GENÇLERİMİZ BAŞARIYOR…(1)
top of page

GENÇLERİMİZ BAŞARIYOR…(1)


Feride PETİLON





Hay Eytan Cohen Yanarocak’ı tanıyalım …



Aliya yapmak zorlu ama keyifli bir süreç. Ancak yeni bir ülkede hayat bulmak, hayat kurmak o kadar da kolay olmasa gerek. Tanıdığım takdir ettiğim birçok genç ile konuyu irdeledik. Başarıya giden yolda karşılarına çıkan çakıl taşlarını temizleme yolculuklarını konuştuk. Ve bir yazı dizisi ortaya çıktı.

İlk gencimiz hepimizin yakından tanıdığı, başarı merdivenlerini şevkle tırmanan Hay Eytan Cohen Yanarocak…

Haydi hep birlikte O’nun yolculuğuna paydaş olalım.



Hay Eytan Cohen Yanarocak kimdir?


1984 yılında İstanbul’da Sara ve David Kohen Yanarocak’ın, abim Soni’nin ardından ikinci oğulları olarak dünyaya geldim. Sevgi dolu bir aile ortamında büyüdüm. Bugün 39 yaşındayım. Sary adında dünyalar güzeli bir kızın babasıyım.



Ben kimim sorusunun cevabı aslında 2-3 satırdan daha derin. Belki de çocukluğuma inmem gerek... Her ne kadar çok sıradan duyulacaksa da bugünkü düşüncelerimin hatta kariyerimin üzerinde ilkokul günlerimde yaşamış olduğum tecrübelerin ve aldığım eğitimin oldukça büyük bir etkisi olduğuna inanıyorum.



43 kişilik ilkokul sınıfımızda ilk üç yıl adı tek “garip” olan çocuk bendim. Son iki yıl bir Yahudi ve bir Ermeni arkadaşımın da sınıfa katılması ile birlikte bu konudaki tekelim sona ermişti. Ancak duygularım hep baki kaldı. Adım üzerinden farklı hissetmem veya evde aldığım güçlü Yahudi kimliği ve İsrail sevgisi ile okulda tanıştığım Türk ve Müslüman kültürünün karşı karşıya gelmesi ve ortaya çıkan tezatlıklarla benliğimden feragat etmeden yüzleşmem beni ben yaptı diyebilirim. Buna karşın şikayetçi değilim. Aksine, yaşadığım tüm deneyimler için müteşekkirim.


Geriye dönüp baktığınızda aslında pek de normal olmayan bu yoldan hepimizin geçtiğini fark edeceksiniz. Düşünsenize, hafta içi okul günlerinde atalarımızın Orta Asya’dan gelip at sırtında üç kıtada yedi düvele meydan okuduğunu öğrenirken, aynı ben, hafta sonu farklı atalara sahiptim. Bu atalar Mısır’dan köle olarak çıkan tüm düşmanları tarafından bozguna uğratılmış ancak imha edilememiş olmanın zaferi (!) ile övünen bir başka tarihi anlatısının ürünüydüler.


Aynı anda bu iki tarih ve kimlik yüklemesine maruz kalan bir çocuk, haliyle ortaya çıkan bu kimlik karmaşasında doğduğu andan itibaren otorite olarak kabul ettiği ilk merciye yani anne-babasına başvurur. Bizim evde cevap açıktı. Hafta içindeki atalara saygımız sonsuz ancak biz hafta sonundakileri baz alıyoruz...



İşte bu cevabı aldıktan sonra Yahudi tarihi ve kültürünü derinlemesine öğrenme merakı başladı. Hafta sonları Caddebostan Sinagogu ve Göztepe Kültür Derneği'nde edinmiş olduğum temel eğitimin üzerine kitaplar okumaya başladım. Örneğin sinagogdan aldığım İbrani Tarihi adlı kitap sayesinde bize en çok öğretilmek istenen dini öğelerin yanında aslında bence çok daha ilginç başka bilgilerin var olduğunu keşfetmiştim. Mesela bütün kölelik edebiyatı üzerine kurulan tarihimizin önemli bir parçasında bir krallığımız olduğunu, bu krallığın savaşlar yaptığını hatta toprak alıp, kaybettiğini öğrendim.



