YAŞAM SENFONİSİ
top of page

YAŞAM SENFONİSİ


Senfoni nedir? İsterseniz önce bu kelimenin sözlük anlamı ile başlayalım ki, neyi anlatmak istediğimiz daha belirgin olsun.

Senfoni sözcüğü Yunancada “ Bir arada uyumlu sesler çıkarmak” anlamına gelen – symphonia- sözcüğünden türetilmiş, Türkçeye, Fransızca – symphonie- sözcüğünden geçmiştir.

Bu gün benim anlatmak istediğim ise, yaşam serüvenimiz boyunca göstermemiz gereken duruş, davranış, düşünüş şekilleri yani “Yaşam senfonisi”. Yaşam dediğin nedir ki? Doğarız, yaşarız ve ölürüz. Giriş, gelişme ve sonuç. Nasıl doğacağımıza ve ne zaman, nasıl öleceğimize biz karar veremiyoruz. Şeklini ve zamanını biz tayin edemiyoruz.

Şüphesiz ki intihar etme ihtimalini bundan ayrı tutuyorum. Ama yaşam sürecimizi kendi tuttuğumuz yollarla, kendimize koyduğumuz bazı kurallar ve uygulamalarla, pek ala yönetebiliriz. Yaşamı olumlu veya olumsuz yönde sürdürmek sadece bizim elimizde.

Hayatımızı yaşanılabilir kılmanın en önemli kuralı, küçük şeylerle mutlu olmayı bilmek. Bunu becerebildiğimiz zaman, kendimizi oyunu neredeyse kazanmış sayabiliriz. Küçük mutlulukların farkındalığını kazandığımızda, hayatın zorluklarına katlanmak daha kolay olur.

Mutlu olmak için çok pahalı şeylere sahip olmak gerekir mi sizce? Koca pırlantalarla bezenmiş bir yüzüğe sahip, ama sevdiği adamla evlenemeyen bir gelin yerine, incecik alyansıyla sevdiğine “evet” diyen bir gelini her zaman tercih etmişimdir. Pırlantanın sevgi vaat ettiğini hiç görmedim açıkçası. Nice muhteşem saraylar bilirim, içinde baykuşlar öter ve nice kulübeler bilirim içinde bülbüller şakır. Sabah kahvaltılarında, porselen fincanlarda çaylarını içen, endişeli ve mutsuz para babaları ve sabahın kör karanlığında vapurda, ince belli cam bardakta çayını içen, mutlu bir aile babası… İnanın ki abartmıyorum. Etrafımızda bu tip o kadar çok örnek var ki… Özellikle günümüzde materyalist düşünceye sahip insanlar arasında. Hepsi adeta birer mutsuzluk abidesi! Havyar mı, simit mi? Her gün havyarla yaşanmaz, gırtlağından rahatça iniyorsa simitten daha lezzetlisi yok. Elimizdeki güzellikleri, kaybedince değil, onlara sahipken fark etmek gerekir.

İnsanlar mutluluğu, keyfi hep lüks değerlerin içinde arıyor. Sanıyor ki lüks içinde olunca, yaşam güzelleşiyor. Yaşamı güzelleştiren aslında zarafettir. Zarif olmayan bir lüks, kanımca bir domuzun boynuna asılmış, nakışlı bir altın çıngırağa benzer. Ne lüks ama? Zarafet, ne kadar büyük bir zenginlik… Küçük bir jeste edilmiş, zarif bir teşekkür veya bir ikram… Zarif bir selam veriş, hal hatır soruş… Bir erkeğin kadınına kibar davranışı, minik bir iltifat, tek bir çiçek ile alınan gönüller… Sofradaki zarif duruş, oturuş. Nazik ve terbiyeli sofra adabı… Yaşama atılan zarif imzalar, narin dokunuşlar… Tanrı aşkına söyleyin bana, bunun lüksle, zenginlikle ne ilgisi var? Mütevazı ve zarif bir davranış, nice lüksten daha lükstür bu yaşamda.

Hiç anlayamadığım aptalca davranışların bir tanesi de insanların, hak edip etmediklerine bakmaksızın saygı görmek istemeleri. Çaba sarf etmeden, hak etmeden saygı beklemek… Bence saygı görmek için saygıdeğer olmak lazım. Aksi halde gösterilen saygı, ya menfaat amacı taşır veya zorbaca elde edilir. Değerli bir insana hiçbir art niyet beslemeden de saygı duyarsınız. Bu yaşamda esas olan mutlak anlamda değerli bir kişiliğe sahip olmaktır. Bu da bilindiği üzere parayla satın alınamayacak denli yüce bir şeydir.

