(Yazarı sesli dinlemek için tıklayınız)
Uzun bir aradan sonra, ancak şimdi klavye başına geçebildim ve aklım ve kalbimdekileri tuşlamaya başlayabildim. Karantinaya girdiğimizden beri verimliliğin hayat tempomuzla nasıl da direk ilişkili olduğunu bir defa daha anladım. Haziran sonu itibariyle tatil ve seyahat sezonun başlamasıyla bendeki iş verimliliği ciddi anlamda sekteye uğradı diyebilirim. Sosyal ve duygusal yoğunluk zihinsel devinimlerimi yavaşlatmış olsa gerek ki, yaz boyu aklımı bir türlü odaklayıp bir satır dahi kaleme alamadım. Bir tür “tıkanmışlık” yaşadım diyebilirim. Oysa, hayat devam ediyor ve olaylar tüm hızıyla cereyan ediyordu; bense olan bitene seyirci kalmakla yetindim. Sanırım önümüzdeki aylarda teker teker kaleme akacak hepsi…
Eylül ayı geldi çattı ve yaz sezonu, benim gibi okullu aileler için sona erdi; yani tatil bitti! Ben de herkes gibi evime, işime gücüme döndüm; şu anda da eski düzenime girmeye, rutinime geçmeye uğraşıyorum. Bu arada değinmeden edemeyeceğim, son iki haftadır kara ve hava yolları tatilini Türkiye’de yapıp yurtdışındaki evine akın edenlerle dolu! Sanki topluca göç ediyoruz… Akın edenleri bilemiyorum ama benim içimde karmaşık duygular var: bir tarafta ileriye, yapacaklarıma bakmanın verdiği umut ve enerji, diğer yandan arkamda bıraktıklarımın yarattığı tatlı bir acı… Bileşkesi de garip bir hüzün… Bu yaza ve tatile veda hüznü değil; sevdiklerimden ve benim için çok değerli olan her şeyi olduğu yerde bırakıp yoluma devam etme hüznü… Tanıdık geliyor mu?
İtiraf ediyorum, kendimi bildim bileli, her yıl bu zamanda bu duyguları yaşarım; bir yerden veya sevdiğim kişilerden ayrılırken bu karmaşık duyguları taşırım. Salt tatlı acı bir hüzün değil benimkisi; son derece güçlü, fırtınalı ve beraberinde gözyaşlarıyla tezahür eden bir dışa vurum. Tabii, duygu yoğunluğu, gücü ve etkisi kimden ve nerden ayrıldığıma göre değişkenlik gösterir. Ayrılık vakti yaklaştıkça şiddeti artan bir iç huzursuzluk diyebilirim. Bazen usul usul, yavaşça yaklaşıp kısa kısa varlığını hissettirir; bazense müthiş gürültülü gelip saatlerce içimde, gittiğim her yerde benimle dolaşır. Ayrılık anı gelip çattığında olay kopar. Özellikle annem ve babamdan ayrılma esnasında, içimde sözde “yönettiğim” duygular bir anda gözyaşı seliyle patlayıverir. Sonrasında ne mi olur? Yola çıktıktan ve geri dönüşü olmadığından, fırtına sonrası durgunluk gibi, dinginlik ve teslimiyet hali gelir; o “kaçınılmaz ayrılık” bana hüzün verse de, beraberinde teslimiyetten doğan kabulle ileri bakma ve yola devam etme gücü getirir. Veee… yola devam ederim. Bu sene de aynen böyle oldu.
Bunlar tarifi zor, kelimelerin kifayetsiz kaldığı haller... Beni ancak benzer yollardan geçen ve deneyim yaşayan anlayabilir. Genlerinde göç travmaları taşıyan bir ırktan gelmenin bilinciyle, bu yolda yalnız olmadığımı biliyorum! Yıllardır ayrılığın bende bıraktığı duyguları analiz ediyor anlamlandırmaya, kendimce içimde yönetmeye, bir ölçüde regüle (kontrol değil regülasyon) etmeye uğraşıyorum. Hatta, bu süreci kolaylaştırmak ve hızlandırmak adına, sınırlarımı aşmaya ve konfor alanımdan çıkmaya karar verdim. Başıma nelerin geleceğini bile bile… Gidiş-gelişlerin ayrılıkları ve duygu karmaşasını arttıracağını bilerek ve belki nihayetinde buna alışacağımı düşleyerek kendimce büyük bir hamle yaptım: yaşantımı İstanbul’dan Barcelona’ya taşıdım! Amacım, önce kendimde sonra da dolaylı olarak kızımda bu çeşit ayrılık süreçlerini yönetme becerisini geliştirmekti.
