Nahal Tze’Elim – Yaşam Yolculuğu
top of page

Nahal Tze’Elim – Yaşam Yolculuğu




100 günü devirdi savaş. Babaannem savaş görmüş biri olarak bana siz görmezsiniz demişti ama dedikleri tutmadı. Ben de çocuklarım da savaş görmüş olduk. Nasıl bir dünyada yaşıyoruz diye sorgulamaktan yorgun olduğum bir gece telefonuma bir mesaj geldiç “Sabah bizimle geziye gelmek ister misin? 6.30da Jerusalem Dominos Pizza’da buluşuyoruz.” O kadar bunalmıştım ki yaşamın ağırlığından, doğa içinde olmanın, hele de kış güneşinin ruhuma iyi geleceğini düşünerek, “Sabah orada olacağım,” diye cevapladım.



Yürüyüşe uygun olduğunu düşündüğüm ayakkabılarım, taytım, canım arkadaşımın tasarladığı Nihi tshirtüm, yılbaşı konseptli kırmızı hediye çoraplarım ve puantiyeli sırt çantamla ile yoladayım.


2 saatlik araba yolculuğunun sonunda tanıdık bir çöl manzarası bekliyordum: kanyon duvarları, kuşlar ve belki de birkaç mini su birikintisi. Beklemediğim şey ise kayalar, ve daha fazlasıyla doğanın kendi muhteşem engelli parkuruydu. Bu parkurda yürümek aksiyon dolu bir video oyunu gibiydi ama aslında yaşamın ta kendisiydi. Manzara çarpıcı tamamen gerçeküstüydü. Bir Holywood filminde bilinmeyen bir gezegene düşmüş insanlardık adeta.

 

 

İlk adımdan bu yürüyüşün pek kolay olmayacağına kanaat getirmiştim. Yaşamın zorluklarını her an içimizde yaşadığımız bu dönemde, çıktığım gezinin de buna paralel olması tesadüf olmamalıydı. Çölün sessizliğinin içindeki kuzgunların çığlıkları masmavi gökyüzünde bir uyarıcıydı. `Bilmediğiniz bir ortama girmeye hazır mısınız? ` Yaşamda bu soruya yer varmıydı acaba? Soruyorlar mıydı ne gibi bir maceraya girmek istediğimizi? Seçme şansımız var mıydı? Savaş olan bir ülkede yaşamak bir seçim miydi? Ya o ülkeden başka yerde sana yaşam şansı verilmiyorsa?


Nahal Tze'elim, Arad bölgesinden Ölü Deniz'e giden uzun bir dere. Sadece yağmur mevsiminde su akışı olan parkuru, yoğun yağış döneminin ardından yürüme şansımız oldu. Molalar, fotoğraf çekimleri ve engelleri aşma arasında geçen süreyi tamamlamamız yedi buçuk saatimizi aldı. Ve bu Nahal Tze'elim'in sadece alt kısmıydı.

 

 












Düz bir yolda başlayan parkur, kısa bir zaman dilimi sonra iniş ve çıkışlar, aşınmış kayaların içinde ilerlemeye dönüşmüştü. Bunlarla başa çıkmak tüm vücudumuzun dikkatini gerektiriyordu. Çölün sessizliğini bozan tek ses öten kuşların, bizler ilerledikçe değişen tempoları ve tepemizde sürekli aktif olan dron sesisydi. Onların sesleri yükselip azalırken, dağ farelerinin hışırtılarıyla heyecanlanıyoruz. Bir ailenin taşların arasından bir yönden diğerine temkinli geçişlerini izliyoruz. Sessizliğinin içindeki vahşiliği görebilmenin keyfine diyecek yoktu. Toprağın suyla buluşmasından oluşan yeşilliğine, kupkuru çatlamış suya hasret hali ekleniyordu. Dramatik fark bana yaşamda şansın olduğunu yeniden hatırlatıyordu adeta.