Kimseye muhtaç olmamak, olmak zorunda kalmamak, harika bir duygu… Dilerim Yüce Tanrı’m, bunu herkese nasip etsin. Bence esas zenginlik budur. Varlıklı olmak bence göreceli bir kavramdır. Kimisi zenginliği banka hesabının kabarıklığı ve mal mülk çokluğu ile tartar. Kimisi de benim gibi huzurlu, zarif, küçük mutluluklarla örülmüş, alçakgönüllü bir yaşam tarzı ile.

Düşünmek, sessizce düşünmek, geçmişi, geleceği ve en önemlisi bu günü... Ağzımızdan çıkaracağımız kelimeleri, doğru ve yanlış hamlelerimizi, yaptığımız hataları ve doğruları, başkalarının fikirlerini ve duygularını, kısacası yaşam üzerine düşünmek çok önemli. Kendimizi sorgulamak, egomuza körü körüne yenilip, her konuda kendimizi haklı görmemek…

Dürüst olmak. Ağzımızdan dürüst sözler çıkarmak. Düzgün insan olmak… Önce kendimize, sonra herkese karşı dürüst ve onurlu davranmak… Yalan söylememek. İnsanları ne manen, ne de maddeten dolandırmamak. Geçen yazımda da yazmıştım “Dürüstlük kadar yumuşak yastık yoktur” diye. Huzurlu ve sağlıklı olmanın ilk yolu dürüst olmaktan geçiyor. Çok çalışan, dürüst olan ve adaletli düşünen bir birey olmak, olabilmek…

Tabiatın yüceliğini, masum çocukların iyiliğini, yaşamın zorluklarını, bilgi ve tecrübelerini bir potada eritip bilgeliğe ulaşmış değerli kişilerin varlıkları, fikirleri, güzellikleri, renkleri, kokuları, sözleri, gülüşleri, kahkahaları, yaydıkları olumlu titreşimler; insanı kendi özüne, saf mutluluğa, koşulsuz tertemiz duygulara, gerçek doğru düşünce ve fikirlerin kaynağına götürür. Gökyüzündeki yıldızlar, bulutlar, güneş ve ay, sonsuzlukta uçuşan ve ötüşen kuşlar, doğanın ritmi ve bize sunduğu koşulsuz nimetler. Saf tertemiz ruhlu bebeklerin gülümseyişleri, parlak ışıl ışıl gözleri, gevrek kahkahaları, inci gibi minicik dişleri, tombul yanakları, ibrişim saçları, bizlere aslında dünyaya tertemiz duygularla geldiğimizi, kötülük nedir bilmeden yaratıldığımızı gösterir.

İnsanlar, yaşama bembeyaz doğarlar, sonradan kirlenirler. Yaşamdaki en önemli derslerimizi minik yavrulardan alabiliriz. Tabiat bizlere dürüst, doğru ve usanmadan tekrar tekrar aynı şeyleri gösterir. Her şeyin değişim halinde olduğunu, hiçbir şeyin sabit kalmayıp, yinelenip durduğunu sürekli olarak gösterir. Mevsimlerin değişikliği gibi, insanların da sürekli devinim içinde olduğunu anlatır. Aslında hiçbir şeyin yok olmadığını anlarız. Sadece devrini tamamlayan canlıların, toprak altında farklı kimyasallara dönüştüklerini öğreniriz. Ruhlarımızın ise, daha önce içinde oldukları enerji denizine döndüğünü… Bilge insanlarla konuşmak, onların tecrübe ve bilgi kaynağından yararlanmak, bizleri daha derin insanlar haline getirir. Tevazu içinde aktardıkları yaşam tecrübeleri bizler için bulunmaz bir nimet olur. Sahtelerinden sakınmak gerekir ama hakiki olmayanların kavukları, zaten birkaç zaman sonra yere düşüverir.

Aslında gerçek akil kişiler fikirlerini kimseye dayatmazlar. Yaşamdaki duruşlarıyla, saygıdeğer davranışlarıyla fark edilip, saygı görürler. Maddeye değil de manaya düşkün olanları, onlar hemen fark ederler. İşte hayattaki uyum, yani yaşam senfonisi bu uygulamalarla yaşana geliyor. Yoksa hayatımızda kin, nefret, sevgisizlik, hastalıklar, kargaşalar egemen oluyor. Senfoni yerine kakafoni hüküm sürüyor. Sevgi dolu, dürüst, riyasız bir yaşam sürdürmek gibisi var mı? Önemli olan bu yaşamdan gittiğimiz zaman, arkamızda hoş bir seda bırakmak.

Ufak şeylerden zevk alabilmek

Lüks yerine zarafet aramak

Saygı beklemek yerine değerli olmak,

Zengin olmak yerine, kimseye muhtaç olmamak,

Sıkı çalışmak, sessizce düşünmek ve dürüst konuşmak,

Yıldızları, kuşları, bebekleri ve bilgeleri açık kalple dinlemek,

İşte benim senfonim.

Tekrar buluşuncaya değin, kalın sağlıcakla.

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page