Yahudilik, sanatsal bir meta mıdır?
top of page

Yahudilik, sanatsal bir meta mıdır?


Bundan kırk yıl kadar önce, oğlumun ilk okul arkadaşlarının aileleriyle sık sık görüşürken, bir çay daveti sohbetinde Müslüman babaların biri bana “Nasıl da oluyor, bir sürü yerde her taşın altında sizinkilerden biri çıkıyor?” sorusuyla yöneldi. Ben de, ne demek istediğini öğrenmeye çalışınca “Her iki Amerikan filminin birinde ya Holokost veya başkaca Yahudi konular işleniyor; kaldı ki Hollywood’un dışında da Wall Street’de, ABD basınında, büyük mağazacılıkta, uluslararası finans dünyasında hep sizler ortaya çıkıyorsunuz, hep sizlerden söz ediliyor...” açıklamasını getirmişti. Konuyu bu ailevi ortamda tartışma düzeyine getirmek istemediğimden, bunun birçok nedeni olduğunu, ancak bunlara şimdi ayrıntılı olarak girmek istemediğimi belirtmiştim...

O güne kadar ve ondan sonra da hiç bir antisemit söylemde bulunmamış olan bu dostumuz, aslında haksız da değildi – örneğin daha geçenlerde dolaşan Elon Musk imzalı “Who do you think ‘owns’ the press?” başlıklı bir tweet’de CBS, ABC, CNN gibi kanalların, New York Times, Washington Post, Guardian ve Economist gibi dev gazete ile dergi sahiplerinin tek tek isimleri zikredilerek, tümünün Yahudi olduğu belirtiliyordu!

Aslında bu türden söylemler, Nazi ideolojisinin temellerinden biri olan “Dünya Yahudi Komplosu” veya Çarlık Rusya döneminden günümüze kadar hortlayan “Sion Protokolleri” sapkınlığını da andırmıyor değil...

Öte yandan, örneğin Şoa’nın yegâneliği ne denli ortaya dökülerek belgesel, konulu film ve romanlar ile incelemelere ana konu edilse bile yeterli olmaz bence – her ne kadar bazı düşünürler için bu acı olgu,“seçilmiş toplum” kavramının felsefi bir “fiyasko”sunu çağrıştırıyorda da!..

Bilimsel araştırmaların yanı sıra, Yahudiler hakkında (çoğu bizzat onlar, ancak nice Hristiyan yazarlar tarafından da) binlerce roman yayımlanmıştır – Yiddiş olarak yazan Nobel ödüllü Isaac Bashevis Singer’den, başkahramanı “Rabbi Small” olan Harry Kemelmann’ın polisiyelerine kadar... İki ay önce yitirdiğimiz, ABD edebiyatının son büyük çınarlarından Philip Roth’un sanki bütün romanları Amerikan Yahudileri hakkındadır – ilk yapıtlarında yer alan kimi abartılı eleştirileri ülkenin hahamları tarafınca şiddetle reddedilmişse de, daha sonra kaleme aldıkları ile tüm yerel cemaatlerin beğenisini kazanmayı başarmış, bu kitapları Roth’a nice ödüller getirmişti.

Özellikle ABD, Fransa, Almanya ve Avusturya gibi ülkelerde yayımlanmış bu türden nitelikli roman ve öykülerin dışında, Yahudiliği ön plana alanların “B romanları” da olmuştur. Bunlar arasında en çarpıcı örnek, Fransız diplomat ve tartışmalı yazar Roger Peyrefitte’in 1965’de yayımlanan “Les Juifs” isimli kışkırtıcı kitabıdır. Bu romanda, fiktif Baronesse de Rothschild oğlunu Hristiyan aristokrat kızı Osmonde de N. ile evlendirmeye çalışırken, müstakbel dünüresinin sevgilisi Yahudiler hakkında geniş bir araştırmaya girişiyor... Bu çalışmasının sonunda, Charles de Gaulle’den tutun, Konrad Adenauer, Kraliçe II. Elizabeth, John F. Kennedy, Lyndon B. Johnson’a kadar – dahası, Fidel Castro veya Francisco Franco gibi nice devlet başkanının damarlarında Yahudi kanı bulunduğunu keşfediyor bu “araştırmacı”!! O yıllarda İngilizce çevirisi ile birlikte, Fransa’da da satış rekorları kıran kitaba karşı çıkan nice saygın Yahudi entelektüelleri, bu ticari romanı yayımlamakla antisemitizme çanak tutan yazarını şiddetle eleştirmiş, Rothschild ailesi ise Peyrefitte’i dava etmişti...

