İzzet Bahar: İkinci Dünya Savaşında Türkiye ve “Yahudi Meselesi”
top of page

İzzet Bahar: İkinci Dünya Savaşında Türkiye ve “Yahudi Meselesi”


İzzet Bahar: İkinci Dünya Savaşında Türkiye ve “Yahudi Meselesi”

Robert Schild



Özellikle 500. Yıl Vakfı’nın kuruluşunun ardından ve o dönemin beraberinde getirdiği hava ile, Türkiye Cumhuriyeti’nin II. Dünya Savaşı sırasında Yahudilere karşı tutumu çok olumlu biçimde tanımlanmaya başlanmıştı. Bu konu üç ana başlık altında analiz ediliyordu ki, bunların birincisi Fransa’da yaşayan Türk uyruğundaki Yahudilerin kurtuluşlarını kapsıyordu. İkinci başlık, Nazi Almanyası’nı terk etmek zorunda kalan Yahudi asıllı akademisyenlere, üçüncüsü ise soykırımdan kaçmayı başarmış Yahudi göçmenlere ayrılmıştı.


Bu üç konuda İkibinli yılların başında birkaç roman, kimi Türk diplomatlarının anıları ve ayrıca iki ticari film, “Yahudi Meselesine” karşı gösterilmiş olan “hoşgörü” ile yardımlara eğilmekteydi. Öte yandan, özellikle Rıfat Bali’nin kaleme aldığı çok sayıdaki kitap ve makale, Alman Corry Guttstadt’ın Türkiye, Yahudiler ve Holokost kitabıyla bazı makaleleri ile ABD’de yaşamakta olan İzzet Bahar’ın daha sonra kitaplaştırılmış yüksek lisans ve doktora tezleri, durumun pek de öyle olmadığını öne sürüyordu...


Bahar’ın bu konuda yayımlamış olduğu değişik makaleler, Libra Yayınları tarafınca 2020’de İkinci Dünya Savaşında Türkiye ve “Yahudi Meselesi” adı altında kitaplaştırıldı. Bu makaleler, yukarıda sıraladığımız üç konuyu büyüteç altına alıyor ve her birinde dolaşan “kralların” büyük bir bölümünün “çıplak” olduğunu ortaya koyuyor, çok sayıda belge ile nice tanıklıkların ışığında!..


Dört ana bölümden oluşan bu kitabın “Çıkarların Uyuşması” başlıklı birinci bölümü, 1933 yılından başlamak üzere İstanbul ve Ankara Üniversiteleri’nde istihdam edilen, çoğu Yahudi olan Alman akademisyenlerini konu alıyor. Albert Einstein ile dönemin Başbakanı İsmet İnönü arasındaki yazışmadan da görüleceği gibi, bu bilim adamlarının salt Yahudi oldukları için değil, “aryan” olarak tabir edilenler ile yapılan görüşmelerin “hiçbir netice vermediği” için konuk edildikleri açıkça ortaya çıkıyor.


“İşgal Fransa’sında Türk Yahudileri” başlıklı ikinci bölümde, Türk diplomatik temsilciliklerinin kendi aralarında ve Ankara Dışişleri Bakanlığı ile yaptıkları yazışmalardan anlaşıldığı üzere, yukarıda değindiğimiz koruma ve yardım söylemlerinin “fazlasıyla abartılı olduğunu ve gerçek durumla pek de bağdaşmadığı” görülüyor... Burada özellikle beş seneden daha uzun bir süre boyunca Türkiye konsoloslukları ile temasta bulunmamış olan, diğer bir ifade ile “gayrı muntazam” Türk asıllı kişilerin üvey evlat muamelesi gördüğü anlaşılıyor. Bu durum, 1943’den başlamak üzere Türk Yahudilerinin memleketlerine geri çekilmesi konusunda konsoloslukların kayıtsızlığı ile belli olmuş – dahası, “muntazam” durumda olsalar bile, Yahudi Türk tebaasına dönüş vizesi vermemeleri ile dışa vurulmuştu...


