top of page

50+yıldır… Cannes Festivali yolcusu bir sinefil


VİKTOR APALAÇİ


Bu söyleşide sizlere bir rekortmeni tanıtmak istiyorum. 1966 yılından beri, 50 yılı aşkın süredir Cannes Film Festivaline katılan, sinema dehalarının filmlerini ilk prömiyerinde izlemenin keyfini yaşayan ve o tarihten itibaren o atmosferi film yorumları ile birlikte Şalom’a yansıtan bir rekortmen. Her hafta yazdığı film yorumlarıyla gazetenin en eski yazarı, sevgili dostum VİKTOR APALAÇİ’yi sizlere tanıtmanın ayrıcalığını yaşıyorum. 

Nelly BAROKAS



- Öncelikle kısaca kendini tanıtır mısın?

 

1942’de İstanbul’da doğdum. Saint-Joseph Lisesi mezunuyum. 2 kızım, 3 torunum var. 33 yıl Sultan Hamam’da toptan kumaş ticareti yaptım. 18 yıl, 2 Gümrüksüz Satış (Duty Free) şirketinde Genel Müdürlük yaptım. 32 yıldır Or Ahayim Hastanesi Yönetim Kurulu üyesiyim. 25 yıl önce 4,5 yıllık bir araştırma döneminden sonra hastanenin 100 yıllık tarihini, “Sevgi ve Şefkatin 100 Yılı” başlıklı bir kitapta yazdım. Şalom Gazetesi, DERGİ, ortakoltuk.com internet sitesinde ve Or Ahayim’in Yaşam Işığı dergisinde film eleştiri yazıları yazıyorum.

 

- Sinema tutkun nasıl başladı?

 

Lise yıllarımda İtalyan Yeni Gerçekçilik ve Fransız Yeni Dalga filmlerinden çok etkilendim. Yurt dışı seyahatlerimde Fransız Sinemateki’nde ve 1965’te kurulan Türk Sinematek Derneğinde izlediğim filmler beni bir sinefil yaptı. Hobisi olmayan bir insanın hayatında bazı şeylerin eksik kaldığına inanırım. Benim hobim sinema. Sinema bana sayısız dost ve statü kazandırdı. 13 yıl önce sinema eleştirmenleri ve sinefillerden oluşan “Sinema Ortak Aşkımız” adlı grubu kurdum.

 

- Şalom gazetesinin en eski yazarı olma ayrıcalığını taşıyorsun. Kurucusu Avram Leyon döneminde Şalom’a adım attın. O günden günümüze nasıl bir süreç yaşadın bu yayın kuruluşunda?


1969’da ŞALOM’un yıldönümü kutlaması. Sağdan Tuna- Viktor Apalaçi, Edit - Daniel Yahya, Sofi - Avram Leyon- arkasında Dr.Gad Nasi


1962’de yaptığım ilk yurtdışı seyahatimde, en uzun durağım olan Paris’te, çiçeği burnunda bir sinefil olarak Fransız Sinemateğinde izlediğim filmlerden çok etkilenmiştim. Bende tutku haline gelen Cannes’da film festivalini izleme hayalini gerçekleştirmek için Paris’teki irtibat bürosuna gittim. Festival biletlerinin satılmadığını, seanslara sadece basın mensuplarıyla özel davetlilerin alındığını öğrenmiş oldum. İstanbul’a döner dönmez, babamın tanıdığı Şalom Gazetesinin sahibi Avram Leyon’un yanına gittim. Bana bu imkânı tanıdığı takdirde festival izlenimlerini gazetesinde yazacağımı söyledim. Teklifim kabul görünce yanımda getirdiğim akreditasyon formunu kendisine imzalattım. Yarım asrı aşan Cannes serüvenim 1966’da başlamış oldu. Bu beni Türk basınında, Cannes Festivalini izleyen, yaşayan gazetecilerin en eskisi yaptı. 1983’te Avram Leyon’un hastalanmasından sonra gazete bir müddet çıkmadı. 1984’te Yahudi Cemaati tarafından satın alınan gazete, gençlerden oluşan yeni kadrosuyla yayınlanmaya devam etti. Kültür sayfası sorumlusu Meri Asayas’ın davetiyle Şalom’daki yazılarımı yazmayı sürdürdüm. Yıllardır DERGİ’de yazılarım her ay muntazaman çıkıyor.