 

Suyun güçlü akışı olduğu dönemlerin açtığı olukların içindeki sulara giren çocuklar, babalar ve gençler vardı. 17’lerindeydi gençler. Pek yakında ülkelerini savunmak için orduda olacaklar. Ve aileleri her gün dua edecek kapıları çalınıp kötü haber onlara ulaşmasın diye. O çocuklar geleceğin kurtarıcıları, duyarlı politikacıları ve barışın temsilcileri olacaklar mı diye umutlanmak istiyorum. Gözlerimden yaşlar boşanıyor savaşın başladığından beri düşen 500 kusur askeri ,19-30 yaş arasındaki o parlak geleceği olan ruhları düşündükçe. Ellerim su birikintisine dalıyor, soğuk saf su ile yüzümü yıkıyorum herbirinin cennetteki yerlerinde huzurla uyumalarını diliyorum.


 

Çöldeki çamur kaymalarında yürümek denge ve yön bulmayı gerektiriyordu; bu da yürüyüşü çok daha eğlenceli hale getiriyordu! Sivri dişleri olan canavarın ağzından kurtulmaya çalışmakla, aniden üzerinize devasa çakıl taşlarını atacak öfkeli devden kaçıyoruz sanki.


 




Kahve molasının ardından kırmızı yola doğru ilerliyoruz. Bu güzergah bizi kışın Nahal Tze'elim'den akan suyun çoğunun kaynağı olan Ein Namer’e götürecek. Daha kaynağa ulaşmadan havadaki değişikliği hissedebiliyorduk. Kuşlar cıvıldıyordu. Etrafımızda yeşillikler yeşermişti. Sanki bir çöl vahasına yaklaşıyorduk. Içimdeki umudun çoğaldığını, savaş yerine huzurlu günlerin olabileceğine inancımıda arttırdı sanki.



























Ve işte oradaydık. Ein Namer, dev kayaların gölgesinde gizlenmiş kristal bir havuz. Tüm tırmanışımızın ardından güzel ve uzun bir molaya ihtiyacımız vardı. Ayakkabılarımızı çıkardık, ayaklarımızı soğuk suya soktuk. Soframızı kayaların gölgesine kurduk ve saatlerdir yaşamla ve doğayla olan dansımıza ara verdik. Karnımız doyunca kendimi kayanın üzerinde kertenkele misali güneşe teslim ettim. Gökyüzünün mavisinde sorular kafamın içinde dönüyordu. Rehineler karanlık tünellerde güneşi görmeyeli 100 gün olmuştu. Dünya devletlerinin onları 100 gündür evlerine geri getirememesini anlamakta zorlanıyorum. Doğa kupkuru çölden bu vahayı oluşturabiliyorsa umut etmek ve zamanını beklemekten başka çaremiz yok ama zamanın hızla tükendiğininde bilincindeyiz.

Mekan boşalınca tam ortadaki kayaya doğru ilerledim. Kayalıkların arası o kadar sessiz ve huzur vericiydi ki. Kendimi bir denizkızı gibi hissetmeme sebep oldu. Varlığı bilinen, kendisini gören olmamış biri gibi. Gözümü kapattım, ve o korsan gemisine yol açıp onları güvenli denizlere ulaştırdığımı hayal ettim. Gözümü açtığımda ise bizi nereye ulaştıracaklarını bilmediğimiz insanların yönettiği, sınırları savaşla koyulmuş kara parçalarını savunmak için geleceğimizi tüketmek zorunda olduğumuz gerçeği ile sarsıldım.

 

Yeterince dinlenmiştik. Sıra parkurun en zorlayıcı bölümündeydi ama bundan haberimiz yoktu. Tıpkı yaşam gibi çölde de mücadeleye hazırlanmak diye bir şey var. Ama bunu ancak önünüze geldiğinde anlayabiliyorsunuz. Gei Selaim – Çakıltaşı vadisinde yolumuza devam etmeye başladığımızda mücadeleyi fark ettik.