Okulda en sevdiğim ders Tarihti.. Devletlerin yıkılması kurulması, sınırlar, bayraklar, silahlar benim inanılmaz ilgimi çekiyordu. Ben durur muyum? Hemen Tarih atlası açıldı, haritalar bulundu karşılaştırmalar yapıldı, ansiklopediler açıldı, özetler çıkarıldı... Sonra tüm o çok uzak tarihin günümüz siyasetine nasıl etki ettiği... Binlerce yıl önce ortaya çıkmış siyasi sembol ve dini öğretilerin bugün hayatımıza nasıl dokundukları beni büyülemeye devam etti. Bu konuları o yaşımda hiçbir arkadaşımla konuşamıyordum. Pek de anlaşamıyordum zaten konuştuğumda da...


Neyse, sonunda ilkokul bitip lise günleri geldi çattı. Adres Musevi Lisesiydi. Anne kucağı vari bir ortamda yetiştik desem yeridir. Harika dostlukların yanı sıra, okul bana özgüven aşılayan bir yuva oldu. Geriye dönüp baktığımda mükemmel olarak adlandıracağım öğretmenlerim hayatıma dokundu. Her birinin emekleri tartışılmaz ama Felsefe öğretmenim Asım Erhanezer ve Tarih öğretmenlerim Veysel Yüksel ve Emel Ayvalıoğlu’nu anmadan edemem.


Lise eğitimimi bitirir bitirmez siyasi fikirlerimin de etkisiyle aliya yapma kararı aldım. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. O süre zarfında tavan yapan terör saldırıları nedeniyle babam bu adımı atmama engel oldu. Geriye dönüp baktığımda iyi ki de oldu diyorum. Bu şekilde İstanbul’da dört yıl daha yaşayıp bu şehri bir yetişkin olarak daha uzun yaşama fırsatına kavuştum.


Liseyi bitirir bitirmez Yeditepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Siyaset bölümüne girdim. Burada özellikle siyaset bilimine giriş, siyaset teorisi ve modern siyasi düşünce dersleri kafamda havada olan birçok konuyu gediğine oturttu.


Eğitimini Türkiye’de tamamladın. Üniversiteye giderken böyle bir kariyer hayal ediyor muydun?


Akademik kariyer kararı o zaman çok netleşmemişti aslında. Ancak yüksek lisans fikri Yeditepe’deki üçüncü senemde somutlaştı. Tıpkı lise öğretmenlerimi zikrettiğim gibi bu kez de üniversitede hayatıma dokunan Dr. Sarah Munn’un adını anmadan geçemem. Kendisi bir gün ders çıkışında beni yanına çağırdı. Ders sırasındaki tartışmalardan ve sunduğum katkılardan etkilendiğini ve mutlaka master ve hatta ardından da doktora yapmam gerektiğini söyledi. Gururum okşanmıştı diyebilirim.



O gazla aliya dosyamı bir yüksek lisans bahanesiyle yeniden gündeme almam gerektiğine karar verdim. İsrail’deki üniversiteleri ve araştırma enstitülerini daha yakından tanıma amacıyla Sohnut’un açmış olduğu yaz stajı programına üst üste iki yıl katıldım. Bu stajlar sırasında Kudüs İbrani Üniversitesi’ndeki Truman Araştırma Merkezi’nde ve Reichman Üniversitesi’ndeki Terörle Mücadele Araştırma Merkezi’nde araştırmacı stajer olarak çalıştım. Bu tecrübeler sayesinde hem araştırma enstitülerinde çalışma ortamını görürken aynı zamanda İsrail’deki network’ümü kurmaya başladım. Bu süre zarfında İbraniceye özel önem vererek Musevi Lisesi’nde edindiğim temeli çok sıkı bir şekilde sağlamlaştırdım. Hatta birkaç kat daha çıktım diyebilirim.


Aliya yapmak nasıl bir yolculuk. Aliyanın ilk yıllarını anlatman mümkün mü?


Hani diyorlar ya... “artık sizi yeşil sahalarda görelim Hay Bey”... aynen öyle. Bugüne dek sürekli olarak “aliya yapınca onu yapacağım, sonra bunu yapacağım” diyordum. İşte haydi buyrun... Aliya tam anlamıyla kendimi kendime kanıtlama yolculuğu oldu benim için. Hala de öyle.


Aliya herkesin yapabileceği veya herkese uygun olan bir tecrübe değil. Hayatına “reset çekmek” ve her şeyi kendi ellerin ve tırnaklarınla kazıyıp kazanmak demek aliya. Şurada babamın tanıdığı vardır, orada annemin arkadaşı vardır vs. Tüm bu kolaylaştırıcı etkenlerin olmadığı bir dünya.


Her ne kadar mantıken ve kalben kendimi buraya ait hissetsem de Türkiye’de büyütülmüş olmaktan kaynaklanan kültür farkından dolayı ortaya çıkan sancılar yaşadım. Bu koşullara alışmak için zaman ve emek gerekti. Emekten kastım elbette ki İbraniceye hakimiyet.


