top of page

Ne Olacak Bu Doların Hali?


Son iki haftadır, kahvehanelerde tavla atan ya da rakı sofrasında kafalar dumanlanınca çeneleri düşen amcalara benzedik. Hani sürekli birbirlerine: “Ne olacak bu memleketin hali?” diye soranlara… İşin aslı, ben kendimi bildim bileli, Türkiye’de durmadan tekrar edilen ve cevabı bir türlü bulunamayan bir kısır döngüdür bu mesele. En popüler cevabı da şudur: “Bana ne birader memleketin halinden. Ben ekmeğime bakarım.” İşin kötü tarafı ne biliyor musunuz? Ekmek fiyatları da memleketin gidişatıyla birebir orantılı maalesef… Ve bu kez omuz silkip geçiştirmekle, sorunu savuşturamayacağız gibi geliyor artık.

Bu satırların sonrasında iktisadi mesaj içerikli bir yazıyla karşılaşacaklarını bekleyenler okumaya burada nokta koyabilirler, çünkü size Türkiye’nin yaşadığı ekonomik krizi nasıl atlatabileceğini açıklayabilecek ekonomi bilgisine sahip değilim maalesef. Ben sadece sizlere, doğup büyüdüğüm ülkede, kazandığım, biriktirdiğim, kenara koymaya çalıştığım paranın her gün değer kaybetmesinin bana neler hissettirdiğini anlatmaya çalışacağım.

Türkiye’de uzun yıllardır hep Türk Lirası kazanıp Dolar (ya da Euro) harcadık. Bu böyle gelmiş, böyle giden bir gerçek… Özel okul paraları, uçak biletleri, oteller, benzin, doğal gaz, son dönemde sayıları giderek artan ithal ürünleri ve hatta evimizdeki yardımcıların maaşlarını bile hep dolarla ödedik ve ödemeye de devam ediyoruz. Doğal olarak bu durum, bizi her gün olduğumuzdan bir adım daha yoksul hale getiriyor. Dolara endeksli yaşamaya başlıyoruz, paramız her değer kaybettiğinde üzülüyor ve neticesinde de, planlarımızı, hayallerimizi kısıtlamak zorunda kalıyoruz. Çünkü ekonomik krizler, insanların geleceğe yönelik kaygı ve endişelerini artırıyor. Hepimiz geleceğimizi garanti altına almak için yaşıyoruz, neticede de geleceğimizi tehdit eden her olaya endişeyle yaklaşıyoruz.

Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan derler ya… Dolar yükseldiği için mi ekonomi bozuluyor, yoksa tam tersi mi oluyor, bilemeyeceğim, ama bildiğim şey şu: Doların yükselişi ve beraberinde getirdiği ekonomik kriz doğal olarak iflasları, işsizliği, yaşam şartlarındaki olumsuz gelişmeleri, aile içi tartışmaları, moral bozukluklarını da peşinden sürüklüyor. Böyle durumlarda sürekli tekrar edilen, “aşırı tüketimin engellenmesi gerektiği”, oysa bakıyorum da insanlar morallerini birazcık olsun düzeltebilmek adına en çok bu dönemlerde alışverişe atıyorlar kendilerini. Krizi fırsata çeviren turistler de işin cabası… Krizin patlamasıyla birlikte İstanbul’daki marka mağazaların önünde kuyruklar oluştu. Kendi gözümle görmesem, inanmazdım!

Demem o ki, ekonomik kriz genel anlamda bir “yas” dönemi ve her yas sürecinde olduğu gibi insan, bu dönemi aşmak adına beş farklı psikolojik aşamadan geçmek zorunda. Yani inkâr, kızgınlık/öfke, pazarlık, depresyon ve nihayetinde kabullenme. Tabii her zaman olduğu gibi, zaman her şeyin ilacı… Umarım bunu da atlatırız düşüncesi bizi ayakta tutan tek şey! Yine de belirtmem gerekir ki, Türkiye bugüne kadar çok (hem de haddinden çok) ekonomik kriz atlattı, oysa şimdiye dek beni bu denli umutsuzluğa sürükleyeni olmamıştı.

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page