top of page

Siddhartha Mukherjee’den “GEN”


Siddhartha Mukherjee’den “GEN”

Rahel Bahar Juniman

Bir bilim tarihi kitabı değil GEN. Evet, Biyoloji biliminin doğuşunu anlatan yarı-akademik bir kitap olsa da, bunun çok ötesinde. Adeta bir macera romanı tadında... Hangi bilim tarihi kitabını okurken insanın kaşları çatılır ya da duygu değişimleri yaşar? Etkilendiğimiz kitapları tanıttığımız bu köşeyle ilgili İYT'nin teklifi geldiğinde aklıma ilk gelen kitaptı GEN. Kitap, Teşekkür ve Notlar kısmını saymazsak, 507 sayfa gibi iddialı bir boyutta.

Başlarken akla gelen 'muhtemelen ortasına gelmeden canım sıkılacak' düşüncesi ilk sayfalarda yerini merağa bırakıyor.

Beni bu kadar etkileyen kitabı tanıtmadan önce bir kaç cümle ile sizlere yazarını tanıtmak istiyorum. 1970 yılında Hindistan'ın Yeni Delhi kentinde doğan Siddhartha Mukherjee, parlak geçen öğrenciliğini Stanford'daki bioloji eğitimi ile taçlandırdı. Mukherjee, doktorasını Oxford Üniversitesi'nde bağışıklık sistemi üstüne yaptığı çalışma ile tamamladı ve 2007 yılında tıp doktoru ünvanını kazandı. Dr. Mukherjee, 2003'ten itibaren kanser hastalığı üstüne öğrenmeye ve çalışmaya başladı, kanser bioloğu ünvanını aldı ve bu çalışmaları sonucu kaleme aldığı "Tüm Hastalıkların Şahı" ile Pulitzer Ödülü'nü kazandı.

Benim size özetini aktaracağım GEN adlı eseri ise bioloji ve gen biliminin doğuşunu net bir dille okuyucuya aktararak, biolojideki gelişmelerin nasıl 20. yüzyıldaki korkunç ayırımcı uygulamalara kapı açtığını da gözler önüne seriyor.

Kitabın dünya çapında en çok satanlar listelerine girmesinin belki de en büyük sebebi yazarın kitaba kendi aile hikayesiyle, amcalarındaki akıl hastlıklarını anlatarak başlaması ve bu durumun genlerle kuşaklarca aktarıldığını ortaya koyması. Hangi ailede sorunlu bir üye yok ki?

Bilimdeki en tehlikeli ve güçlü fikirlerden birinin doğuşu, gelişimi, etkileri ve geleceğiyle ilgili yazılmış olan kitabında yazar önce GEN olarak adlandırılmasından çok önce araştırılan canlılardaki temel birimin macerasını ve bir bilim dalının nasıl ırkçılığı ve cinsiyet ayrımcılığını alevlendirdiğini net bir şekilde aktarıyor. Yazar kitaba aile hikayesi ile başlayıp, kronolojik sıralamayı takip ederek önce biolojinin babası sayılan Aristoteles'in fikirlerine daha sonra ise Genetik biliminin kurucusu olan rahip Gregor Johann Mendel'e ve ünlü bezelye deneylerine yer veriyor. Mendel, yaşadığı manastırın bahçesinde yetiştirdiği bezelyeleri çapraz dölleterek yeni nesil bezelyeleri incelemiş ve bulgularını kaydetmişti. 19. yüzyılın bioloji alanındaki diğer bilim adamlarını ve çalışmalarını da aktaran yazar, genlerin anlaşılmaya başlandığı 20. yüzyılın başında, nasıl manipüle edilecekleri sorusunun da sorulmaya başlandığını ortaya koyuyor. İşte tam da bu noktada sadece Avrupa'daki Nazizm ve Faşizm'in bioloji ile flörtünü değil, A.B.D. toplumundaki engelliler, alkolikler ve eşcinseller gibi geniş toplumca dışlanmış olan üyelere uygulanan zorla kısırlaştırma ve kliniklere zorla kapatma gibi işkenceleri bizlere aktarıyor. Yazar eserinde; Hitler'in, 1935'te, kısırlaştırma ile başlayan gen temizliği çalışmalarının ötenaziye dönüşürülmesi gerektiğini söylediğini aktarmakta, Führer'lerine bağlı olan ve onunla aynı fikirde olan bazı Almanların engelli doğan bebekleri için Hitler'den ötenazi talep ettiğini de eklemekte.

1950'lere gelindiğinde ise bir başka çığır açıcı buluş, DNA diziliminin keşfi kitapta yine kronolojik sırada kendine yer bulmuş. Yazar, tüm dünyada kabul gördüğü üzere keşfin sahibinin sadece bu keşifle ödül kazanan James D. Watson ve Francis Crick olmadığını ve erken yaşta hayata veda eden ve DNA'nın fotoğrafını çeken bilim kadını Rosalind Franklin'in bu keşifte en az erkek meslekdaşları kadar anılmamasının büyük bir haksızlık olduğu görüşünü benimsemekte.

Yazar Mukherjee, kitabın üçüncü bölümünde yer verdiği 1970-2001 dönemini 'Genlerin Dizilenmesi ve Klonlanması' olarak adlandırıyor ve bu dönemdeki bilim adamlarının artık geleceğe yön verilebileceğinin farkında olduklarını aktarıyor. Kitap sadece biolojinin bilimdeki yerini göstermiyor aynı zamanda yaşanan baş döndürücü gelişmelerin ticari boyutlarını da öne çıkarıyor. Bu bağlamda; bioloji-gen-ilaç sektörü üçgeninde yaşanmış olan çarpıcı gelişmeler de okuyucuya anlaşılır bir dille sunuluyor. Yazarın verdiği örneklerden biri olan ve 1980'de halka açılmasının ardından bir saat içinde 35 milyon dolar sermaye toplayan ve 1982'de bazı cücelik türlerini tedavi etmek için insan büyüme hormonu üretmeye başlayan Gennetech önemli bir örnek.

Çeşitli fotoğraflarla renklendirilmiş olan kitabın dördüncü bölümünde, A.B.D. ve İngiltere ortak projesi olan İnsan Genomu Projesi'nin detaylarına da yer verilmekte.

1980'lerde başlayan araştırmalar, toplantılar 2000'lerin başında Bill Clinton, Tony Blair ve özel şirket yetkililerinden oluşan ekibin açıklamasına göre meyvesini verdi ve insan genomuna dair veriler serbestlik kazandı.

Yazar Sonsöz'de ise gen teknolojisinin insan geleceğini nasıl olumlu ve olumsuz yönde etkileyebileceğini, tasarım bebeklerin çok da uzak olmadığını tartışıyor. Siddhartha Mukherjee'ye göre bu durum hem hayranlık uyandırıcı hem de huzursuz edici. Kitabına zihinsel hastalıkları olan aile üyelerinin hikayeleri ile başlayan yazar, yine hayatından anılarla bitiyor. Genin yolculuğunu tüm yönleri ile anlaşılır bir dille ortaya koyan bu kitaba her kitaplıkta yer verilmeli.

Siddhartha Mukherjee: “GEN” / Çeviren: Den Duran / Domingo Yayınları, 2018 / 616 sayfa

*******

Bir sonraki yazı: 14 Ekim 2020

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page