Toplam 110 sayfa ile, 330 sayfalık kitabın ana bölümünü oluşturan “Diplomatlar”, özellikle Fransa’daki durumlara büyüteçi daha da yaklaştırıyor, bu kez bireysel analizlerde bulunarak... İzzet Bahar’ın hemen giriş paragrafında belirttiği gibi, koruma ve kurtarma çabaları, “Ankara’nın bu konudaki direktiflerinden ziyade, bu ülkedeki Türk diplomatlarının kendi kişisel inisyatif ve gayretlerinde olduğu” şeklindeydi. Nitekim, örneğin Büyükelçi Behiç Erkin, 1943’deki bir yazısında Marsilyalı Türk Yahudilerin “kafile halinde memlekete sevkini bazı noktalarda mahzurlu” buluyordu. Ona karşılık Fahri Lyon Konsolosu Albert Routier’nin, kimi Yahudileri kurtarmak için onlara sahte evrak dahi düzenlediği görülmüştü – ta ki, Büyükelçi Şevki Berker tarafınca görevinden uzaklaştırılana dek!.. Bunun gibi, Pariş Başkonsolosu Fikret Şefik Özdoğancı “muntazam” vatandaş konumunda olan Yahudilerin Türkiye’ye dönmelerini sağlamakla, “hak ettiği övgüyü almamış” bir diplomat olarak görülebilir. Öte yandan, Auschwitz’e giden bir trene Türk Yahudileri ile birlikte binmiş olduğunu belirten Marsilya Konsolos Muavini Necdet Kent’in bu anlatısının, kanıt ve tanık yetersizliği yanı sıra “gerçeklerle uyuşmadığı” anlaşılıyor ve kendisine Yad Vashem’in vermiş olduğu “Uluslararası Dürüst” ünvanını aldıramıyordu... Buna karşılık, 42 Yahudinin ölüm kamplarına gönderilmesine engel olabilmiş Rodos Konsolosu Selahattin Ülkümen, bu ünvanı hak etmiş olan tek Türk diplomatı olarak tarihe geçecekti. Viyana Başkonsolosu Behçet Şefik Özdoğancı ise, Avusturyalı Yahudilerin ellerinden alınmış sanat eserlerini değişik mezatlarda almak ile yetinecekti!!


Kitabın dördüncü ve son bölümü, “Yahudi Mülteciler Sorunu” ana başlığını taşıyor. Buradaki iki alt bölümde, II. Dünya Savaşı öncesi ve sırasında İstanbul üzerinden Filistin topraklarına göç etmek isteyen özellikle Doğu Avrupalı Yahudilere Türkiye Cumhuriyeti’nin tutumundan söz edilmektedir. Bu konuda Ağustos 1938’de çıkartılan, son derece olumsuz bir kararnameye karşılık Ocak 1941’deki ikinci kararname, transit geçiş şartlarını hafifletmişti... Özetle belirtilebilir ki, özellikle Struma trajedisinin sonrasında, Türkiye’den sadece transit olarak geçmek isteyen Yahudilere yönelik, diğer müteffiklerle “iş birliğine açık, insancıl bir yaklaşımın hüküm sürdüğü” görülebiliyor.


İzzet Bahar’ın kitabı, titiz bir çalışma ile salt belgelere dayandırılmış ve sayısı bine yaklaşan dipnotları da içerdiğinden, ancak aynı titizlikle okunabilir. Bunun karşılığında okur, “resmi tarih”in yanı sıra bu konularda başka başka bilgiler edinebiliyor...


Not: “tırnak ve italik” içinde belirtilen bölümler, kitaptan bire bir alıntılardır.



· İzzet Bahar: İkinci Dünya Savaşında Türkiye ve “Yahudi Meselesi”; Libra Yayıncılık, 2020; 324 sayfa, 70 TL



*****

Bir sonraki yazı: 3 Mart 2021

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page