Bazı tarihi biyografiler ve anı kitaplarının dışında, Türk edebiyatında özellikle Müslüman yazarların kaleminden Yahudi olgusuna tarafsız biçimde başta Oktay Akbal’ın 1953’de yayımlanan “Ester ile Roza” öyküsüyle Tarık Dursun K.’nın ilk yapıtı olarak bilinen “Rızabey Aileevi” (1957) romanında rastlıyoruz. Yahudi yazarlarımızın arasında, atalarının ve çağdaş dindaşlarının dünyasına geniş yer veren başlıca isim, hiç kuşkusuz Mario Levi’dir. Birçok Batı ve Doğu dillerine çevrilmesiyle nice ülkedeki okurların ilgisini çekmiş “İstanbul Bir Masaldı” anı-romanı, özellikle bu kentteki Yahudi yaşamını tatlı ve acı yanlarıyla geniş bir kamuoyuna tanıtmasını bilmiş, bu çabalarını “İçimdeki İstanbul Fotoğrafları” ve “Size Pandispanya Yaptım” kitaplarıyla sürdürmüştür. Levi son romanlarında Yahudilik olgusunu geride bırakmayı yeğlemişse de, bu türde öne çıkmış yapıtlarıyla azımsanmayacak maddi/manevi başarılara imza atmıştır...

...ve böylece, oldukça tartışmalı şu konuya geçelim: “Yahudilik, sanatsal bir meta mıdır? Asırlar boyunca ilgi odağı olmuş olan bu din mensuplarının yaşamlarını/sorunlarını odağa alan edebiyat ve sinema/TV yapıtlarının arkasında, ticari bir kaygı aranmalı mıdır? Başlıklarında salt ‘Yahudi’ veya ‘Musevi’ sözcüğüne yer verilen kitaplar ve öyküler daha çok mu okunur, filmler acaba daha ‘iyi gişe’ veya ‘rating’ mi yapar?”

Böylesine ilginç soruları bu dar köşemizde irdelemeye olanağımız yok, ne yazık ki... Dolayısıyla burada sadece iki örnek ile yetinelim:

Daha çok İtalya’da çalışan Türk film yönetmeni Ferzan Özpetek’in 2002 yılında çevirdiği “Karşı Pencere” filminde olağan bir aşk öyküsüne bir çeşit “fon” (veya “altezgi”) olarak, keza kadın başkişinin duygularına koşutluk yaratmak için kullandığı Holokost öğesini sadece yersiz/gereksiz değil, en yalın biçimde “ticari” bulmuştum, Şalom gazetesinde 2003’de yayımlanan bir köşe yazımda. Buna ne gerek vardı ki? Günümüz Yahudilerinin Şoa olgusunun türlü/çeşitli öykülerde yer alıp altezgi olarak kullanılmasına hiç gereksinim duymadıklarını sanıyorum – ve bunu acı olguyu bir “üçgen öyküsü” çerçevesinde banallaştırmak, sadece gülünç kalıyor bence!..

