Komünizmin çöküşü… tam 30 yıl geçmiş aradan
top of page

Komünizmin çöküşü… tam 30 yıl geçmiş aradan


1989 yılının Haziran ayının dördü çoğu kişilerce komünizmin çöküşünün başlangıcı sayılır. Bu tarihte Polonya’da ikinci dünya harbinden sonra yapılan ilk serbest seçimlerde iktidardaki komünist partisine yıllarca muhalefet eden halk hareketi ‘’Solidarity/ Dayanışma’, seçimi ezici bir çoğunlukla kazandı. Ve bunu takip eden aylarda Doğu Avrupa’daki komünist rejimler domino taşları gibi birbiri ardına düşerek tarihe karıştılar.

Kapitalist sistemin komünizme galebe çalması uzun yıllar aldı ve kendiliğinden, böyle bir günde olmadı tabii ki.

Sovyet sisteminin son güçlü lideri Brejnev 1982 yılında 76 yaşındayken hayatını kaybetti. Yerine geçen Andropov zaten hastaydı. Bir buçuk yıl sonra 70 yaşında öldü. Yerine geçen silik yönetici Çernenko da 1.5 yıl iktidarda kalabildi. Zira o da 74 yaşında ve iktidarının baharında hayatını kaybetti. Devamlı cenazelere gitmekten parti işlerine ayıracak vakit bulamayan Sovyet yöneticiler bu sefer genç bir lider seçmeye karar verdiler ve Mihail Gorbaçev 53 yaşında çökmekte olan bu imparatorluğun başına getirildi. Yıl 1985.

Bu sırada Brejnev döneminde daha da barizleşen rejimin çöküntü sinyalleri Gorbaçev’in başını çektiği bir grup partili tarafından mercek altına alındı. Ekonomi çöküyordu, Batılı teknoloji ve sermayeye gereksinim vardı. Rus ordusu, KGB ve uydu devletlerin desteklenme gereksinimleri artık Sovyet ekonomisinin kaldıramayacağı boyutlara ulaşmıştı.

İlk reform sinyalleri 1986 yılında gelmeye başladı. Gorbaçev glasnost, (açıklık) ve perestroika, (ekonominin yeniden yapılanması) politikalarını devreye soktu ve Doğu Avrupada’ki uydu devletlerden de aynısını talep etti. İsteklerine uyanlar da oldu, (Polonya, Macaristan), uymayanlar da, (Doğu Almanya, Bulgaristan, Romanya ve Çekoslovakya).

Ancak Gorbaçev glasnost ve perestroika uygulamalarıyla tarihin akışını değiştiren bir Başkan olarak 20nci yüzyılın liderleri arasındaki tarihi yerini aldı.

1989 yılının Haziran ayına yaklaşırken Polonya’daki ekonomik durum son derece kötüydü, halk eziliyor ve grevler birbiri ardına patlıyordu. İktidardaki komünist parti yöneticileri geçmişte de olduğu gibi büyük ağabeyleri Rus komünist partisinin yardımını istediler. Gorbaçev, alışılmışın dışında, ‘’kendi problemlerinizi bizsiz, kendi olanaklarınızla çözün, istediğiniz rejimi seçmekte de serbestsiniz; biz müdahale etmeyeceğiz’’ yönünde bir cevap verince Polonya’da serbest seçimlere gidildi.

Ve komünist, tek parti, tek lider idaresinden fazlasıyla bıkan millet sandıkta sözünü söyledi. (Komünist parti seçimlerde bozguna uğradı.) Tabii oy kullananlardan hiçbiri bu söylenen sözün komünizmin de son sözü olacağını bilmeden.