Aliya sonrası uçaktan sonra ilk istikamet başkent... Önce Ulpan Etzion’da yaklaşık 8 aylık çok yoğun bir İbranice eğitimi... Ardından yüksek lisans yapmak üzere Tel Aviv Üniversitesi Güvenlik Bilimleri bölümünün yolunu tuttum. Ancak tam anlamıyla İsrailli olabilmek için İngilizce program yerine İbranice programı seçmeye karar verdim. Bu da bana bu kez de Ulpan Etzion’un üzerine bir yıl daha İbranice eğitimi almam gerektiği anlamına geliyordu. İbranice haricinde üniversite dersleri de başladı. Haliyle dersler İbraniceydi... ve derslerin yaklaşık %30’u benim için Çinceden farksızdı. Sınıftaki bir iki arkadaş, ses kayıtları ve sıkı bir çalışma neticesinde yüksek lisans programını birincilikle bitirdim.


Bu başarımın ardından bir yıl okumaya ara vermeye karar verdim. Özel sektörde çalıştım. Bu süre içinde vahşi kapitalizmden o denli nefret ettim ki “yıpratma savaşı” adını taktığım doktora programına güle oynaya kayıt oldum. Kayıt olmaya gittiğim gün annem ve babam da benimle birlikte üniversiteye gelip beni yüreklendirmişlerdi. O günü hiç unutamam.



Yüksek lisanstaki başarım sayesinde tarih yüksek okulu doktora programına tam burslu olarak kabul edildim. Aynı zamanda yüksek lisans tez danışmanım Prof. Ofra Bengio sayesinde ise Moşe Dayan Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi’nde araştırmacı olarak işe başlayarak hayatımın en önemli dönemini başlattım. Kendisinin rehberliğinde yazdığım doktora tezi 2017 yılında Tel Aviv Üniversitesi senatosunun kararıyla onaylandı ve doktor ünvanı almaya hak kazandım.



Geçtiğimiz yıl, doktora tezimi güncelleyerek Amerika’da bulunan Rowman & Littlefield – Lexington Books yayınevinden “The Evolution of the Turkish School Textbooks from Atatürk to Erdoğan” (Atatürk’ten Erdoğan’a Türk Ders Kitaplarının Evrimi) adlı ilk kitabımı yayınladım.


Doktor ünvanı almamın hemen ardından Kudüs Güvenlik ve Stratejik Araştırmaları Merkezi’nde (JISS) de eş zamanlı olarak çalışmaya başladım. Araştırma enstitüsünün yanında üniversite hayatından geri durmak istemediğim için o gün bugün hala Tel Aviv Üniversitesi, Kudüs İbrani ve Ben Gurion Üniversitelerinde Ortadoğu tarihi, Osmanlı tarihi ve modern Türkiye alanlarında hem İbranice, hem de İngilizce programlarda ders veriyorum.

İsrail’de seni en çok etkileyen olaylar nelerdir?


Gülü seven dikenine katlanır derler. Doğru. Oldukça dikenli bir gül olan İsrail’i seviyorum. Bu konuda fikrim değişmedi ve değişmeyecek de. Beni en çok etkileyen olaylara gelirsek... Maalesef buradaki hayat pahalılığı ve zaman zaman nükseden güvenlik konusundaki zafiyetler listenin başında. Kuşkusuz tüm bunlara bir de son dokuz aydır süre gelen yargı reformu karşıtı protestoların sonucunda ortaya çıkan derin kutuplaşmanın da beni çok etkilediğini söylemek zorundayım. Bu sosyal çatırdamayı üniversitelerde iliklerinize kadar hissedebiliyorsunuz.


Aliya yapmak isteyen gençlere tavsiyelerin nelerdir?


İlk vereceğim tavsiye: İbraniceyi doğru düzgün öğrensinler. Bu ülkenin kültür diline vakıf olmadan kilit pozisyonlara gelmeniz mümkün değil. Bu gerçeği içselleştirirlerse, bu sorunu ortadan kaldırırlarsa o halde İsrail’in onlar için sunacağı fırsatları da göreceklerdir.


İkinci vereceğim tavsiye: Hayalleri konusunda inatçı olsunlar. Kısa süre içinde pes edip, geri dönüp yıllar sonra “keşke” demeyi bu yaşta reddetsinler. Kendilerine erişebilecekleri küçük hedefler koysunlar. Safha safha, kendi ilerlemelerini görüp küçük hedefleri orta ölçekli hedeflere, ardından da büyük ölçekli hedeflere dönüştürsünler. Sıkı çalışma ile başarı gelecektir.