Bu arada, bilimsel araştırmalara göre bu tür stres ve kaygı genler aracılığıyla nesilden nesle aktarılır. Bu kaygıları yok etmek adına bugün attığımız her tür adım üç nesil sonrasına etki veya fayda sağlar. Başka bir dille ifade edecek olursam, değişim ve dönüşüm büyükanne-babadan başlamalı ki çocuklarımızın çocukları özgürleşebilsin. İşte ben de bu yolda kendime bir hedef belledim ve yol alıyorum. Dört sene oldu. Mehter marşı gibi -iki ileri bir geri, ağır adımlarla ilerliyorum. Ama derin ve sağlam! Her ayrılık yeni bir deneyim getiriyor; ama içimdeki huzursuzluk hiçbir şekilde yok olmuyor. Derinlerde bir yerde yerleşmiş bir olgu gibi, bu duygu benden “ayrılmak” istemiyor! Sanki “o” ve ben bir bütünüz… J Ayrılık ve varlık… Aynı ölüm ve yaşam gibi... Daima yan yana giden, birbirinden hiç kopmayan, birbirini tamamlayan bir ikili gibiler… Belki de gibi’si çok, öyleler.
Covid-19 bize ölümle burun buruna gelebileceğimizi, hayatta hiçbir mutlak kesinliğin olmadığını, çok şey bilsek de aslında hiçbir şey bilmediğimizi kafamıza vura vura öğretmedi mi? Hayır! Öğretemedi! Hala almamız gereken bazı dersler var! İnandığım şu ki, hayata ve yaşama ne kadar bağlı olursak olalım, hepimizde bir nebze ayrılık kaygısı, kaybetme endişesi ve ölüm korkusu mevcut. Şiddeti değişiklik gösterdiği gibi, tetiklenme şekli de kişiden kişiye değişiyor. Ancak kat’i bir nokta var ki, Covid-19 büyük tetikleyici unsur oldu; hayatımıza girene kadar birçok kişi için ayrılık kaygısı veya kaybetme korkusu uzaktan çalınan bir ses gibiyken, bugün benim gibi karmaşık duygulara kapılanlar çoktur muhakkak. Bu noktada belki de özgürleştirici unsur farkında olmak, kabul etmek, ve onunla yaşamak.
Bunu bana ne mi söyletiyor? Belki doğrudan Pandemiye bağlamak yanlış olabilir; ama hayatımın hiçbir evresinde bu kadar çok üstü üste ölüm haberi almadım. Adeta bir toplu göç haline tanık oluyoruz. Yazlıkçıların “tatil bitti, seneye yeniden dönmek üzere” cinsinden değil; geri dönüşü olmayan bir göç. Merak ediyorum, çevremde kaç kişi bu gözlemleri yapıyor, duygularımı yaşıyor… Kendime çokça sordum, acaba bu olgu salt bana mı ait, yoksa kolektif bir bilincin parçası mı diye… Vardığım kanı, bir bütünün -yani kolektif bir bilincin parçası olduğumuz. Uzaklarda, küçücük dünyamda ne yaşıyorsam dünyanın bir başka ucunda yaşayan birileri benzerini deneyimliyordur. Benim kadar sık veya yoğunlukta olmasa da “ayrılık” kaygısını biliyordur. Aynı “her canlı ölümü tadacaktır” anlayışı gibi!
Son söz: Yeni yıla girdik -5782! Shana Tova u Metuka. Bu yeni yılda her canlının deneyimleriyle yaşam-ölüm dualitesine katkı sağlamasını ve kolektif bilince hizmet etmesini içtenlikle diliyorum.
Barcelona’dan sevgiler
7 Eylül 2021
Comments