Haziran 1989 Polonya seçimlerinden hemen sonra Doğu Avrupa’nın değişik ülkelerindeki halk direniş hareketleri sonuçta Macaristan, Doğu Almanya, Bulgaristan, Çekoslovakya ve Romanya’da komünist yönetimin iktidarına son verdi. Romanya dışında, (ki bu ülkede komünist lider Çavuşesku ve eşi ölüme mahkum edildiler. Karar infaz edildi.) Hiçbir Avrupa ülkesinde kan dökülmedi bu radikal değişiklikler gerçekleştirilirken. Bu arada aynı yılın Nisan- Haziran ayları arasında Çinin Tiananmen Meydanındaki şiddet kullanarak bastırılan olaylar ise Çin’de değişikliği yaratamadıysa da yerküremizdeki akisleri çok etkili oldu. Kamboçya, (1991), Etiyopya(1990), Moğolistan, (1990), ve Güney Yemen, (1990), komünizmi terk eden ülkeler listesinde yerlerini aldılar.

Aynı yılın Kasım ayında düşen Berlin Duvarı daha sonra,1990 senesinde, iki Almanya’nın birleşmesinin başlangıç noktası oldu.

Avrupa kıtasının kapalı kutusu Arnavutluk bile bu değişikliklerden nasibini aldı.

Sovyetler Birliği ise 1991 yılının doğum günümde varlığına son verdi. Komünist Partisi kanun dışı ilan edildi. Ancak o zaman ülkenin başında artık Gorbaçev değil, Yeltsin vardı.

1945 yılındaki Yalta Antlaşmasında Stalin, Roosevelt ve Churchill’in belirlediği ve Avrupa’yı paylaşan iki ‘’Güç Bloku’’ tarihe karıştı. Komünizm kapitalizme yenilmişti. Avrupa’nın politik haritası radikal bir değişikliğe uğradı. Geçmişte Doğu Avrupa blokuna bağlı olan çok sayıda ülke, Nato’ya ve Avrupa Birliğine katılma kararı aldılar. Dolayısıyla Batı Avrupa ülkeleri ve ABD ile olan bağlar güçlendi.

Olaylar zamanla Ermenistan, Azerbeycan, Belarus, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, Moldovya, Tacikistan, Türkmenistan, Ukrayna ve Özbekistan’ın bağımsızlıklarını ilan etmelerine yol açtı. 1991 yılının Eylül ayında Baltık Cumhuriyetleri, Estonya, Litvanya ve Latvia bağımsızlıklarını kazandı. 1992 yılındaysa Yugoslavya parçalandı ve bu parçalanmadan Bosna Hersek, Hırvatistan, Slovenya, Sırbistan ve Montenegro doğdu. Çekoslovakya, (Yugoslavya’daki çok kanlı parçalanmanın aksine) barışçı bir şekilde Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ikiye ayrıldı.

Geçen 30 yıllık sürede bu ülkelerin çoğunda hayat seviyesi büyük çapta yükseldi. Yerküremizde komünist sistemde ısrarcı sadece iki ülke kaldı. Küba ve Kuzey Kore… Küba’nın da yeni bir yol haritasına doğru ilerleyeceğini tahmin etmek zor değil.

Sovyet sisteminin çöküşünden en fazla yarar gören ülkelerden biri de biziz, İsrael. Halen Rusya’yla ilişkilerimiz oldukça olumlu gelişmeler gösteriyor. İki hükümet arasında çok sağlıklı bir diyalog ortamı var. Ama kazancımız sadece ekonomik, diplomatik ve stratejik alanlarda değil. 1988 yılında zamanın Sovyet lideri, (ve bence 20nci yüzyıla en önemli damgayı vurmuş kişilerinden) Gorbaçev, ülkesinin kapılarını gitmek isteyen Yahudilere açtı.

Artık isteyen Rus Yahudisi serbestçe istediği ülkeye gidebilirdi.

İsraeli seçenlerin sayısı bir milyonu aştı. Ülkemiz bu göçmenleri çok başarılı bir şekilde bünyesine kabul etmeyi bilebildi. Göçmenlerin memleketimize pek çok alanda büyük faydaları oldu. Bunlardan biri de bugüne kadar ülkemize 450 milyar doların üstünde bir rakkam sağlamış olan hi-teck sanayiine, bu yüksek eğitimli zümrenin vermiş olduğu katkı. Bilmem onlarsız bu başarılara imza atabilir miydik?

Siz ne dersiniz?

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page