top of page

Sinemanın Yaramaz, Devrimci Çocuğu: Jean-Luc Godard



“Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.”

Ludwig Wittgenstein




Çocuk dediğime bakmayın! Sinema yazarı, eleştirmeni, rejisörü ve “auteur”ü (Yeni Dalga sinemacıları filmlerini hem kendileri yazdıkları ve hem de yönettikleri için kendilerine auteur dediler) Jean Luc Godard sinemada çığır açmakla kalmamış, kendisi ile aynı dönem ve hatta kendisinden sonraki sinemacıları da etkilemiştir.


Diyebilirim ki günümüz sinemasını ona borçluyuz! Bu nedenle bugün onu yazmayı seçtim. Eminim okurlarımın bazıları, hatta önemli bir kesimi Godard’ın Serseri Aşıklar (A Bout de Souffle), 1960, Küçük Asker (Le Petit Soldat), 1960, Kadın Kadındır (Une femme est une femme), 1961, Hayatını Yaşamak (Vivre sa Vie), 1962, Jandarmalar (Les Carabiniers), 1963, Nefret (Le Mépris), 1963, Çete (Bande a Part), 1964 gibi filmlerini izlemişlerdir ve de bu Yeni Dalga sinemacısı ile ilgili bir fikirleri vardır.


Nedir bu Yeni Dalga?


Fransız Yeni Dalga Sineması eleştirmenlerin sinemadaki kalıpları yıkmaya yönelik attıkları adımdan doğmuştur. Nouvelle Vague" (Yeni Dalga), geleneksel Fransa sinema trendinden farklı bir sinema biçimini kullanan, belli bir fikir üzerinde birleşip buna göre film çeken genç bir yönetmen grubunun oluşturduğu bir akımdır. Tabuları yıkmak ve sinemayı özgür bırakmak üzerine kuruludur. Sinemada dayatılan bütün paradigmaları yıkmak isteyen akım, her filmi ile beraber zincirsiz bir ortam yaratmayı sürdürmüştür. Oluşturduğu filmler ile ortak bir paydada buluşursa karşı çıktığı kural alanını kendi yaratacağı için Fransız Yeni Dalga yönetmenleri her filminde başka bir evren yaratmaya çabalamışlardır.


Yeni Dalga içinde Jean-Luc Godard, François Truffaut, Jacques Rivette, Eric Rohmer ve Claude Chabrol gibi yönetmenleri sayabiliriz. 1959 yılında eşzamanlı olarak çektikleri filmlerde verdikleri mesaj aynıdır: "Herkes film yönetmeni olabilir." Evet, filmlerinde oyuncular vardır ama her sahnesinde bir de yönetmen vardır. Her karenin içinde yönetmen görünmezse de, kuvvetle hissedilir.


Yeni Akım denmesinin asıl nedeni bu sinemacıların kural tanımamasından, yani klasik sinema ile ilgili hiç bir kurala boyun eğmemelerinden kaynaklanıyordu. Ben de bu nedenle Godard’a yaramaz çocuk demeyi seçtim. Gerçekten de geçtiğimiz hafta ‘Serseri Aşıklar’ filmini bir kez daha izlediğimde sanki bir film değilmiş de bir deneyim izliyormuş hissine kapıldım. Sizlerin de evvelce izlemiş olsanız da bu filmi bir kez daha izlemenizi öneririm.


Yeni Dalga’nın öncülerinden Serseri Aşıklar filminin afişi


Belmondo ve Jean Seberg ‘Serseri Aşıklar’


Festival, tepkilerin ardından iptal edilmişti.


Peki Kimdir Jean-Luc Godard?


Jean-Luc Godard (3 Aralık 1930 - 13 Eylül 2022) Fransız ve İsviçreli film yönetmeni, senarist ve sinema eleştirmeniydi. Fransız Yeni Dalgası'nın en etkili isimlerinden biriydi.


1930 yılında İsviçre kökenli Fransız orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak Paris'te doğdu. Babası kendine ait bir kliniği olan bir doktor, annesi ise İsviçre'nin tanınmış bankacı ailelerinden birisinin kızıydı. II. Dünya Savaşı sırasında İsviçre'de yaşadı, 1940'ların sonuna doğru ailesi boşanınca Godard etnoloji (budunbilim) okumak için 1949 yılında Sorbonne Üniversitesine girdi. Bu zaman dilimi boyunca Cineclub ve Cinemateque’e katıldı. Yeni Dalga Akımı'nı alevlendiren insan olarak bilinen Andre Bazin ile burada tanıştı.


Godard, Erich Rohmer ve Jacques Rivette ile birlikte sinema tarihinde önemli bir yayın olacak "Cahiers du Cinéma"'yı çıkardı; aynı zamanda sinema ile ilgili makaleler de yazmaya başladı. Bir iki kısa film denemesinin ardından 1960 yılında ilk uzun metrajlı filmi Serseri Aşıklar'ın (A Bout de Souffle) çekimini tamamladı.


Jean-Luc Godard ve Anna Karina'nın Dillere Destan Aşk Hikayesi


Onlarınki Fransız Yeni Dalga’sının ilk, sinema tarihinin ise en sansasyonel aşklarından biriydi. Bu ikilinin hikayesi, bir Godard filmi kadar sıradan, fakat içerdiği duygular bakımından da bir o kadar derindi. Her ne kadar zamanla ayrı yönlere sapmış olsalar da Karina ve Godard yola beraber çıktı ve adımları sinemada silinmez izler bıraktı.




