top of page

Theodor Herzl’in “Eski-Yeni Ülke” rüyası


Son yazımızda, Theodor Herzl’in 1902 yılında ilk basımı yapılan “Altneuland” (“Eski-Yeni Ülke”) kitabından söz etmiş, bazı yönleriyle bir masalı andıran bu romanın ana hatlarına kısaca değineceğimizi belirtmiştim.

Okurlarını 1923 yılına taşıyan bu ütopik anlatının yer aldığı ülke, her üç semavi din mesuplarının barış içinde bir arada yaşadığı, açıkça anılmamakla birlikte Osmanlı olduğu tahmin edilebilecek büyük bir imparatorluğun parçasıdır. Mekanize tarımın uygulandığı, keza ileri teknolojilerle sürdürülen bir sanayinin yanı sıra serbest ticarete, yoğun birer şehir planlaması ve ulaşım ağına sahip olan karma bir ekonomiye sahiptir. Ülkeyi laik teknokratlar yönetirken, politikaya pek yer verilmemekte – dahası, “profesyonel siyasetçi” tanımı, kamuoyunda bir çeşit “aşağılama” olarak görülür...

Bu ülke, bazı yönleriyle (erken) İsrail devletinin özelliklerini taşır! Tarımda kooperatifçilik, sanayide işçilerin yaşam düzeyini koruyan düzgün, ancak güçlü bir sendikacılık öne çıkar. Öncelikle Avrupa’dan gelmesi özendirilen Yahudi halkının bu topraklara göçü değişik programlarla sağlanır.

Bazı durumlarda ise bu ülkenin teknokratları, İsrail’deki güncel edinimlerin daha ilerisine ulaşmışlardır: En başta, Akdeniz ile Ölü Deniz’i birleştiren kanal sayesinde tüm ülkeye yetecek derecede elektrik enerjisi sağlanması, aynı zamanda buradaki suların yeni bir teknoloji ile tarımda da kullanılabilmesini sıralayabiliriz. Bu dev proje sayesinde ülke çapında uzanan girift sulama ağı, romandaki bir başkişinin “Ülkemizin gerçek kurucuları, hidrolik mühendislerimizdir!” söylemine yol açar. Ölü Deniz’den sağlanan diğer önemli bir hammadde olan fosfatlar, özellikle suni gübre sanayiine yöneliktir: “Ülkemizdeki fosfatlar, Tunus ve Cezayir’den sağlanan ürünler ile kolaylıkla rekabet edebiliyor (...)” Ülkedeki demiryolu ağına gelince, “(...) denizden 1000 metre yüksekliğinde bulunan El Kuneitra kenti, Sefad ve Şam arasında önemli bir aktarma merkezi haline gelmiştir.”

Akdeniz’in en gelişmiş limanları arasında sayılan Haifa, lüks otelleri ile Akdeniz Rivierasıyla rekabet edebilen Tibarias Gölü kıyıları ve gerek tarihi sur içi kenti, gerekse çağdaş binaları ile başkent Yeruşalayim, “Eski-Yeni Ülke”nin en önemli bölgeleridir. Özellikle bu kentte “Barış Sarayı” olarak adlandırılan dev bir kongre merkezi ile “Yeni Tapınak”, öne çıkan binalardır...

Museviliğin doğduğu kutsal topraklarda nihayet inşa edilebilmiş olan bu anlamlı “Tanrı’nın Evi”ne rağmen, ülkede din ile devlet kesin biçimde birbirinden ayrılmıştır. Kendisi de katıksız bir laik düşünür olan Herzl’in bu romanında öne çıkan tek haham Dr. Geyer, din adamı sıfatının yanı sıra köktenci bir siyasetçi olup, Yahudi olmayanların ülkeye girmesine karşıdır – ne var ki, öyküde yer alan seçimlerde yenilgiye uğrar!