 

- 50 yıl süreyle Cannes Film Festivali’ne katıldın. Bu, Guiness rekorlar kitabına girecek kadar şaşırtıcı ve olağandışı bir başarı… Sinema dehalarının filmlerini ilk prömiyerinde izlemenin keyfini, orada yaşadığın atmosferi bizlerle paylaşır mısın? Beyaz perdenin ünlüleri arasında bulunmak nasıl bir duygu?

 

60’lı, 70’li yıllarda Cannes’ı 900 gazeteci takip ediyordu. Öğlen- akşam kokteyl davetleri gelirdi. Lokantaya para ödeyeni adeta dövüyorlardı. Son 20 yılda gazeteci sayısı 4500’e çıktı; ekonomik krizin dünyayı etkilemesiyle resepsiyonlarda basın kontenjanı kalktı. İlk yıllarımda yönetmenlerin basın toplantılarının hepsine katılıp, notlar almaya odaklanmıştım. Günde 5 film izleme kapasitem vardı. Şimdilerde bu sayı 3’e düştü. Kaçırdığım filmlere artık üzülmüyorum.

 

Festival müdavimleriyle yılların getirdiği dostlukları sürdürmeyi tercih ediyorum. 58 yıldır tanıdığım, festivalde yarışan filmlerini izlediğim, basın konferanslarına katıldığım yönetmen ve oyuncuların kariyerlerindeki Cannes duraklarından serüvenlerini izlemek yorucu ama keyifli bir süreç oldu. İlk 20- 30 yılımda filmlerin prömiyerlerinin yapıldığı galaları kaçırmazdım. Son yıllarda galalara basın sorumlusundan davetiye almak çok zorlaştı; festival süresince smokin giyme fırsatı çok azaldı.

1966 Cannes Festivalinde V. Apalaçi Monako Prensesi Grace ile


Ünlü sinema insanlarının hayatlarına giren ve değişen partnerlerini yıllar boyu galalardan takip etmek mümkündü. İlk yıllarda Cannes galalarına sıklıkla katılan Monaco Prensesi Grace’i, karısı Alma’nın elini bırakmadan yürüyen Alfred Hitchcock’u, kolunda Guilietta Masini ile yürüyen Federico Fellini’yi, eşi Frances McDormand ile basın konferanslarına katılan asık yüzlü Joel Coen’i, sinemanın harika çocuğu Steven Spielberg’i görmek beni heyecanlandırıyordu. Son yıllarda starlardan imza almak için oluşan kalabalıkların içine düşmemeye gayret ediyorum.

 

- Cannes Film Festivali’nde geçen 50 yıllık anılarını bir kitapta topladın. Kitabın satışının gelirini de yıllarca yönetim kurulunda emek verdiğin Or Ahayim Hastanesine bağışladın. Bu kitapta yer alan Cannes izlenimlerinden sende en çok yer edenleri kısaca bizlerle paylaşır mısın?

 

Cannes serüvenimin en unutulmaz olayı 1968 Mayıs olaylarını, festival günlerinde Fransa’da yaşamamdı. Üniversitelilerin Paris’te başlattığı, işçilerin desteklediği, 2. Dünya Savaşından sonra uluslararası tarihin önemli olaylarından biri sayılan, tüm Fransa’ya yayılan “Mayıs 68” ülkede genel grev ilanına kadar gitmişti. Festivalin ilk haftasında Jean-Luc Godard, François Truffaut, Claude Lelouche’un başı çektiği bir grup, ana salonda başlamak üzere olan Carlos Saura’nın “Peppermint Frappe” adlı filmin projeksiyonunu, kırmızı kadife perdenin açılmasını engelleyerek durdurdu. 68 ruhunun Cannes’a sirayet etmesi, efsanevi festival başkanı Favre Le Bret festivalin durdurduğunu ilan etmesine yol açtı.

 

Genel grevin hava yollarına, demiryolu şirketi SNCF’e, otobüs trafiğine, benzin istasyonlarına yayılmasıyla Cannes’da hapis kalmıştık. İmdadımıza tanıdığım bir taksi şoförü, Mösyö Georges yetişti. “Dert edinme, banyomun küvetinde kötü günler için sakladığım benzin dolu 2 bidonum var. Onlar bizi Cenevre’ye kadar götürür. Siz oradan İstanbul uçağına biner, ben de depoyu fullayarak Cannes’a dönebilirim” dedi.