 

Vadiye inebilmek için su yolunu takip ettik ve inanılmaz anılar eklendi hafızalarımıza. Suyun soğukluğuna değen ayaklarımızdan attığımız çığlıklara, kayaların arasındaki suya düşmemek için bedenimizin esnekliği eklendi.  Suyun akışından kaymak gibi kayganlaşmış kayalardan inerken kaslarımızın ağrısına, vadinin dibine iple inerken ki korkularımız eklendi. Ipin ucunda, inene destek olan takım arkadaşlarımızın olmasının değerini anladık. Zor anlarda destek görmenin insanın korkularını azalttığını, sizinle ayni şeyi hissetmeseler de desteğin önemini kavradık. Bu savaşta zorlandığım duyguydu bu. Yahudinin dostu olmaz… Bizi bizden başka kimse desteklemez. Zor bir dönemin içinden geçerken elimi tutan aileme, dostlarıma, varlığımızı destekleyen ülkelere şükür ettim, az olsalar bile iyi ki dedim.

  

 





Ve vadinin dibindeydik. Dağ, arkamızda, sağımızda, solumuzda, önümüzdeydi. Şimdi bu çakıl taşlarının içinden geçerek  finale varmak kalmıştı. Sanki bir devin çakıl taşlarını etrafa saçması gibi devasa kayalar her yere saçılmıştı. Siyah işaretli bir izin peşindeydik ama onu görememenin verdiği tedirginliğin yaydığı adrenalin de tarifsizdi.  Herkes kayalara kendi yöntemiyle tırmanmak zorundaydı. Kimsenin temposu kimseye destek olmuyordu. Herkes bir başınaydı. Tıpkı yaşamdaki gibi. Tıpkı savaştaki Israel halkı gibi. Tıpkı yüreğimizdeki acı gibi.

 


 

 

Bedenimin ne kadar hırpalandığını tarif etmem imkansız. Iniş çıkışların temposunun düzensizliği nefesimi de ayarlamama engel oluyordu. Sürekli su içip, derin nefes alarak vadiyi bitirdiğimizde üzerimdeki mücadele gücünün tükendiğini hissettim. Ama başka şansımız yoktu, bu yolun sonuna ulaşmamız gerekirdi. Tıpkı savaşan askerler gibi, tıpkı umudu elden bırakmayan rehineler gibi. Yeniden ve yeniden, inişler, çıkışlar, inişler, çıkışlar…


 

Başladığımız noktaya vardığımızda, gün maviden kırmızıya dönüyordu. İçimde parkuru bitirmiş olmanın derin mutluluğu, kendimi sona taşıyabilmenin haklı gururunu yaşıyordum. Kıpkırmızı gökyüzünün yeryüzünde dökülen onca kanla boyandığını ve ne olursa olsun mavi gökyüzünün renklerinin asla solmayacağını bilmenin gerçeğiydi kalbimin içindeki his.

 

Bu parkur hayatımda yaptığım en zorlayıcı ve en duygusal yürüyüştü. Sizlere azda olsa ortamı tanıtabildiysem ne ala. Sürçü lisan olduysa da onuda yaşadığım duygusal iniş çıkışlara verin.

 

Ne beden kondisyonum, ayakkablarım, kıyafetlerim, çoraplarım ve ne de sırt çantamın bu yürüyüşe uygun olmadığını parkuru bitiridiğimde farkettim. Demek ki yaşamda hazırız dediğimiz anları yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini bana işaret eden bu geziye teşekkurler.

 

Navigasyonunuza Nahal Tze’Elim yazınca sizi bomboş bir araziye getirecektir. Arabanızı park edin. En az 3 lt su, güneş kremi, şapka ve atıştırmalıklarla dolu sırt çantanızla maceraya eklenin. Her yaşa uygun olan bu parkuru yoğun yağış dönemi haricinde keyifle yapabilirsiniz.

 

En az iki ama kalabalık olmanın daha keyifli olacağını söyleyebilirim. Bu geziye çıkmadan bir kaç hafta önce biraz kas ve kardiyo egzersizleri yapmanızı da öneririm, yoksa benim gibi ertesi gün ilaçlarla pert yatmak durumunda kalabilirsiniz.

 

Güzel ülkenin yeni parkur yazılarında görüşmek dileğiyle, barışla kalın, rehinelerimizde bir an evvel eve dönsünler.




Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page