Azınlık var – “azınlık” var...
top of page

Azınlık var – “azınlık” var...


Azınlık tanımı ülkeden ülkeye değişik değer yargılarıyla ölçülüyorsa da, çoğu yerde içinde olumsuz yorumlar barındırır... O kadar ki, yıllar önce Ladino/Türkçe/Almanca dillerini içeren bir Sefarad Şiirleri Antolojisini çıkardığımız Avusturyalı ressam/yazar/yayımcı dostum Gerald Nitsche, “minör” sıfatına göz kırpan “Minderheiten” (=“Minorites”) sözcüğünü kendince “Wenigerheiten” olarak (“wenig”=“az”-ınlık) lanse etme zorunluluğunu hissetmiş!

Türkiye Cumhuriyeti, uluslararası varlığının temelini oluşturan 1923 Lozan Anlaşması ile salt “gayrı müslim” vatandaşlarını azınlık olarak tanıyarak, o dönemin nüfus yoğunluğu sırasıyla Rumlar, Ermeniler ve Yahudilere topluca özel, daha çok korumacı haklar sağlamıştı. Ne var ki, bu olumlu görünümdeki ayrıcalıklara rağmen, özellikle Yahudilere karşı yönelik pogromlarıyla 1934 Trakya/Çanakkale Olayları ve her üç azınlığa uygulanan 1942 Varlık Vergisi ile 1955 yılının 5/6 Eylül devlet güdümlü halk hareketleri, sadece ayrımcı değil, kuşkusuz ırkçı eylemler ve birer kara leke olarak tarihe geçmiştir... (Rusça kökenli “po-grom” sözcüğü, “yıkmak”, “vahşice yok etmek” anlamlarını taşıdığından, 5-6 Eylül olayları için de kolaylıkla kullanılabilir)

Tüm bu veya benzeri olaylar sayesinde, o günden bu yana sayıları büyük oranda azalmış olan Türkiye’deki azınlıkların kendilerini pek rahat hissetmediklerini burada iddia etmek istemiyorum – ancak Trakya olaylarından neredeyse 70 yıl sonra bir cinayete kurban giden Üzeyir Garih hakkında, kendisi gibi ülkenin önder iş adamlarından Sakıp Sabancı’nın TV kameraları karşısında dile getirdiği şu yorumunu da anımsatmadan edemem:

“Üzeyir, Musevi kökenli olmasına rağmen, Türkiye’ye büyük hizmetleri dokunmuş bir arkadaşımızdı.” (H.Şahin; Radikal Gazetesi 31.08.2001)

Gelgelelim, aynı halk topluluğun başka bir ülkedeki “azınlık” statüsüne... İsrail’e aliya yapmış Türk Yahudileri, diğer tüm ole hadaş’lar gibi aslında birer azınlık kümesini oluşturur. Dahası – neredeyse tümü, yerleşmiş oldukları ülkenin yerel dilini –bırakın bir yabancı şivesiyle– ülkede bulundukları ilk dönemlerde hiç bilmezler! Bu olgunun, ulpan gibi “can yeleklerinin” ilk kez ortaya çıktığı 1949’dan beri değil, “ilk aliya” olarak bilinen 1882’ye kadar uzanan bir geçmişi vardır... İbranice’nin zorluğu karşısında, 1930-40 yılları arasına görülmüş “beşinci aliya” döneminde gelen Alman Yahudileri ise, kendilerine has “Yekkish” dil karışımını bile yaratmış oldukları biliniyor. (bu ilginç konu hakkında ayrıntı için https://www.haaretz.com/take-a-biss-of-this-book-1.5157905 )

Şurası kesindir ki, içinde bulunduğumuz dönemdeki yaşamın pahalılığı, karşılaşılan oldukça girift bürokrasi, keza yeni yerleşilmiş bir ülkede çekilen fiziksel ve sosyal yabancılık gibi öğelerin yanında dil sorunu en önemlisidir. Sokak levhalarının İngilizce olarak da olması bir yana, örneğin sigorta poliçeleri gibi evrakların, keza resmi makamların mektupları yanı sıra, ole hadaş’ların cep telefonlarına gelen SMS veya WhatsApp’ların da salt İbranice olması, günlük hayatı oldukça zorlaştırıyor. Bundan öte, geldiği ülkede az-çok mürekkep yalamış (ve de kullanmış) bir kişinin, İsrail’de aynı entelektüel yaşamı sürdürmesi çok zordur – bu konuda tek bir örnek vermek üzere, İngilizce üst yazıları bulunmayan veya çok “klasik” olmayan bir tiyatro yapıtını izlemek pek mümkün olmasa gerek...

Ne var ki –ve bu yazıda asıl altını çizmek istediğim gibi– böylesine gerçek “minör” durumlarla başa çıkmak, İsrail’deki ole hadaş “azınlıkları” için hiç de o denli zor değildir. Zira bu türden azınlıklar, çoğu kez “pozitif ayrımcılığa” tabi tutuluyor! Onlar, birlikte yaşamayı tercih ettikleri “çoğunluk” tarafından samimiyetle kabul edildikleri gibi, her iki taraf da birbirleriyle kaynaşmaya hazırdır. Bu yöndeki bazı gözlemlerimi, bu portalda yayımlanan ilk yazımda da (https://www.turkisrael.org.il/single-post/2017/12/06/Herkese-merhaba ) “Bunu, bürokratik işlemlerimizi yaptığımız memurlardan tutun, sokaktaki kişiler üzerinden, yaşadığımız binadaki (Türkiyeli olmayan!) komşulara kadar kapsayan halk kesimlerinin tümü için rahatlıkla söyleyebilirim!” şeklinde ifade etmiştim.

Özetle – Türkiye’den de öte, ulusalcılığın ve ırkçılığın prim yaptığı nice Avrupa ülkelerinde azınlık olmak, Ortaçağın karanlık günlerini andıracak durumlara kadar gider mi, bilemiyorum – ancak İsrail’e akın eden ole hadaş’lar, buranın yerlileri tarafınca coşku ile kabul edilen ve bu olumlu hava içinde zaman ilerledikçe ufukları gittikçe açılan mutlu “azınlık”lardandır!

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page