Peki, Theodor Herzl’in romanın kapağına koydurduğu “İsterseniz, bu bir masal olmaktan çıkar...” ibaresini sonuçta ne yazıktır ki olumsuz kıldıran Arap-Yahudi ikilemi acaba nasıldı “Eski-Yeni Ülke”de? Anlatının bir bölümünde, bu topraklarda doğmuş ve Almanya’da eğitim gördükten sonra ülkenin ileri gelenleri arasında sayılan Reşid Bey, Hristiyan bir Alman ziyaretçinin “Buranın yerlileri, Yahudilerin gelmesiyle zarar görmüş ve yurtlarını terk etmek durumunda kalmış mıydı?” sorusuna verdiği “Onların gelmesi hepimiz için büyük bir nimet sayılır...” yanıtını da şöyle açıkar: “Toprağı olanlar, bunu Yahudi toplumuna yüksek fiyatlardan satabildi. Ancak toprak sahibi olmayanlar da kazandı, zira onlara bu yeni ülkede çalışarak refaha kavuşmak olanakları doğdu...”, keza “Yahudileri işgalci olarak görmüyor musunuz?” türündeki üstelemeye şu karşılığı verir: “Hiç bir şeyinizi çalmayan, tersine size bir şeyler getirene ‘hırsız’ dermisiniz? Yahudiler bizi zenginleştirdi – niye onlara karşı olalım ki? Bize kardeşlerimiz gibi davranıyorlar – onları niye sevmeyelim ki? (...) Bakınız, biz Yahudilerle Müslüman olarak, siz Hristiyanlardan her daim daha iyi geçinirdik.”

İşte burada Herzl yanılıyordu! Bu romanını kaleme aldığı 20. yüzyıl’ın ilk yıllarında Filistin topraklarında yaşayan nüfus oldukça az olmakla birlikte, Economist dergisinin günümüzde yaptığı gerçekçi yorumda belirtildiği gibi bu masal, “toprağı olmayan bir halka uygun düşebilecek, nüfusu olmayan bir ülke”yi anlatmıyordu! Kaldı ki, değişik bakış açılarına göre değişen milliyetçilik ideolojisi, Herzl gibi ütopik düşünürlerin kuramlarıyla hiç ama hiç bağdaşmıyor. Bu bağlamda, Economist’in oldukça çarpıcı şu yorumunu da iletmeden edemiyoruz: “Günümüzün İsrail devleti, her ne kadar açıkça belirtilmiyorsa da, doğuşuğla varlığını Herzl’den çok, ellerinde birer tüfek olan Avraham Stern veya genç Menahem Begin’e borçludur...”

Belki bu nedenle Theodor Herzl’in bu romanı günümüzde artık sadece “müzelik” değer taşıyor – hele, özellikle “Kültürel Siyonizm”in kurucusu Ahad Ha’am (1856-1927)’ın eleştirdiği gibi, bu “Eski-Yeni Ülke”nin kentleri Yeruşalayim’den çok Viyana’yı andırıyor, halkın konuştuğu dil İbranice’den ziyade Yiddiş ise...

Öte yandan, Orta Doğu’da kalıcı bir barış için tartışılan seçenekler arasında “iki ülke” çözümü veya Jerusalem Post yazarı Douglas Altabef’in bundan bir yıl önce kaleme aldığı, milliyetçiliği yok saymaya çalıştığı şu ilginç önerisinin https://www.jpost.com/Opinion/The-two-state-solution-is-dead-Long-live-the-quest-for-peace-482224 arka planını anlamak için Herzl’in bu iyi niyetli “masal”ına gene de bir göz atmakta yarar olabilir...

(İbranice çevirisi ile Altneuland - Tel Aviv, Varşova 1902)

Unutmadan: “Eski-Yeni Ülke”nin İbranice’ye yapılan ilk çevirisi, Polonya asıllı gazeteci/yazar ve siyonist Nahum Sokolov tarafından 1902’de Varşova’da yayımlanırken, romanın adı “Tel Aviv” olarak belirlenmişti! Bilindiği gibi, Tel Aviv kenti, bundan ancak 7 yıl sonra kurulmaya başlanmıştı.

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page