Bir Belgesel İzledim…
top of page

Bir Belgesel İzledim…


Hani derler ya, “Bir kitap okudum, hayatım değişti,” diye; ben de bir belgesel izledim, düşünce tarzım değişti. Aslında bu, tek bir film ya da kitap ya da belgeselle olacak iş değil tabii, ama zaten bir değişim süreci içindeyseniz (ve asıl önemlisi değişmek istiyorsanız) seyrettiğiniz ya da okuduğunuz her şey sizi hedefinize bir adım daha yaklaştırır, düşünce tarzınızı bir milim daha dönüştürür.

Televizyonda izleyecek bir şey bulamadığım, sıkıcı kış akşamlarından birinde karşıma Netflix’te yayınlanan, HEAL (Türkçeye Şifa diye çevrilmiş) adlı bir belgesel çıktı. Heal’de anlatılan şey, pozitif düşüncelerin sağlığa olumlu etkileri ve negatif düşüncelerin insanın bağışıklık sistemini nasıl çökertip mahvettiği. Özetle, duygusal blokajlar fiziksel blokajlara sebep olabiliyor. Yani istediğin kadar sağlıklı beslen, istediğin kadar spor yap, eğer bilinçaltında çözmeyi başaramadığın travmaların varsa, hastalanmamana imkân yok. Daha da kötüsü bu travmaları çözümlemeden, hastalıklarından iyileşmen söz konusu bile değil.

Günümüzde modern tıpla etkisi “azaltılamayacak” hastalık kalmamış olsa da, insanı esas iyileştiren, içimizdeki inanç, yani bu noktada beyin gücünün önemi yadsınamayacak kadar fazla. İnanç derken, bir dini inançtan söz edilmiyor: iyileşmeye inanmak ve inancın biyolojimizi değiştireceğinin farkında olmak esas mesele. Unutmamamız gereken şey, düşüncelerimizin vücudumuzda kimyasal ve biyolojik değişimlere sebep olduğu – bu kanıtlanmış bir gerçek. Bu değişim inançla pekişiyor, ancak maalesef strese yenik düşüyor. Yani “strestendir!” diyorlar ya pek çok hastalığın sebebi için, gerçek payı büyük.

İlaç demişken, belgeselde “plasebo” konusuna da değiniliyor. Yani denek grupları arasında gerçek ilacı değil de plaseboyu (yani tedaviye yönelik bir gücü olmayan ilacı) alanlar, kimi zaman gerçek ilacı alanlardan daha önce iyileşiyor. Çünkü bu insanlara, ilacın hastalığa ne gibi etkileri olacağı önceden anlatılıyor ve vücut sırf beyin gücüyle, bu iyileştirici etkileri kendi kendine yaratıyor. Bu da aklımızdaki şu düşünceyi pekiştiriyor: Eğer plasebolar olumlu düşünceler sayesinde insanı iyileştirebiliyorsa, negatif düşünceler de bizi strese sokup hasta edebilir.

Çevremize olan algımızı, bir başka deyişle düşünce yapımızı değiştirirsek (çok kolay değil, bunun farkındayım) genetik yapımızın kurbanı değil, genetik etkinliğimizin efendisi haline gelebiliriz. Bunun için de, az önce belirttiğim gibi, çocukluktan ya da gençlikten kalan, çözülemeyen travmaları iyileştirmeye çalışmalı ve bilinçaltımızda bizi kısıtlayan duyguların farkına varmalıyız. Anlayacağınız, iyileşmek istiyorsak önce içimizdeki çocuğu iyileştirmeliyiz.

Belgeselin önemle değindiği bir konu da meditasyon. Meditasyon zihni rahatlatmak için son derece önemli, çünkü beynimiz ve bilinçaltımız hiç durmadan bizi eski travmaların tuzağına düşürmeye çalışırken, onu bir süreliğine rölantiye almamız gerekiyor. Beynimizi susturmak çok kolay bir şey değil, ama istedikten sonra başarabiliriz. Ve bu da meditasyon ile mümkün.

Demem o ki, neye inanacağımızı kendimiz seçeriz. Korkuların gölgesinde ve stresinde yaşamadan iyileşmeye inanmak başlangıç noktamız olsun.

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page