Tanrı Moşe Rabenu ile yanan çalılık vasıtasıyla ilk defa çölde konuştu. Tora yine Moşe Rabenu aracılığıyla çölde verildi. Toranın verilişini kutladığımız Şavuot bayramından önceki şabat peraşasında “Bamidbar “ çöldeki hayat bölümü okunur. Öyleyse Tanrı ile ilişkimizde ve Tora'yı almak için neden çöle ihtiyacımız var?
Tanrı bizleri Mısır esaretinden tora'yı vermek için kurtardı diye yazılıdır. Tora'yı Mısırdayken veremez miydi? Neden çölde 49 gün Omer saydıktan sonra TORAyı almaya hazır olduk yada neden çölde 40 senelik bir yaşantıdan sonra kutsal Israel topraklarına girebildik?
Sorularımızı sorduğumuza göre çölün ne anlama geldiğini cevaplamaya çalışalım. Çöl fiziksel olarak tehlikeli bir yerdir. Yılan, Akrep gibi hayvanlardan korunmak, susuzlukla mücadele etmek gerekir. Manevi olarak çöl, başı ve sonu olmadığı için belirsizliği ifade eder. Çölde aidiyet yoktur. Kendimizi korumasız, çaresiz hissederiz yönümüzü bulmakta zorlanırız. Ruhani olarak da çölü yaşadığımız dönemler vardır hayatımızda. Engeller çıkar, hiçbir şey anlamamaya başlarız, şüphelerimiz, kaygılarımız artar düşmekten hata yapmaktan daha çok korkarız. “Doğru yolda “olduğumuzu gösteren işaretler arar, sığınacak bir yer bulmaya çalışırız.
Tanrı'yı daha çok aradığımız, bizlerin hayatına rehberlik eden Tora'yı almak için çaba sarfettigimiz dönemlerde herbirimiz çölden geçeriz. Çöldeki bu yolculuk, bizlere duanın gücünü kullanma ve Tanrı'nın yardımını isteme alışkanlığı kazandırır. Bu nedenle hayatın anlamını, Tanrı’nın bizden ne istediğini ve verdiğimiz mücadeleleri anlamak için neden çölde olduğumuzu daha iyi anlamalıyız.
Çöl bir sınav alanıdır. Kimisi aynı yönde aynı alışkanlıklarla soru sormadan yönünü bilmeden yürümeye devam eder. Kimisi umutsuzluğa kapılır, karamsarlığı ilke edinir çıkışı göremez. Çoğu zaman vazgeçer, bana göre değil, anlamıyorum yada yeteri kadar güçlü değilim der.
Çöldeki bu durum günlük hayatımızda da bizlerin Tora'yı anlayıp mitsvaları yaparken karşılaştığımız tuzaklardır.
Birinci tuzak : Alışkanlık. Sloganı : “ben zaten birşeyler yapıyorum “. Yapmaya alıştığımız şeyleri sorgulamadan yapmaya devam etmek zamanla bizi soğutur. Sorgulamadan, robot gibi sadece alışkanlık haline geldiği için yaptığımız hareketlere bir anlam yüklemediğimiz için hayatımızdaki önemi azalır.
İkinci tuzak : Karamsarlık. Sloganı : “ ben zaten kimim ki? “. Çözebileceğimizden daha fazla sorun olduğunu, hiçbir doktorun şikayetlerimize çare bulamadığını düşünürüz. Çok günah işlediğimiz için, bugüne kadar mitsvaları yerine getirmek için çaba sarf etmediğimiz için Tanrı’nın bizi duymadığına neredeyse eminizdir.
Üçüncü tuzak : Vazgeçme. Sloganı : “kaç kere denedim ama olmadı “. Nostaljiyi seven, herşeyin eskiden daha iyi olduğuna kendini ikna edenler, ileriye doğru adım atmak için kendilerinde gerekli gücü bulamazlar. Değişim onları öylesine korkutur ki yeni mutluluklar yaşamaktansa eski acılarıyla yaşamayı tercih ederler.
Çölün ortasında yaşanan sorunlar da bazı yahudilerin bu tuzaklara düşmelerine neden oldu. Mısır'daki esarete geri dönmek isteyenler, Tanrı’nın onları unuttuğunu düşünüp “Altın buzağı” inşa edenler, israel topraklarını, Tanrı’nın bir hediyesi olduğu halde, incelemek isteyen şüpheciler….
Kişi her nesilde kendini Mısırdan çıkıyor gibi görmelidir diyor Ravlarımız, yine aynı şekilde Tora'yı almak, çöldeki yolculuğumuzda tuzaklara düşmeden ilerlemek de her neslin yaşadığı bir deneyimdir. Tora'yı aldığımızda çiçekler açan Sinay dağı gibi, her Yahudi de bir çöl çiçeğidir. Bu nedenle israel topraklarında doğan yeni nesile “sabra “ çöl çiçeği ismi verilir. Çöl çiçeği gibi çölün zorlu koşullarına dayanıklı ve şartlar ne olursa olsun başı dik olabilmek…
Her birimizin TORAyı alırken renk renk açan çöl çiçekleri gibi olması, çölün tuzaklarına rağmen Tanrı'yı yakınımızda hissedeceğimiz günleri yaşamamız dileğiyle.
Hag Şavuot Sameah!