Sık sık televizyon programlarına katılıyorsun. Hemen hepsi canlı yayın. Bu programlara kendini nasıl hazırlıyorsun?


Sürekli okuyup haberler hakkında bilgi sahibi olarak. Bir de artık oldukça tecrübe kazandım. Tam 10 yıldır televizyon programlarına katılıyorum. Habercilerin programlara nasıl hazırlandıklarını öğrendim. Eskiden daha çok bana sorulan sorulara yanıt verme konusuna yoğunlaşıyordum. Bunu hala yapıyorum tabii ama artık soruya verdiğim yanıtı kısaltıp ekran süremin, konuşulmasını istediğim siyasi gündemi dillendirip programın akışını değiştirip kamuoyu ve karar alıcılar üzerinde etki etme üzerine yoğunlaşıyorum.


Siyaset analizi yaparken tarafsız olman gerekiyor. Bu durum seni zorluyor mu?


Elbette ki zorluyor. Bizimkisi bir ip üzerinde dengede yürümeye çalışmaktan farksız aslında. Her ne kadar tarafsız olmaya çalışsam da memnun edemediğim ve edemeyeceğim insanlar her daim mevcut olacaktır. Bu meslekte olup herkesi aynı anda tatmin etmeniz imkansız.


İsrail’in bugün bulunduğu siyasi durumdan düzlüğe çıkması için nelerin değişmesi gerekiyor?


Değişim ve konsensüs... Her ikisi de bugün çok uzak iki kavram. Kanımca Amerikan başkanlığında olduğu gibi başbakanlık süresinde iki veya üç dönem şeklinde sınırlandırılmalı. Bu hükümet kanadının vereceği bir taviz… Bunun yanında muhalefetin de artık yargı erkinin, yasama ve yürütme erki üzerinde kurmuş olduğu kati egemenliğinin devam edemeyeceğini içselleştirmesi gerek. Elbette ki bu tam anlamıyla hükümetin istediği gibi yargının içinin boşaltılması ile sonuçlanmamalı. Ama artık var olan bu sistemin de sürdürülebilir olmadığının anlaşılması gerektiğini düşünüyorum.




Bu satırları okuyan her iki tarafın taraftarlarını yine memnun edemediğimin farkındayım. Ancak siyah-beyaz olarak bölünmektense daha karmaşık gri bir portre çizmeyi yeğliyorum. Popüler bir seçenek değil farkındayım. Hatta her iki kamp tarafından da sevilmeyenler listesine gireceğimden de eminim.

Dünyanın birçok yerine seyahat ediyorsun. Bu yolculuklar seni nasıl besliyor?


Her ülke bir dünya. Değişik mantaliteleri ve kültürleri okumanın yanında görerek öğrenmek paha biçilmez. Kendi işim ile alakalı olarak da katıldığım etkinlikler bana bulunduğum ülkenin kendini nasıl tanımladığını, gücünü, sosyolojisini, yapabileceklerini ve yapamayacaklarını görme konusunda gözlem yapma fırsatı sunuyor.



Tüm bunların yanında Amerika’dan Çin’e, Avrupa’dan, Afrika’ya hatta Hindistan’a uzanan geniş bir network ağım var. Kuşkusuz bu şekilde değişik konferanslara katılıp ülkelerinde kilit konumda bulunan kişilerle tanışıp ortak projelere imza atma şansını elde etmiş oluyorum.


Öğrenmek mi öğretmek mi seni büyütüyor?


Öğrenmek. Her daim. Bu konuda sürekli bir açlığım var.

KISA KISA

10 yıl sonra… Mesleğimde teoriden pratiğe geçmek istiyorum.

Aynaya bakınca… Yılların ne kadar hızlı geçtiğini anlıyorum.

Dinlenmek için… Çok çalışıp hak etmek gerek.

Gece mi, gündüz mü? Gündüz

Dağ mı, deniz mi? Deniz

Şort t_shirt mi, pantolon gömlek mi? Gömlek pantolon


Film seyretmek mi, kitap okumak mı? Film seyretmek. Zaten bütün gün okuyorum.



-Teşekkürler. Seni “sahalarda” görmek bizi mutlu ediyor. Böylesi başarılı bir genç için “çocukluğunu bilirdim” demek kadar büyük bir gurur yok. Daha sonraki günlerde siyaset hayatında daha da

İleri gideceğinden eminim…


- Ben teşekkür ederim…

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page