İkinci örneğimize gelmeden, kimden söz edeceğimi kısaca belirtmem gerekecek... İsrail karşıtlılığının dışında, Yahudiliği ile hiç de barışık olmadığı görülen Türkiyeli ozan Roni Margulies, yayımladığı üç anı/deneme kitabına dindaşlarını odağa alan isimler seçmiş: “Şiir, Yahudilik Vesaire” (2004), “Bugün Pazar, Yahudiler Azar” (2006) ile “Ailem ve Diğer Yahudiler” (2018). Şimdi de ilk kitabından birkaç şaşırtıcı alıntı sıralayalım: “...ben Yahudi kültürüne tümüyle yabancıyım – dışlamak anlamında değil, tanımamak anlamında. (...) Yahudi dini bayramlarının zamanını ve anlamını ben hâlâ bilmem. (...) Yahudi edebiyatı denebilecek bir edebiyatla hâlâ karşılaşmadım. (...) Kısacası, beni oluşturan unsurlar arasında Yahudi kültürünü, Yahudi kimliğini oluşturması beklenebilecek anlamlı unsurların hiçbiri yok. Dahası, ben bunda üzülecek, hayıflanacak hiçbir yan bulamıyorum...” (Kanat Yayınları, s. 129/130) Bu düşüncelerin gerçeğe ne denli yakın, ne derece samimi olduğunu ciddi biçimde sorguluyor, açıkçası Roni Bey’in söylediklerine pek inanamıyorum. Anglosaksonlar bu türden söylemlerde bulunanlara kısaca “self hating Jew” derler! Ve işte böylesine çarpıcı iddialarda bulunan kişi, son kitabını tanıtmak amacıyla AGOS Gazetesi ile yaptığı bir söyleşide Türk Yahudiliği hakkında ahkâm kesiyor, nice yanlış bilgiler de sıralıyor bilinçsizce... Kaldı ki, bu kitabın başlığına aldığı “diğer Yahudiler” kimlerdir acaba? Ayrıntılı olarak anlattığı geniş ailesinin dışında, söz konusu 130 sayfada değindiği “diğer” kişiler daha çok Müslüman olan mahalle ve okul arkadaşlarıdır. Kaldı ki, Margulies’in en büyük ayıbı, 2000 yılında Adam Yayınları’nda çıkmış “Gülümser Çocukluğum Ardımdan” başlıklı anı kitabını şimdi “Ailem ve Diğer Yahudiler” adıyla Everest Yayınları’nda bir kez daha yayınlatmasıdır – üstelik bu yinelemeyi kitap kapağında değil, sadece içerideki “künye”de belirterek... Bu yeni baskıyı birazcık şişirmek, belki de sabit bandrol harcını daha “ekonomik”(!) kılmak için, “İstanbul’da Buluşma” adını verdiği önsöz ile ilk bölümdeki cümleler basit bir “copy/paste” uyarlaması ile okurlara art arda iki kez sunuluyor – ve bu ayıbın örtülmesi için olsa gerek, kitabın sonuna yedi sayfalık “Babam Amerika’da” bölümü de eklenmiş... Ancak gene de çok ayıp oluyor, Roni Bey – 1) bu son “yapıtınıza” yanıltıcı bir başlık seçmeniz ve 2) aynı kitabı bundan habersiz olası okurlara ikinci kez satın aldırtmanız, keza ilk gençlik anılarınızda anlattıklarınızı ikinci kitapta yinelemenizden öte, 3) neredeyse aynı satırları bir önsöz olarak eklemeniz!... Ne yazıktır ki, Everest gibi saygın bir yayınevi bu denli kaba ticari bir uygulamaya alet olmuş görünüyor...

“Her taşın altında...” veya her ağacın arkasında birer Yahudi gören Müslüman dostumuzla Fransız yazar L.F.Céline’den öte, yazılarıyla 1934 Trakya Olayları’nı azmettirmiş N.Atsız ile C.F.Atılhan’dan, Yahudileri şeytanlaştıran N.F.Kısakürek’a kadar uzanan antisemit kalemlerin yanı sıra, bu din mensuplarını çığırtkanlığa varacak biçimde metalaştıran yazar ve film yönetmelerinden de sakınmak gerekiyor anlaşılan...

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page