık. Elbette ki bazılarımız ortaokul ve liseyi de birlikte okumuştu, ancak içimizden pek çoğumuz birbirini 20 yılı aşkın süredir görmüyordu. O yüzden ilk buluşmamıza giderken içimde tuhaf bir huzursuzluk vardı. Acaba bu insanlarla ortak bir noktam olacak mıydı, onlarla hâlâ anlaşabilecek miydim? Ya olgun hallerimizden hoşlanmazsak? Ya hepsi çocukluk arkadaşlığından ibarettiyse?

Oldukça kalabalık olan mekâna adım atar atmaz, bir anda yıllar geriye sardı. Hepsini çocukluk halleriyle, gri etekleri ya da kırmızı papyonlarıyla hatırlıyordum, resimleri tek tek gözümün önüne geliyordu. Hatta çoğunun numaralarını bile ezbere biliyordum. Anlatılır gibi bir duygu değildi. Sanki zaman hiç geçmemiş gibiydi. Sonra şakalaşmalar başladı, eski anılar depreşti. Güldük, kahkahalar attık, kimi zaman gözlerimiz doldu. Akıp geçen yılları telafi etme çabası içinde, hiç durmadan birbirimize sorular sorduk. Ve bir anda aklıma dostlukla ilgili eski Japon kültürüne ait okumuş olduğum güzel bir hikâye geldi.

Eski Japon kültürüne göre parıldayan her şey değersiz ve bayağı kabul edilirdi. Yeni bir fincan veya vazo, ürküntü verirdi. Çünkü parlayan bir nesne yenidir ve yeni olduğundan henüz kullanımının ona kazandırdığı soylulukla değer kazanmamıştır. Eskimiş, pek çok kez çay içmekten ötürü kararmış bir fincan, bizimle yaşamış, sabrımızı ve özenimizi aktardığımız bir eşyadır ve zamanla hem huyumuzu, hem duygularımızı yüklenmiş ve bize hizmet ederek bunun karşılığını vermiştir. Uzun süreli bir dostluk da zamanın kararttığı bir fincanınkiyle eşdeğerde izler taşır.

Gündelik eşyalarda da, arkadaşlıklarda olduğu gibi çatlaklar ve gölgeler bulunur. Bir fincanı fırlatıp atmamak ve bir arkadaşı yaşantından uzaklaştırmamak için sabır ve sadakat gibi son derece önemli ama artık pek sık rastlanmayan iki duyguya gereksinme vardır. Sabır, yüklendiği rol gereği bir tuğlaya, sadakat ise bir köke benzer. Sabır acelenin, sadakat ise tüketimin panzehiridir. Bu iki duyguyu fiziksel bir imge olarak düşünürsek, dostluk tuğlalarla örülür, kökler sayesinde gelişir.

Düşününce de, gerçek dostluğu arkadaşlıktan ayıran şeyi ne olduğunu anladım: zamandan bağımsız oluşu! Bazen dostunuzla aranıza yıllar ya da mesafeler girer. Ancak tıpkı yıllar gibi, yollar da engel olamaz size. Her derdinizde, her sevincinizde, her sıkıntınızda ona ulaşmak için telefonunuza sarılırsınız. Saatlerce sohbet edersiniz. Kavuştuğunuzda öyle bir kucaklaşırsınız ki, sanki o anda zaman durur. Ve kaldığınız yerden devam edersiniz, sanki hiç ayrılmamışçasına.

Demem o ki, eğer hayatınızda izini kaybettiğiniz eski dostlarınız (özellikle çocukluk arkadaşlarınız) varsa, hiç vakit kaybetmeden onlarla iletişime geçmeye çalışın. Bizler öyle yaptık ve tam 12 senedir ayrılmaz, sımsıkı bir çember oluşturduk. Darısı tüm isteyenlerin başına…

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page