Jean-Luc Godard ve Anna Karina: Efsane Aşıklar


Danimarka doğumlu Anna’nın gerçek adı Hanne Karin Bayera’ydı. Danimarka’daki hayatından mutlu olmayan Karina, 17 yaşında otostop çekerek Fransa’ya geldi. Sokaklarda yaşadı ve filmlere giderek kendi kendine Fransızca öğrendi. Bir gün Les Deux Magots adlı bir kafede otururken bir ajans tarafından keşfedilip mankenlik yapmaya başladı. Ünlü modacı Coco Chanel ona ismini daha dramatik olan "Anna Karina"ya dönüştürmesini önerdi. Anna Karina, henüz Godard ile karşılaşmadan önce başarılı bir manken olmuştu bile.


Godard, 1959 senesinde 17 yaşındaki Anna Karina’yı bir sabun reklamında keşfeder. Ona ilk uzun metrajlı filmi olan À bout de Souffle’da küçük bir rol teklif eder; fakat soyunması gerektiği için Karina rolü geri çevirir. 3-4 ay sonra filminin yüksek başarısıyla birlikte Godard tekrar şansını dener. Bu kez Le Petit Soldat adlı politik filminde ona başrol imkanını sunar. Karina kabul eder ve yönetmenin hayatına böylelikle girmiş olur.


7 yıllık birlikteliklerinde aralarında Pierrot le Fou, Bande a Part, Une Femme est Une Femme, Vivre Sa Vie, ve Alphaville gibi filmlerin olduğu yönetmenin en beğenilen 7 filmini çektiler. İkilinin ilişkisi, bu filmlerin gizli konusuydu. Her bir film Godard’ın Karina’ya hediyeleri gibiydi. Fellini ve Bergman’ın, Giulietta Masina ve Liv Ullmann ile hayatları boyunca yaptığı iş birliğindeki şiirsel ustalığa Godard ve Karina sadece 7 yılda ulaşmayı başarmıştı.


Le Petit Soldat’ın çekimlerine Cenevre’de başlarlar. Anna Karina’nın sevgilisinin de olduğu bir akşam yemeğinde Godard, Karina’nın eline “Seni seviyorum. Gece yarısı Café de la Prez’de buluşalım” yazan bir kağıt tutuşturup masadan kalkar. Sevgilisi olmasına rağmen Karina büyülenmiş gibi gider. “İşte buradasın. Hadi gidelim” der Godard. Geceyi bir otelde geçirirler.


Sabah Anna uyandığında Godard’ı yanında göremez. Kısa bir süre sonra Godard, elinde beyaz bir elbiseyle gelir. Anna Karina’nın Le Petit Soldat filminde giyeceği beyaz elbisedir o. Ardından ikili beraber Paris’e döner. Godard “Seni nereye bırakayım?” diye sorar. “Beni hiçbir yere bırakamazsın! Seninle kalmalıyım, artık gidecek hiçbir yerim yok” diye karşılık verir Anna. Çünkü Godard için her şeyinden vazgeçmiştir ve tüm arkadaşları sevgilisine ettiği ihanetten dolayı onunla ilişkisini kesmiştir.

Bu aşk hikayesi 1961 yılının martında evliliğe dönüşür. Fakat ikilinin evliliği her zaman rüya gibi gitmez. Duygusal ve entelektüel uyumlarına rağmen Godard'ın davranışları zamanla Karina’yı yorar ve kırılgan hale getirir. Kabuslar günden güne artmaya başlar. Aralarındaki ihtiras yavaş yavaş yerini gerilime bırakır. Birliktelikleri boyunca Karina iki kez intihar etmeye çalışacaktır.


Karina’nın bu sinematik şöhretini Godard’a borçlu olduğu söylenir ama bunun tam tersi de doğrudur. Belki de Anna Karina olmasaydı, Godard bu kadar duygusal ve entelektüel derinliğe sahip filmler yapamazdı. Karina, hiç kuşkusuz, onun ilham perisiydi. Çift 1967’de boşanır. Anna Karina bir röportajında “Onun yapısı biriyle yaşamaya uygun değil” diye açıklıyor durumu. Her ne kadar zamanla ayrı yönlere sapmış olsalar da Karina ve Godard yola beraber çıktı ve adımları sinemada silinmez izler bıraktı.






Pierrot le Fou: Belmondo ve Anna Karina

Ve bir Dev Sinemacının Ölümü

13 Eylül 2022 tarihinde yönetmenin eşi Anne-Marie Mieville, Godard'ın ötanazi yaptırdığını, bu yüzden ötanazinin serbest olduğu İsviçre'ye yerleştiğini ve eşi Godard'ın İsviçre'de hekim destekli intihar yöntemiyle hayatını sonlandırdığını açıkladı: “Hasta değildi, sadece bitkindi. Bu yüzden bitirme kararı aldı. Bu kararın duyurulması onun için önemliydi” 91 yaşındaydı. Yönetmenin ölümünü Fransız Liberation gazetesi duyurdu.


















Etiketler:

Comments


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page