Her ülkenin gündemi farklı konularla meşgul görünse de, son günlerde tüm dünyayı birleştiren ortak konu, dünya kupası maçları. Çocukluk yıllarımda babamla futbol seyretmek çok büyük bir keyifti. Geç saatlere kadar süren şampiyonlar ligi maçları da uyumamak için güzel bir bahaneydi. Her yağmur öncesi sızlayan diz kapaklarım, yaz aylarında Büyükada’da erkeklerle oynadığım halı saha maçlarından yadigar. Üniversite yıllarında futbol, sosyolojik araştırmalar için eğlenceli bir konuydu. Bir topun peşinde koşan 22 adam ve onları izleyen binlerce insanı anlamak için toplumsal psikoloji ve tarihi iyi öğrenmek gerekiyordu.
Tora açısından futbolu hiç değerlendirmemiştim. Oysaki hayatımız aslında bir futbol maçı: İki takım ve bir top. Top, yaşadığımız dünyadaki bizi temsil ediyor. Bir tarafta Yetser atov dediğimiz iyi dürtüler, karşı tarafta ise Yetser ara dediğimiz kötü dürtüler. Hedefimiz iyi dürtülere vereceğimiz doğru paslarla, topu kötülerin kalesine sokabilmek. Bazen topu kaybedip, darbeler yiyeceğiz ama karşı takım ne kadar güçlü olursa olsun hedefimizi unutmayacağız. Maç hem bireysel, hem de toplumsal olarak, tüm yaşantımız boyunca devam ediyor. İhtiyaçlarımız, sorumluluklarımız arasında yaşadığımız gelgitler, bazen erkenden yediğimiz goller, maçı önceden kaybettiğimizi düşündürebilir. Oysa Tanrı hiçbirimize altından kalkamayacagimiz sorunlar vermez. Her bir zorluk, potansiyelimizi ortaya çıkarmak için bize sunulan bir fırsattır. Her yediğimiz gol sonrası yeniden sahanın ortasına geçeriz. İyi ve kötünün dengede olduğu noktada top bizim ayağımızdadır. Oyun hakemin düdüğüyle yeniden başlar. Bir yanımız Tanrı’nın bize vermiş olduğu tora'yı anlama, mitsvalarını yerine getirme mücadelesi verirken, diğer yanımız fiziksel ihtiyaçları giderme, toplumsal baskılara karşı birey olmaya çalışmaktadır. Doğduğumuz andaki ilk düdükle beraber sahaya çıkar, bazen 90 dk bazen uzatmalarla 120.dakikaya kadar top peşinde koşarız. Rambam 800 sene önce yazmış olduğu kitaplarında hayatın her anının maçın son dakikası olabileceğini bize hatırlatır. Bazen bir iyi söz, bir iyi hareketle berabere giden maçı, uzatmalara taşıyabilir, küçük gibi görünen tek bir mitsva ile hayatımızın “altın golünü “atma fırsatını yakalayabiliriz.
Formamızı üstümüzde taşıdığımız sürece, akıttığımız her damla ter, hem bireysel, hem de takım olarak başarımızda pay sahibidir. Karşımıza çıkan her pası iyi değerlendirmeli, küçük büyük demeden her mitsvanın bizi gole götürebileceğini unutmamalıyız. Maçı penaltılara bırakmadan, kırmızı kart görmeden kupayı kaldırabilmek dileğiyle…