 

Bomboş yollarda, Alp dağlarının Akdeniz’e bakan eteklerini aşıp 500 km’lik bir yolculuktan sonra Fransa’yı terk edebilmiştik. İkinci unutulmaz anımı Monaco Sarayındaki bir resepsiyonda yaşamıştım. Festival sırasında Monte Carlo’daki resepsiyonun duyumunu alınca, acar foto muhabiri Zozo Toledo’dan bizleri oraya götürecek bir araba bulmasını istemiştim. Sempatik Zozo hatırının geçtiği bir Fransız meslektaşının arabasıyla Monte Carlo’ya gitmemizi sağlamıştı. Üçümüz zengin Kraliyet büfesinden, şampanya eşliğinde karnımızı doyurduktan sonra, Monaco Prensi Rainier ve Prenses Grace’ın geceye katılmasını beklemiştik. Renkli resepsiyonu terk edip Cannes’daki otelime döndüğümde gün ağarmak üzereydi.

 

Kısa bir uykudan sonra otelime iki blok mesafedeki Festival Sarayına sabahın ilk yarışma filmini izlemeye gitmiştim.  Sinema tarihinin en büyük yaratıcıları arasında yer alan Martin Scorsese, Coen Kardeşler, Federico Fellini, Michelangelo Antonioni, Michael Haneke, François Truffaut, Alain Resnais, Woody Allen, Ken Loach gibi yönetmenlerin filmlerini dünya prömiyerlerinde izlemek, basın konferanslarında kendi ağızlarından yorumlamalarını dinlemek, öğretici olduğu kadar heyecan vericiydi.

 

Cannes’da beni en çok heyecanlandıran basın konferansı, 1973’te İngmar Bergman’ın yarışma dışı gösterilen “Çığlıklar ve Fısıltılar” filmi sonrası, eski Festival Sarayının en büyük salonunda yaptığı basın konferansıydı. Sonraları Time dergisinin “dünyanın yaşayan en büyük sinemacısı” olarak nitelediği İngmar Bergman’ı ilk kez görecektim. Prestijli oyuncuları eşliğinde yapacağı basın buluşmasına ilgi o derece büyüktü ki, salona girebildiğim için kendimi çok şanslı hissediyordum. Ertesi gün gazeteden çok kişinin dışarıda kaldığı okumuştum.

 

Sinema tarihinin en iyi filmi olarak değerlendirilen “Yurttaş Kane”in yaratıcısı Orson Welles’i Cannes’da izlediğim ilk festivalde yani 1966’da görmek heyecan vericiydi. O yıl 51 yaşında olan Orson Welles’i heybetli göbeği, elinden hiç eksik etmediği Robusto purosu, görkemli duruşuyla her yerden fark etmek mümkündü. Basın mensupları onuruna verilen bir kır yemeğinde, Orson Welles’in aynı masayı paylaştığı François Truffaut ile şakalaşmasına, birbirlerinin fotoğraflarını çekmelerine tanık olmak çok ilginçti.

 

Son bir anım Alain Resnais ile ilgili. Sinema tarihinin en iyileri listemin 2. sırasındaki “Hiroşima Sevgilim”in yaratıcısına özel bir sempati beslerdim. Ölümünden 2 yıl önce Cannes’da Festival Sarayının kulisinde tesadüfen karşı karşıya geldiğim bu sanatçıya asansör sıramı vermekle, kendisine duyduğum hayranlık adına bir saygı duruşunda bulunduğum için mutlu olmuştum. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurdan kaçmak için, Festival Sarayının her zaman kalabalık olan cephedeki kapıları yerine, arka tarafındaki “Sanatçıların Girişi”ni kullanmıştım. Dar bir koridorda tek başıma asansör beklerken, elindeki bastona yaslanarak ağır ağır ilerleyen bembeyaz saçlı bir ihtiyarın yaklaşmakta olduğunu gördüm. Korumasının elinde katlanır bir tekerlekli sandalye vardı. Kendisine sıramı bıraktığımı söylediğimde nezaketen bir şeyler söylemişti.

 

- SİYAD Sinema Yazarları Derneği üyesisin. Ayrıca Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Federasyonu FIPRESCI’nin Türkiye temsilcisi seçildin. Bu sıfat sana nasıl bir görev yüklüyor?

