“Yiyecek bizi biz yapan her şeydir. Milliyetçi duygunun, etnik duygunun, kişisel tarihimizin, bölgemizin, kabilemizin, büyükannemizin uzantısıdır.” Anthony Bourdain
Nişantaşı hiç bu kadar güzel olmamıştı. Bayram nedeniyle çevre halkı tatile çıkmıştı, dolayısıyla sokaklar tenha ve sakindi. Tel Aviv’e dönmek üzere havaalanına doğru yola çıkmadan evvel, o güzelim Haziran sabahında demokrasi parkına bakan otel odamda oturup barbunya ayıkladım.
Bir gün evvel otele vardığımda, ilk iş Büyükada’dan getirdiğim barbunyaları valizimden çıkarmıştım. O sırada benimle olan yakın arkadaşım Yeşim, otel görevlilerine barbunyaları lokantanın buzdolabında saklamasını rica etti. Ben bu kadarının yetmeyeceğini, bir iki kilo daha satın almam gerektiğini belirtince en yakındaki marketin yerini sormak için soluğu lobide aldık. Lobi görevlisi Murat Bey, beni hiç tanımadığı halde barbunyaların Israil’e gideceğini tahmin etti. Hepimiz o anda duygulandık, sessizlik oldu, sözsüz anlaştık... Bu konuyla en az benim kadar ilgilenen Yeşim’in “biz önce barbunyaları almalıyız” önerisiyle markete gittik. Ertesi sabah saat 8:30’da gelip tazesinden almamız önerilince, ver elini Nişantaşı yapıp bir müddet barbunyaları unuttuk.
Ve işte o sabah, İstanbul’dan ayrılmadan tam yarım saat evvel, strese girdiğimi fark eden Murat bey, “akşamdan getirseydiniz biz sizin için ayıklardık”, markette sebze bölümüne bakan Adem bey, “bana bırakın ben beş dakikada ayıklarım! ”, yakınlarda oturan arkadaşım,” bize getir beraber ayıklayalım “dediler...
Ben ise bu içten teklifleri nazikçe geri çevirerek, barbunya ayıklama olayı bütün Nişantaşı’na henüz yayılmadan acele odama çıktım.
Çocukluğumda, annem İsrail’de yaşayan dayıma ve yengeme barbunya götürürdü. Çünkü orada barbunya yoktu. Dayımlar Türkiye’ye tatile geldiklerinde eğer mevsimi ise mutlaka barbunya tanelerini küçük torbalara koyarak valizlerine yerleştirirlerdi. Özlenen sadece barbunyanın lezzeti midir, yoksa Türkiye özlemi midir, anılar mıdır, ya da annemizin büyükannemizin yemekleri midir? Bu herkese göre değişebilir ama bence cevap hepsidir.
Bir ritüel gibi, bir ayin gibi özlediklerimi, artık aramızda olmayan annem ve dayımı anarak ve göçmenliği anlamaya çalışarak barbunyaları ayıkladım. Hem de tam zamanında bitirerek beni havaalanına götürecek arabayı hiç bekletmeden… Ritüel sırasında içimden isyankar bir ses “bu güzelim havada Nişantaşı bu kadar sakinken barbunya ayıklıyorsun” demesin mi? Ancak, barbunyalar İsrail’de yaşayan yengeme gidiyordu ve onun sevincine değerdi.
Türkiye ve İsrail arasındaki bir köprüydü sanki barbunya taneleri. Onun sayesinde Türkiye’de Israil’i andık. İsrail’de ise, yüreğimde bana yardımcı olmaya çalışan dostum Yeşim, Murat bey ve Adem bey, Türkiye’yi anacaktım.
Ben barbunya yemesem de olur, ama bir kısmını kendime de ayırıp Tel Aviv’deki evimin buzluğuna koydum.
Olur da, benim gibi İsrail’de yaşayan bir Türkiyelinin canı çekerse beraber yeriz diye... Sohbetimiz bizi nereye götürür bilemem ama barbunyanın biraz damağa, çokça da yüreğe hitap edeceğini bilirim.