(Yazarın yazısını sesli dinlemek için tıklayınız)
Bu başlık ‘’Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya’’ benzedi. Fakat Yeni Yıl dönemine yakışan bir konu: Geçmişe bakıp ders almak, günümüzü değerlendirmek ve geleceğe göz kırpmak.
Yazılarımda hep çoklu kimlik sahibi olduğumu, aidiyetlerimin üst üste yerleştirilmesinde bol kaşerli, sucuklu tost misali tatlardan yararlandığımı, fakat temel ilkelerimden de hiç ayrılmadığımı belirttim geçmişte.
Tabii, Yahudi kimliğim üstüne inşa ediyorum, Türkiyeliliğimi, Avrupalılığımı, hatta dünya vatandaşlığımı…Şimdiye kadar Protestan etkiler altında kalmama pek değinmedim, fakat aynı okuldan yetiştiğim Herkül Milas’ın “Bir Rum’un Robert Kolej Yılları” anısı bende çağrışımlar uyandırdı.
Eğitim açısından şanslıydım. İstanbul, Robert’te 13 yıl geçirdim (1956 – 69). İki yıl İngilizce hazırlık, orta, lise derken makine mühendisi olarak Yüksek Okul’dan mezuniyet (henüz Boğaziçi Üniversitesi olmamıştı). 19. Yüzyılın sonu ile 20. Yüzyılın başlarında inşa edilen taş binalar arasında Boğaza nazır koca bir kampüs çevresinde, Amerikalı ve Türk hocaların dostlukları ile bol hobili, az ders ezberli öğrenim yılları bizleri hayat için yonttu.
Aslında Robert Lisesi 1863’de Osmanlı’da Rum, Ermeni ve Bulgar etnik kesimin Ortoduksluktan sıyrılıp Protestan etiğine ve felsefesine hazırlanmaları amacıyla kurulmuştu. Başlangıçta Müslüman ve Yahudi öğrencilere hitap etmiyordu. Ancak Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte ve özellikle 1945 sonrası yelpaze genişledi. Okuduğum yıllarda Yahudi öğrencilerin oranı % 10-15 civarındaydı.
Okulu başlatan misyonerlerin hedefi ABD’nin bilim ve deneyim ağırlıklı düşüncelerini Ortodoks gençlere aşılamak ve geleceğin liderlerini yetiştirmekti. Nitekim Kolej’de eğitim gören 4 Bulgar daha sonraları başbakan oldular. Tabii zamanla Türklerin sayısı arttıkça 3 başbakan da onlardan çıktı (Ecevit, Çiller, Davutoğlu).
Protestanlığın etkisini nasıl yaşadık okulda? Martin Luther’in Orta Avrupa’da başlattığı akımdan çok, düşünce diktasına tepki olarak Eski Kıta’yı terk eden ve yeni bir dünya yaratmak isteyen göçmenlerin idealleriydi Amerika, Işığı, “Tepede yeni bir Yeruşalayim”den, gücü: Tevrat’dan (Eski Ahit) ilkeler.
Nelerdi bunlar? Adalet (herkese eşit davran), Merhamet (yoksullara ve hastalıklılara yardım et), Kişisel Görev Anlayışı (başkasına bırakmadan ben yapabilmeliyim), Sorumluluk (bana bağlı olanlar bunları benden bekliyorlar), Hesap Verilebilirlik (ne yaparsam izah edebilmeliyim).
Robert Kolej’de kitaplar açıktı, sınavlarda dahi. Bilginin ezberlenmesine gerek yok anlayışı yerleşmişti, internetten çok daha eski tarihlerde.
Sahtekarlıktan arınmak için bazı Amerikalı hocalar sınav esnasında salonu bırakır ve sonunda kopya çekilmediğine dair ‘’yazılı yemin’’ isterlerdi.
Bu ilkelerin tümü Yahudilik ile ilintili. Protestanlığın dindar Yahudilikten belki en çok ayrıldığı alan, bedensel gelişmeydi. Kolej çok önem verirdi spora, açık havada gezilere, rekabete. Amatör uçakçılık, folklor, tiyatro, öğrenci gazetesi gibi merakların geliştirilmesi derslerdeki başarı kadar değerliydi.
Bu açılardan, birçok arkadaşımın gittiği Katolik Fransız okullarından kesin farklıydık. Özgür düşünce, sorgulama ve yanıt arama, eğitmenler tarafından teşvik edilir, ders saatleri dışında onlarla sohbet eder, birlikte içkiye giderdik.
Aşırı hiyerarşi ve korkuya yer yoktu. Serbestiyet ve kişisel gelişim ön plandaydı.
Üzerimde tüm bir yaşam süren etkiler bıraktı okulum, kimliğini de portföye eklemiş oldum.