N. B. Ceylan’dan ödünç alınan Altın Palmiye ile


Sinema Yazarları Derneği’nin ilk Yahudi üyesiyim. Genel Kurullarda ve basına yapılan ön gösterimlerde, SİYAD üyeleri benim Şalom Gazetesi temsilcisi olduğumu bilirler; bugüne kadar hiçbir ayrımcılık davranışı görmedim. Pandemi döneminde Adana Film Festivali’nin SİYAD Jüri üyeliğine seçildim. 2021 yılında İstanbul Film Festivali’nde, Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu’nun (FİPRESCİ) Uluslararası Film Yarışması Jürisinin 3 üyesinden biriydim. Hilton’da yapılan ödül töreni gecesinde, En İyi Film Ödülü’ne layık gördüğümüz Lübnan filmi “Bekaretin Sonu”nun yönetmeni George Peter Barbari’ye ödülünü takdim ettim.

 

SİYAD ve FİPRESCİ üyeliği bende şu görevi yüklüyor. Film ithalatçıları, filmlerinin vizyona girdiği günde sinema yazarlarının eleştiri yazılarıyla duyurulması adına şu uygulamayı yaparlar. SİYAD üyeleri, vizyon tarihinden günler önce, “Basın ön gösterimi” adı altında özel bir seansa davet edilir. Ben bu davetlerin hakkını vermek ve okuyucularımı vaktinde bilgilendirmek için, ön basın gösterilerini kaçırmamaya özen gösteririm. Ayrıca film festivallerine katılıp ileride vizyona girecek filmleri önceden izleyebilme şansını kaybetmemeye çalışırım. Sinemasever okurlarımın, yazılarımdan ileri tarihlerde izleyecekleri filmler hakkında bilgi sahibi olmalarına önem veririm.

 

- Şalom gazetesinde yıllardır her hafta film eleştirileri yazıyorsun. Bu film yorumlarına nasıl tepkiler alıyorsun?

 

Şalom Gazetesi’ndeki film eleştiri yazılarımdan yıllardır aldığım tepkileri şöyle özetleyebilirim. Yorumlarıma katılanların olduğu gibi, benimle aynı fikri paylaşmadıklarını dile getiren sayısız okurum oldu. Yakın çevremden ve beni yazılarımdan tanıdıklarını söyleyen tanımadığım okurlarımdan övgü ve tepkiler almaya alışığım. Ailemden ve yakın çevremden “Viktor’un methettiği filmden uzak durunuz” uyarısını çok duyduğum oldu. Beni teselli eden, uzun yıllardır genç nesillere sinemayı sevdirmek için sarfettiğim çabanın cevap bulduğunu, bunu samimiyetle dile getiren okurlarımın söylemleri oldu.

 

Bir film eleştirisi yazmadan önce muhakkak yıllardır biriktirdiğim dosyalardan filmin yönetmeni hakkındaki notları okurum. Filmin senaristi, teknik kadrosu ve oyuncuları hakkındaki eksiklerimi gidermek için araştırma yaparım. Bazı eleştirmen arkadaşlarımın, klavye başına geçip konuşur gibi rahatlıkla, zorlanmadan yazılarını yazdıklarını biliyorum. Benim müsvedde hazırlamadan yazı yazmak gibi bir hasletim yok.

 

- Cannes Film Festivallerine her yıl katılmaya devam ediyorsun. Sanırım bu önemli sanat etkinliğine katılan tek Türk’sün… Bu zevkini sürdürmeye devam edecek misin?

 

Yalnız Cannes’a değil dünyanın dört bir tarafında yapılan film festivallerine katılan sayısız Türk gazeteci var. Benim acemilik yıllarımdaki yol göstericim rahmetli Tuncan Okan idi. Kendisinden çok şey öğrendim.



Nuri Bilge Ceylan ve 2023 Cannes’ın En İyi Kadın Oyuncusu Merve Dizdar ile


Cannes’a ayaklarımın beni taşımayı sürdüreceği müddetçe gitmeyi arzuluyorum. Türk sinemasının yetiştirdiği en yetenekli yönetmen olan Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes’daki başarılarının tanığı olmak benim için büyük mutluluk kaynağı oldu. N. B. Ceylan bu festivalde alınabilecek ödüllerin tamamına yakınını aldı. Başta Altın Palmiye olmak üzere, 2’şer kez Jüri Büyük Ödülü ve FİPRESCİ Ödülünü kazandı. En İyi Yönetmen seçildiği gibi filmlerinin oyuncuları da ödüllerle taçlandırıldı.




Comments


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page